Bir anne-çocuk ilişkisinin sübjektif şımarıklığından öte beş torun içerisinde araya sıkışmış üçüncü torun ilişkisi bizimki. Yirmi bir yıldır tüm ailenin hiç kaçırmadan toplandığı Pazar kahvaltılarında benden hiç bahsetmeyen veya ayıp olmasın diye benim fikrimin temsilcisi olarak seçtiği ebeveynime ‘ne yapıyor oğlan? İyi mi?’ diye sorduğu bilmem kaçıncı kuşak bir dede benim ülkem.
Huzur içinde yaşlanmaya bile fırsat bulamadan yüzündeki kırışıklıklara alışmış bir ülke. Bu biraz da onun aceleci tavrından kaynaklanıyor sanırım.
Daha insan olmayı beceremeden Müslümanlığı tartışmaya başlamış, futbol oynamayı beceremeden taraftarlıkla donanmış, doğru dürüst Anayasa yazamadan Anayasayı çiğnemeye başlamış, siyasal yapısını oturtmadan siyasal iktidarı deviren darbeler yapmış, iç siyasette sorunları çözemeden Ortadoğu’daki tüm sorunlara çare olabilecekmiş gibi naralar atmış, kadını bilmeden kadınlığı tanımlamaya çalışmış vs. Hep bir acele, hep bir telaş içinde benim dedem ülkem. O acelede beni sevmeyi, bana saygı duymayı, gelirken ne getiriyim sana diye sormayı unutmuş dedem ülkem. Varsın unutsun ben onu ararım yine de dedem o benim. Anahtar kelime ‘benim’. O bunu bilmiyor ya da bilmezlikten geliyor ama o ‘benim’.
Son zamanlarda iyice tatsız bir hal almaya başladı ilişkimiz. Dedelikten veya torunluktan reddetme diye bir şey de söz konusu olmadığı için çok gerginiz.
Ben dedim ki dedeme, dede dedim, bu insanların adil yargılanma hakkı diye bir hakları var, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. Maddesinde açıklamış adamlar sen de tamam demişsin, yetmemiş ikinci fıkrada demişler ki “bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır” sen de adamlar haklı ağalar demiş imzalamışsın. Anayasana eklemişsin bunu. Bak cidden benimle alakası yok dede, sen yapmışsın bunu. Biliyorum biraz hatırlamakta zorlanıyorsun ama bir dene gözünü seveyim dedim.
Bana dedi ki hatırladım ama bunlar darbeci. Dedim olur mu öyle şey hemen yargılayın. Dedem yine acele etti, yargılamadan cezalandırdı. Baktım iş ciddi; aileler yıkılıyor, yalanlar söyleniyor, hukuka aykırı yargılamalar yapılıyor, özel yetkili mahkemeler çok özel ve çok yetkili davranıyor ve inanmazsınız insanlar ölüyor; dedim dede dur, yanlış yapıyorsun sen benimsin, beni dinlemek zorundasın. Dedi sen de darbecisin.
Tırsmadım değil, bir ürperdim ama dedemdir dedim yapmaz. Berkin öldü. Ölüm, onun için ciddi bir mesele bile olamayacakken öldü Berkin. Eskilerin (insanların) bir takım hassasiyetleri vardı, çocuk ölünce herkes yas tutar, sessizlik çökerdi. Baktım dedemin elemanlar çıkmış bağırıyor çağırıyor, eylemci diyor yuhalıyor. O gün bitti dedemin evindeki Pazar kahvaltılarımız.
Gerçi dedemin bu huyu zaman zaman çıkarmış ortaya, anlatırlardı gizli gizli. Yaşamadan inanırdım, zaten beni de pek sevmezdi dedem ama anlatılanları yaşayınca kahvaltı bile edemez oldum. Yine de dayanamam arar kavga ederim, dedem o benim, benim ülkem.
Bir süredir yeni torunla takışıyor. O torun az değil. Bu özel yetkili hakimin, savcının, polisin özel yetkilerini el altından sağlayan tedarikçi torundan bahsediyorum. Yakın zamana ait ahlaki, siyasi ve hukuki her türlü çöküntünün içinden bu torun çıkıyor. Ama dedem yine unuttu yargı diye kurduğu bağımsız organı. Yolsuzluk dedi, bu organın torundan olma olduğu söylenen evlatları. Bunun soyu belli dedi dedem ve kendi kurduğu, inşa ettiği organı kesti. Yargılama yapılamadı, bilmiyoruz yolsuzluk var mı yok mu. Bakalım, bir komisyon kurdular (aylarca kuramadılar) 5 Ocak’ta yolsuzlukla itham edilen bakanların Yüce Divan’a gönderilip gönderilmemeleriyle ilgili kararı verecekmiş. Verse ne olur. Benim dedem, benim yargımın bağımsızlığına kelepçe vurmuş telaştan. Dedemin ‘yüce’ dediği divan da benim için bir şey ifade etmiyor yani. Artık hukuk, dedemin ağzına pek yakışmıyor.
Benim dedem ülkem bana hiçbir zaman yakın davranmadı, dedim ya üçüncü torun gibi mecburiyetten arada bir başımı okşadı soğuk soğuk o kadar. Ben alıştım buna da, en son artık dedem taraf ol dedi. Dedim ben futboldan hoşlanmıyorum. Yok dedi ülken için iç siyasette taraf seç, yoksa bertaraf olursun. Olmaz dedeciğim dedim benim kafama yatmıyor hiç biri. Sen nasıl torunsun dedi bana.
Süjeler önemli değil herkes için adil yargılanma diyen bir torunum dedim, bıyık altından güldü.
Her daim, her düşünce için ifade özgürlüğü-basın özgürlüğü diyen bir torunum dedim. Sever sandım, iş yükü azalacaktı sonuçta. Yine olmadı, hoşuna gitmedi.
Ağacı seven, insanca yaşamı özleyen bir torunum dedim; çıldırdı ateş etti bana. Bana isabet etmedi, her ölenle defalarca öldüm öz dedemin kurşunuyla, gaz bombasıyla.
Irkçılıktan, mezhepçilikten, sınıfçılıktan hoşlanmayan bir torunum dedim. Beni mi böleceksin, bölücü müsün dedi
Hukuka aykırı, haksız kazanca karşı alerjim var, bak dedim, varsa çıkaralım ortaya söz ben yardım ederim dedim, o işler karışık anlamazsın o küçücük aklınla dedi, gözlerini kaçırdı.
Ya dedim dede-torun ilişkisinde bu kadar çok karışılmaz insana, en fazla balkondan bir iki lira atılır parasız çocuğa, anne-baba kızarsa dede korur dedim. Bana dedi ki bundan böyle muhalif tiyatrolara devlet yardımı yok, akün-şinasi bunlar hikaye, emek sineması eskimiş yerine bir avm çakalım…
Bir kadınla konuşuyoruz geçen, dedim hayatım kadın-erkek eşit, şahsen seninle eşit olmayı neye göre sınıflandırdığımızı anlamıyorum, her sınıf eşitliği yok eder dedim. Kadın kızardı, hoşuna gitti, dedim bu iş oldu. Dedem çıktı saçmalama torun dedi olur mu öyle şey, sizin doğanız, yapınız farklı dedi bilmezsin sen dedi. Ah dedem ah!
Arada kalmış üçüncü torun bu şekilde yaşamaya çalışıyor, dedem ise hala sevmediği torununun hayatını didikliyor. Dedenin sevmediği üçüncü torunu olmak, ret bile edemeyeceğiniz size ait bir kan bağının genetik olarak sizi hasta etmesiyle eş değer. Üstelik bu örnekte, dedeye kaynağını veren torun, dede tarafından yok sayılıyor. Bahsedilen dedenin bir kolektif ürün olduğu varsayımında dışlanan bir torun, tüm torun birliğinin bozulmasını sağlayacak iken, benim ülkemde, benim dedem beni sevmezken, benim irademi başka torunlara devrediyor. Ah dedem ah! Her şeyi çok yanlış anlamışsın, çok yanlış anlatmışlar, hiç anlatamamışız.