Mısır Arap Cumhuriyeti, gerek stratejik ve kültürel konumuyla gerekse de diğer Arap ülkelerine nazaran güçlü ordusuyla, 20.yüzyılda Arap dünyası için her zaman ‘öncü ülke’ olma potansiyeli bulunduran bir devlet olmuştur. Arap dünyasına yön veren çoğu fikir adamı ve grup Mısır eksenlidir. Pan-Arabizm’in bayrağı en güçlü bir şekilde Cemal Abdulnasr zamanında taşınmış ve diğer Arap ülkelerine yayılmıştır. Yine Arap dünyasında Sünni merkezi oluşturan Müslüman Kardeşler Mısır merkezlidir. Ayrıca Mısır’ın coğrafı konumu direkt olarak İsrail’e meydan okumaya uygun bir pozisyondaydı. Süveyş gibi önemli bir geçiş noktası da Mısır’ın kontrolü altındaydı.
Doğal olarak bütün bunlar Mısır’ı kaçınılmaz bir şekilde Arap dünyasının liderliğine itmişti. Bilhassa Nasr zamanında İsrail karşıtı bir cephe üzerinden Mısır’ın ‘lider’ pozisyonu hayli bariz bir hale gelmişti. Fakat Mısır önderliğinde kurulan İsrail karşıtı koalisyon pek de somut neticeler alamamıştı. 1967 yılındaki meşhur 6 Gün Savaşları’nda alınan yenilgilerden sonra, hem siyasi hem de moral olarak ciddi bir bunalıma girmişti. İsrail Sina’yı işgal etmişti ve Mısır ordusunu büyük bir kayba uğratmıştı. Mısır devlet reisi Abdulnasr büyük oranda eski prestijini kaybetmişti. Bu yaşanan gelişmeler üzerine Abdulnasr istifa etmek istemiş fakat halkın tepkisi üzerine 1970 yılında ölene kadar görevini sürdürmüştür.
[pullquote_left]Genel olarak Arap ülkelerinin İsrail politikası, Kudüs merkezli bağımsız bir Filistin devleti kurmak üzerineydi.[/pullquote_left] Mısır’ın politikalarındaki değişim ve Camp David antlaşmasına giden süreç, yönetime yine asker kökenli bir isim olan Enver Sedat geçtikten sonra başlamıştır. Abdulnasr’ın aksine Sedat’ın bütün Arap dünyasını kapsayıcı bir politika anlayışı olduğu pek söylenemez. Ayrıca Sedat Batı’ya karşı daha ılımlı ve serbest ekonimiyi savunan bir isim olarak öne çıkıyordu. Bu bağlamda Sedat’ın ilk icraatlarından biri, Abdulnasr’ın politikaları sonucu Mısır ordusunu eğitmek üzere gelen ülkedeki Sovyet teknisyenlerini sınır dışı etmek oldu. Bir diğer önemli politikası ise İsrail’le karşı olan bakış açısıydı. Her ne kadar Sedat 1973’te İsrail’le savaşa girse de Sedat’ın İsrail’e bakışının klasik Arap politikalarından daha farklı olduğunu söyleyebiliriz.
Sedat’ın İsrail’e bakışı daha dar ölçekliydi. Onun en büyük amacı İsrail’i 1967 yılında kaybettiği Sina çölünden çıkarmak ve İsrail’le ilişkileri geliştirmekti. Sedat’ın 1973 Arap- İsrail savaşını başlatmasının üç ana sebebi vardır. Birincisi: bu savaşta kısmi bir galibiyet kazanarak ilerde atacağı radikal adımlar için karizmatik ve meydan okunamaz bir lider imajı yaratmak. İkincisi: Mısır 1967’de zedelenen itibarını bir nebze de olsa geri kazandırmak. Üçüncüsü ise: ABD’nin bölgeye dikkatini bölgeye çekmek ve İsrail’i barışa zorlamasıdır.
1973 savaşını kimin kazandığı hâlâ tartışmalı bir konudur. Ama Sedat’ın kaybetmediği açıktır. Her ne kadar Sina’yı geri alamasa da, Sedat savaş sonunda ülkesinde ‘milli kahraman’ ilan edilmiş, İsrail’in ‘yenilmez’ olduğu intibasını sarsmıştır. Sedat’ın bu başarısı ülke içinde bir hayli abartılmıştır. Hatta Mısırlı bir gazeteci olan Tevfik el-Hakim bu savaşı ‘Mısır’ın ters giden tarihi kaderini değiştiren ruhani bir başarı’ olarak nitelendirmiştir. Bu şeklilde Sedat, artık Abdulnasr’ın gölgesinde bir politikacından öte, radikal adımlar atma kapasitesi olan bir ‘kahraman’a doğru evrilmiştir.
Sedat’ın Mısır dış politikasındaki çarpıcı hamlelerinden ilki 1977 yılında İsrail’e gerçekleştirdiği ziyaret olmuştur. İsrail parlamentosunda konuşan Sedat burada ılımlı mesajlar vermiş ve İsrail’le olan husumetini sonlandırmak istediğini belirtmiştir. Yaşanan bu gelişmeler hem Arap dünyasında hem de Batı’da şok etkisi yaratmıştır. Bu ziyarete tepki olarak Suriye, Libya, Irak, Yemen, Cezayir ve FKÖ(Filistin Kurtuluş Örgütü) çok sert tepki göstermiş ve Mısır’ın Arap dünyasındaki liderlik konumunu sorgulamaya başlamıştır.
Fakat Mısır’ın Arap alemiyle olan kırılma noktasını asıl oluşturan 1978’de ABD’nin girişimleriyle imzalanan Mısır ve İsrail arasındaki Camp David ve ardından gelecek İsrail- Mısır barış anlatması olmuştur. 1978’de imzalanan Camp David’in en çarpıcı yönlerinden bazıları şunlardır:
1-3 Ay içinde Mısır – İsrail arasında kalıcı bir barış antlaşması için müzakereler başlatılacak,
2- Sina üzerinde Mısır’ın egemenliği yeniden tesis edilecek,
3- İsrail, Sina’dan kesin olacak çekilecek,
4- İsrail gemilerine Süveyş Kanalı ve Süveyş Körfezinden 1888 İstanbul Antlaşması çerçevesinde serbest geçiş sağlanacaktır ve yine aynı şekilde Akabe Körfezi ile Tiran Boğazında uluslarası deniz trafiğinin serbestliği temin edilecektir.
Camp David’in ardından 26 Mart 1979’da gelen Mısır- İsrail barış antlaşması ise yaşanan süreçte son noktayı koymuştu. Antlaşmasının en önemli kısmı, tarafların artık birbirlerinin toprak bütünlüğüne saygı göstereceklerini ve barış içinde yaşayacaklarını belirtmesidir. Diğer bir mühim nokta ise bu antlaşmayla birlikte artık İsrail’le Mısır arasında diplomatik ve kültürel ilişkiler resmen başlamıştır.
Yaşanan gelişmeler Batı dünyası tarafından olumlu bir şekilde karşılanırken Arap aleminin tutumu bir hayli sert olmuştu. 27-31 Mart arası Bağdat’ta olağanüstü toplanan Arap Birliği, Mısır’la ilişkileri kesme kararı almış, Mısır’ın Arap Blrliği üyeliğini sonlandırmış ve Arap Birliği’nin Merkezi Kahire’den Tunus’a taşınmıştır. Ayrıca Arap ülkeleri kendi bazında farklı sertlikte reaksiyonlar göstermiştir. Suriye, Mısır- İsrail barış antlaşmasına tepki olarak Sovyetler ile dostluk anlaşması imzalayarak ‘Siyonizm’e karşı ortak mücadele’ vurgusu yapmıştır. FKÖ lideri Arafat ise Sedat’ın içine girdiği ittifakı hainlik olarak görüp, bu ittifakın ‘ezilmesi’ gerektiğini açıklamıştır. Suudi Arabistan ve Irak gibi devletlerin tavırları daha ılımlı olsa da onlar da Arap Birliği’nden çıkan kararlara uymuştur.
Sonuç olarak, Enver Sedat 1967 yılında yaşananlardan sonra genel olarak Mısır politikalarının değişmesi gerektiğini şiddetle savunuyordu. Mısır’ın gerek iç gerekse de dış politikası büyük değişikliğe uğradı. Bu şekilde Sedat Batı’ya daha entegre olmuş bir Mısır oluşturmaya çalıştı, Mısır tarihi yazarlarından Derek Hopwood bunu bir nevi Arap dünyası karşıtlığı ve ‘ABD ve Batı’nın güvenini kazanmak’ olarak tanımlıyordu. Gerçekten de 1977’den itibaren Mısır’ın Arap dünyasındaki itibarı tedricen azalmaya başladı. Sedat’ın İsrail’le olan ilişkilerini Sina ve Gazze şeridi üzerinden sınırlı tutarak, Filistin davasına ikinci önceliği olan bir bölgesel mesele olarak yaklaşmaya çalıştı.
Sedat döneminden sonra artık Mısır sert Batı ve İsrail karşıtlığını bir kenara bırakma sürecinde önemli bir aşama kaydetmişti. Öte yandan eski Arap dünyasının ‘Kaptan Gemisi’ olma özelliğini kaybedecek ve bölgeyi kapsayıcı politikalar yerine daha dar bir perspektifle hareket etmek zorunda kalacaktı.
KAYNAKÇA:
1- Egypt Politics and Society 1945- 1984, Hopwood Derek, Oxford Press, 1982
2- Uluslararası Politikada Orta Doğu, Şahin Yılmaz, Barış Kitap, Ankara 2011
Ali Emre Aydoğmuş
Abdulnasr ile Enver Sedat arasındaki düşünce farklılığı günümüz siyasi dünyasının hala temel sorunu. Ahmet Davutoğlu’nun ‘Stratejik Derinlik’te anlattığı ‘batıyla entegre olurken tarihi köklerinle barışık ve ittifak halinde yaşayabilirsin’ anlayışı aslında bu iki zıt karakteri bir araya getiriyor. Pratikte başarılı olamasa da Davutoğlu’nun anlayışı orta yola daha yakın.