28 Ağustos Perşembe günü halkın seçtiği ilk cumhurbaşkanı sıfatıyla Recep Tayyip Erdoğan, mecliste yemin etmesinin ardından mazbatasını aldı ve resmen göreve başladı.
Yemin merasimi öncesi usul tartışması başlatmak üzere söz almak isteyen CHP Grup Başkanvekili Engin Altay’ın bu talebinin Meclis Başkanı Cemil Çiçek tarafından oldukça kesin ifadelerle reddedilmesinin ardından Engin Altay, Cemil Çiçek’e Meclis İç Tüzüğü’nü fırlattı ve tüm CHP’li milletvekilleri salonu terk etti.
Ardından tartışmalar başladı.
12. Cumhurbaşkanı’nın yemin törenine saygısızlık diyenler oldu.
Meclis teamüllerine aykırı diyenler oldu.
Her şeyden önce büyük bir nezaketsizliktir diyenler oldu.
CHP’nin her zamanki basiretsizliğinin göstergesidir diyen köşe yazarları oldu.
Falan filan…
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Engin Altay’ın ısrarla söz istemesinin nedeni Yüksek Seçim Kurulu’nun resmî sonuçları açıkladığı anda seçilmiş olan 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin 28 Ağustos’a kadar Anayasa’yı ihlâl ettikleri iddialarını meclis tutanaklarına geçirmek istemesiydi. Peki neye dayanıyordu bu iddialar? Kısaca bir göz atalım:
Anayasa Madde 101 Fıkra 4:
“Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.”
Belirtilen madde çok açık! Cumhurbaşkanı göreve başladığında demiyor, seçildiğinde diyor. Anayasa’nın bütünü değerlendirildiğinde göreve başlama ve seçilme ibarelerinin ayrı ayrı kullanıldığını görmek mümkün.
Örneğin, Anayasa’nın 81. Maddesi’nde yer alan milletvekili yemini için şu ifadeler kullanılmıştır: “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri GÖREVE BAŞLARKEN aşağıdaki şekilde and içerler:…”
Milletvekillerinin yasama dokunulmazlığını düzenleyen 83. Madde ise bu dokunulmazlık için SEÇİLMİŞ olmayı esas almıştır. Kısaca Anayasa açık bir biçimde SEÇİLME ve GÖREVE BAŞLAMA ayrımını benimsemiştir.
Dolayısıyla Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiği YSK tarafından resmen açıklandığı anda Recep Tayyip Erdoğan 12. Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir.
Milletvekilliğinden istifa etmesine gerek olmaksızın meclis üyeliği sona ermiş ve partisi ile ilişiği kesilmiştir.
Bu noktadan sonra Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP MKYK toplantılarına katılması, Başbakan sıfatıyla Bakanlar Kurulu’nu toplaması, Davutoğlu’nun Genel Başkan Adaylığı’nı açıklarken parti propagandası yapması ve AKP Kongresi’ne katılması Anayasa’da tarafsız bir kurum olarak nitelendirilen Cumhurbaşkanlığı’nın bu niteliğine aykırıdır. Bunu gören CHP Milletvekili Atilla Kart gerekli girişimleri yapmış ve son olarak Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur.
AKP hukukçuları ise süreci çok farklı ve dolambaçlı bir yoldan açıklayıp 101. Madde’de söz edilen seçilmenin aslında göreve başlamayı esas aldığını savunmaktadırlar. Bu yorumların temellendirmesinin sağlam olmadığı konusuna çok fazla girmeden iki yakın örnekle durumu açıklamaya çalışalım. Dün (28.08.2014) Recep Tayyip Erdoğan, evinden cumhurbaşkanlığı makam aracı ve cumhurbaşkanlığı başyaveriyle ayrıldı. Meclis’e geldiğindeyse cumhurbaşkanına özgü askerî törenle karşılandı. Sadece bu iki örnek bile Recep Tayyip Erdoğan’ın yeminden önce cumhurbaşkanı olduğunu göstermektedir.
Peki CHP gerekli hukukî girişimleri yapmışken neden dün böyle bir tepki gösterdi? Buna gerçekten gerek var mıydı?
Yolsuzluk iddialarının mecliste araştırılmasına bile siyasal yollarla engel olunurken,
Siyasî davalar peydahlanıp bu davaların savcısı rolünü üstlendiğini deklare eden siyasetçiler varken,
HSYK’yı siyasal yapılandırmalarla parçalayıp güvenilirliğini yok eden bir parti söz konusuyken,
Art arda çıkarılan ortaya karışık yargı paketleriyle yargı organının siyasal dizaynı sürerken,
Yeni Başbakan yargı içinde temizlik yapılması gereğini belirterek yargının bağımsızlığını bir kez daha tartışmaya açarken,
Yüksek Mahkeme niteliğini taşıyan tüm mahkemelerin tarafsızlığına olan inancın giderek daha da zedelendiği ülkemizde
Anayasa ihlâllerine karşı hukuka sığınmak biraz umutsuz bir girişimdir.
Bu noktada sonuç alınacağına dair umutları olmayan muhalefet partisinin bu anayasa ihlâllerini tutanaklara geçirmek istemesi haklı bir girişimdir. Aslına bakarsanız en azından ileride hatırlanması ve en azından bu ihlâl iddialarının tarihe not düşülmesi için gereklidir de. Her şeyden önce bunu talep etmek de haktır. Bunun zamanı tartışılabilirse de hak olduğu tartışılamaz. Bunun yemin töreninde yapılmaması gerektiğini düşünen Meclis Başkanı Cemil Çiçek’e iç tüzük fırlatmak da bir milletvekilinin her zaman gösterebileceği demokratik bir tepkidir.
Fakat şunu da söylemek gerekir ki bu, kanımca en iyi yöntem değildir. Çünkü böyle bir usul tartışmasının başlatılamayacağı da belliydi. Henüz demokratik hakların ve tepkilerin içselleştirilemediği Türkiye’de böyle bir tepkinin hoş karşılanmayacağı da belliydi. Bunun yerine parlamentoya hiç gelmemek de mümkündü. Ya da parlamentoya gelip samimiyeti sorgulanabilir olan yemini duymamak için kulaklık takmak da “şirin” ama akılda kalıcı bir protesto olabilirdi. Ya da demokrasilerde yaygın bir protesto biçimi olan parlamento sıralarında kürsüye sırtı dönük oturmak da bir seçenek olarak değerlendirilebilirdi.
Ama her fırsatta Recep Tayyip Erdoğan’ı hırsızlıkla itham eden MHP gibi orda usulca, sessiz sessiz oturmak olmazdı. Asıl samimiyetsizlik bu olurdu.
Öyle ya da böyle bu iç tüzük fırlatma olayı ve parlamentoyu terk etme eylemi baştan sona demokratik bir tepkidir. Anayasa’nın havada oradan oraya uçurulduğu bir ülkede iç tüzüğün fırlatılması da çok şaşırtıcı olmamalıdır. Bu eylemin altında yatan çaresizliği anlamaya çalışmak daha doğru olacaktır.