Türk Telekom-Fenerbahçe Ülker maçı öncesi Ömer Onan’la söyleştik. Kendisi bizi kırmadı ve isteğimizi kabul etti. Önce bu nazik tavrı için kendisine çok teşekkür ediyorum.
Ömer Onan benim efsanemdir. En sevdiğim basketbolcudur. Basketbolu bana sevdiren insandır. Hatta ilk yazımı bile Ömer Onan’la ilgili yazmıştım, orada “samimiyetin vücut bulmuş halidir.” demiştim. Gerçekten öyleymiş. Hiç hayal kırıklığına uğramadım. Eğer bu sözleri söylemeden geçseydim bana göre saygısızlık olurdu. Her şey için teşekkürler KAPTAN.
GB:Artık basketbolda oyunculuk kariyerinizi noktaladınız. Kariyerinize takım menajeri olarak devam ediyorsunuz. Tüm kariyerinize baktığınız zaman şu maçın şu anını unutamam dediğiniz bir an var mı?
Çok maç oynadık ama unutamayacağım üç anım var. İlk olarak, 2010 Dünya Şampiyonası. Hem Ankara hem İstanbul atmosferi muhteşemdi. Halkın bize gösterdiği ilgiyi ve sevgiyi asla unutamam. Bu ilgi ve sevgi bir sinerji oluşturdu ve zaten finale kadar yükseldik. Hepimiz çok mutlu olmuştuk. Diğeri ise Fenerbahçe’nin 100.yılını kutladığı 2007 senesinde kazandığımız şampiyonluk. Çok önemliydi çünkü tüm branşlarda 100.yıl nedeniyle camia şampiyonluk bekliyordu. O sene de şampiyonluk yaşadık. Çok şampiyonluk yaşadım, tam 9 tane ama 2007 yılında aldığımız şampiyonluğunu unutamam. Sonuncusu ise 2000 yılında Efes Pilsen’deyken Euroleague’de Final Four oynamıştık. Şu ana kadar Final Four oynayan tek takım o takımdı ve ben de o takımın oyuncuları içindeydim.
GB:Koçluk yapmayı düşüyor musunuz? Öyle bir planınız var mı geleceğe dair? Ya da Avrupa’dan menajerlik teklifi alırsanız kabul eder misiniz?
Şu anda işin çok başındayım. Takım menajerliğinden ziyade genel menajerliğe daha sıcak yaklaşıyorum. Bizim genel menajerimiz var Maurizio Gherardini ve ben genel menajer yardımcısıyım aynı zamanda. Türkiye’de herkesin alıştığı bir kavram değil genel menajerlik. Ancak bütün bütçeyi ayarlama, antrenörü seçme, kadroyu oluşturma, spor marketing gibi bütün organizasyonları siz yapıyorsunuz. Açıkçası şu anda Maurizio’nun yardımcısı olmak beni çok heyecanlandırıyor ve ben bu yolda yürümek istiyorum. Belki de bundan 2-3 yıl sonra bir takımın yönetimini alıp bütçesinden oyuncularına kadar yönetebilirim. Bunun için de çalışmaya başladım. Koçluk yapmayı da bir ara çok düşündüm ancak menajerlik kulvarında devam etmek istiyorum. İlerde zaman ne getirir belli olmaz.
GB:Bu yıl takıma pek çok yeni isim katıldı. Tam 7 tane yeni oyuncu var. Yani yeni bir kimya yaratıldı diyebilir miyiz? Yaratıldıysa siz bu kimyayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Pozitif ve negatif tarafları nelerdir?
Sezon sonunda göreceğiz negatif mi oldu, pozitif mi oldu(Gülüyor). Kimya yaratırken Obradovic geçen senenin eksiklerini görerek bu kimyayı oluşturdu. Geniş bir kadro istedi ve onun istedikleri doğrultusunda bir takım kuruldu. Ancak 7 oyuncunun bir anda eski takım oyuncularıyla kaynaşması kolay değil, zaman alacaktır. Geç dönen oyuncularımız var ve form durumları henüz tam yerine oturmuş değil. Dünya Şampiyonası oynamış oyuncularımız var. Ancak Euroleague’de hedeflerinize ulaşmak istiyorsanız Ocak-Şubat gibi formunuzun zirvesinde olmanız gerekiyor. O zamana kadar vaktimiz var ve takım birbirine uyum sağlayacaktır. En önemlisi ise takım kimyasını biraz da oyuncular kendileri yaratacak. Sahada verdikleri mücadele ve koydukları ruh nemi. Baktığınız zaman offensive olarak hepsi kaliteli ve bilinen oyuncular. Kısaca bize başarıyı getirecek olan; takım ruhunun ortaya konulmasıdır.
GB:Ülkemizde basketbol kalitesi futboldan daha iyi olmasına rağmen –en azından ben böyle düşünüyorum-futbola olan ilgi basketboldan daha fazla bu ilgiyi artırmak için sizin gibi tecrübeli ve örnek bir sporcunun önerisi ne olur?
Baktığınız zaman futbol dünyada da büyük bir endüstriye dönüştü ve bütün ülkelerin birinci sporu halinde. İtalya’da da, İspanya’da da çok seviliyor basketbol ama hiçbir zaman futbolun önüne geçemiyor. Bizim hedefimiz; aslında futbolun önüne geçmekten ziyade şirketlerin, sponsorların basketbola daha çok yatırım yapmalarını sağlamak. Çünkü ne kadar güçlü bir bütçeniz olursa seyirciniz de o kadar artacaktır. Şehir takımlarının artması da çok önemli ama tabii ki futbol gibi geliriniz olmuyor… Şu da bir gerçek; futbol son 2 senedir Türkiye’de çok kan kaybediyor, milli takım seviyesi olsun kulüpler seviyesi olsun. Şimdi en son uygulanan Passolig uygulamasıyla da çok fazla seyirci kaybı var. Bu noktada onun yarattığı boşluğu belki basketbol doldurabilir. Bu sene yabancı sayısını artırdılar, gelen kaliteli yabancı isimler mutlaka izleyiciyi artıracaktır. Dediğim gibi hiçbir zaman futbolun önüne geçmeden ancak alt yapısı iyi oluşturulmuş güçlü bir lig her zaman daha iyi olacaktır. Zaten basketbol, futboldan sonra Türkiye’de 2. olarak yerini almıştır.
GB:Yani önüne geçme değil de en azından eşitlenemez mi?
Şöyle ki bunu İspanya’da da, İtalya’da da eşitleyemiyorsunuz. Şu da bir gerçek ki insanlar futbolu daha çok seviyorlar daha çok izliyorlar. Şimdi örneğin Barcelona çok büyük bir organizasyon. Basketbol takımı da çok önemli bir takım. Her şeyi var seyircisi de var ancak bütçesi hiçbir zaman bir futbol takımının bütçesiyle eşit değil. Yani söylemek istediğim rakam olarak önüne geçmeniz çok zor. Rakam olarak geçemeyiz ancak Avrupa’ya yayılabiliriz. Tabii burada yine bir engel var: İngilizlerin basketbolla alakalarının olmaması. Bu da sponsor bulma yönünden ve basketbolun pay olarak büyümesi yönünden engel. Yine Almanya benzer örnek sayılabilir. Futbolda lokomotif olan 2 ülke basketbola ilgi duymuyor. Almanya yine yavaş yavaş işin içine girmeye başladı. Bayern Münih bir takım kurdu ve iyi gidiyorlar şu an fakat İngiltere’nin hiç alakası yok bu böyle gittiği sürece de globalliğe ulaşmamız kolay olmuyor.
GB:Yeni jenerasyon yani 95-96-97 jenerasyonu Avrupa’da pek çok başarı kazandı. 3 yıl üst üste şampiyon oldular. Hatta 3 tanesi şu an Fenerbahçe Ülker Oyuncusu. Ağabeyleri olarak bu altın jenerasyonu siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Mesela şu anda kaybolup gidecekleri yönünde eleştiriler alıyorlar. Siz ne düşünüyorsunuz?
Ben gurur duyuyorum. Bu çocuklar çok büyük iş başardılar.Burada tek problemimiz bu çocukları oynatmamız lazım. Şu anda ligimizin 5 yabancıya çıkması belki de ligin kalitesini yükseltti fakat biz bunu yaptıysak bu çocukları da oynatacağımız bir platform bulmamız lazım. Alt yapıyı sağlam kurduktan sonra yabancı sayısı çok önemli değil zaten bu olaya karşı da değilim. Ancak hepsini birleştirmemiz lazım. Örneğin Avrupa’da Adriyatik ligi var bütün ülkelerin takımları çok genç yaştan itibaren bu ligde oynuyorlar ve her hafta Euroleague gibi maç yapıyorlar. Gelişimlerine göre Barcelona, Real Madrid gibi Avrupa’nın önemli takımlarına transfer oluyorlar. O çocuklar hiç oturmadan oynamaya devam ediyor. En azından federasyon olarak takımlar olarak oynatamadığımız çocuklarla bir takım kurup Adriyatik Ligi’nde maç yapmalarını sağlamamız lazım. Çünkü bu yaştaki çocukların gelişmesi için oynaması gerekli.
GB:Son yıllarda en büyük sorunlardan biri salonlardaki holiganlık. Hatta geçen sezon Galatasaray, yaşanan olaylar dolayısıyla maça çıkmadı. Bu sorunun çözümü nedir sizce? Siz sporcu olarak ne öneriyorsunuz?
Caydırıcı kanunlarla engellenebilir. Ancak şunu söylemek istiyorum bizde cezalar hep kulübe veriliyor. Artık 2014 senesindeyiz teknoloji gelişti kameralar var yapan insanların cezalandırılıp, kameralar önünde gösterilip, salonlarla statlarla ilişkisinin kesilmesi lazım. Siz 2-3 sene hiç geri adım atmadan takım gözetmeksizin bunu yapabilirseniz o zaman insanlar ben 1 çakmak atarsam 3 sene maça giremem korkusu yaşarlar ve atmazlar. Ayrıca adamın biri gelip sahaya para atıyor kulübe 5 maç oynamama cezası veriyorsunuz bu sefer sponsorlar kaçıyor kulüp maddi kayba uğruyor. Yani kimi cezalandıracağınızı iyi bilmeniz lazım siz bunu yapan kişileri cezalandırmalısınız, kulüpleri değil.
GB:Herhangi bir keşkeniz var mı? Örneğin keşke TBL’de değil de Avrupa’da oynasaydım gibi?
Ben hayal ettiğim şeylerin çoğuna kavuştum. Efes’in alt yapısında 15 yaşında oynarken hayalim milli formayı ve A takım formasını giymekti. Başarılar kazanmak istiyordum. Bunların hepsini gerçekleştirdim. Ayrıca gözümü açtığımdan itibaren Fenerbahçe seyircisiyim. Hep maçlara giderdik ve sporculara gösterilen saygıyı ve sevgiyi ben de görmek isterdim. 9 sene Fenerbahçe’de oynadım 5 sene kaptanlık yaptım, şampiyonluklar gördüm. O açıdan da bütün hayallerimi gerçekleştirdim. Belki Avrupa’da oynayabilirdim diye gençlik zamanlarımda düşünmedim değil. Bu bir keşke değil ama “Nasıl olurdu?” diye bir merak.
Ersin Sezer
ellerine sağlık zevkle okudum, özellikle gazeteye yeni giren arkadaşlarımıza örnek olması gereken bir röportaj olmuş :)
Dilay Özcan
Güzel yorumun için çok teşekkür ederim, Ersin :)