ABD’nin Carolina eyaletindeki Chapel Hill adlı mevkide 46 yaşındaki Craig Stephen Hicks’in gerçekleştirmiş olduğu saldırı sonucu 23 yaşındaki Deah Shaddy Barakat, 21 yaşındaki eşi Yusor Muhammad ve 19 yaşındaki baldızı Razan Muhammad Ebu Salha hayatını kaybetti. Öldürülen gençlerin Filistinli olduğu öğrenilirken, polisin soruşturması zanlının tutuklanmasının akabinde, devam ediyor.
Tabi bir Müslüman ve medyaya profesyonel anlamda ucundan da olsa dahil olan biri olarak bu saldırıyı şöyle okumak da mümkün:
“ABD’nin Carolina eyaletindeki Chapel Hill adlı mevkide 46 yaşında ve militan ateist yaklaşımları olduğu sosyal medyadaki paylaşımları sonucu tespit edilen Craig Stephen Hicks’in gerçekleştirmiş olduğu terör saldırısı sonucu 3 Müslüman genç hayatını kaybetti. Öldürülen gençlerin Filistinli olduğu öğrenilirken, polisin saldırının ‘bireysel’ sebeplerden kaynaklandığının ispatı ve bunun bir terörist eylem olmadığının ilanı adına çalışmalarını devam ettiriyor.”
Doğrusunu söylemek gerekirse, trajikomik şekilde ben artık Müslümanların öldürüldüğü olayların akabinde terör kelimesini kullanmaktan imtina eden, Gazze’de öldürülen 500’den fazla çocuktan sonra halen daha İsrail’in babalar gibi savunuculuğunu yapan Batı medyasına ve Türkiye’de Müslüman dünyasında öldürülen kişilerin Müslüman olduğunu bile söylemekten çekinen sözüm ona İslam’ın kutlu erlerinin bu acınası hallerine alıştım.
Benim derdim, endişem, daha çok bu saldırıların mukabili (hoş, mukabili bile görüldüğünden emin değilim) sonrasında, Charlie Hebdo’ya methiyeler düzüp, İslami terörizm analizleri kasan, “İslam terör dini değildir ama şimdi Müslümanlar da kendine bir baksınlar, biz de onları zamanında çok savunduk” diyerek pişkinliğin son raddesine varan ve “Peygamberin suretinin çizimi hem daha önce varmış ki” diyen entelektüel abilerimiz ve ablalarımızdan kaynaklanıyor.
Hatta Müslüman cenahın zamanında hakkını teslim ettiği biri olan Nuray Mert, Charlie Hebdo’dan sonra şu sözleri dahi kullanmıştı: O karanlık tarihle yüzleşmeyen İslamcılık, ‘dindarlık’, dönüp dolaşıp ‘IŞİD Batı tezgâhı’ demekten öteye geçemiyor. Madem öyle, ağız dolusu telin edin! İŞİD halifelik ilan edince, usul tartışmasına girişmeyin. Bir zahmet, ‘Böyle rezalet olmaz, kim bu insanlar, İslam’ı ağızlarına nasıl alıyorlar’ deyin bakalım da görelim hava değişiyor mu değişmiyor mu? Madem öyle, gazetelerinizde, dergilerinizde El Kaide komutanlarına güzelleme yapmayın.
Entelektüellerin Hurafeleri adlı muhteşem eserinde İbrahim Paşalı, halkın hurafelerinin ağaca çaput bağlamak gibi aleni olmasından aslında pek tehlike arz etmeyeceğini söylerken, entelektüellerin hurafelerinin ise mürekkeplerinde, yazdıklarında ve medyadaki demeçlerinde mahfuz (gizlenmiş) olmasından ötürü daha tehlikeli olduğunu söyler. Özellikle Türkiye’de mevcut olan, kendisini dünyayı kurtaran adam/kadın havasında halka mal eden ancak halkın içinde bulunduğu gerçekleri göz ardı eden, yok sayan bir profil çizen bu arkadaşları, bu hurafeleriyle beraber görebilmek bence hiç de zor değil.
Gelgelelim, bu arkadaşların patolojik bir temel üzerinde arz-ı endam ettiklerini idrak edebilmek belki o kadar kolay olmayabilir.
İçinde yaşadığımız modern zamanlar, insanın yalnız görülebilir, yalnız duyulabilir, yalnız dokunulabilir olanı “algıladığı” ve bilgiye, hazza ve mutluluğa anında ulaşma çabasının kendisini kamçılayıp bir küheylan gibi koşturduğu uçsuz bucaksız bir çöl gibidir. Eleştirinin duyulmadığı, lanetleyen duruşun görülmediği ve “performansa” dökülmediği sürece göz ardı edildiği, ahlaki duruşun bulanıklaştırıldığı olaylar, Demokles’in kılıcına çoktan dönüştü bile. Medyanın sadece istediğini gördüğü, kullandığı dilin başkasını umursamayanların konformist düşüncelerini bozmayacak şekilde oluşturduğunu artık bir hakikat olarak kabullendik.
Nitekim bu patolojik hakikatten en çok yararlanan entelektüeller, en çok ıstırabı çeken de Müslümanların ta kendisi oluyor. IŞİD, El Kaide, Boko Haram, Taliban ve birçok örgütün toplansa 100.000 etmeyecek olan mevcudunun yaptıkları, 1.800.000.000 Müslümana mal ediliyor. Bu örgütlerin yaptıkları görülebilir bir “nefret” aracıyken, 1.799.900.000’ın vicdani duruşu, bu arkadaşlar tarafından “işitilmediği” sürece ne olursa olsun göz ardı ediliyor.
Üstelik bu 1.799.900.000’dan, Doğu Türkistan’da yaşayanlar Çin yönetimi altında “çocuklara dini öğretmeyeceğiz” diye zorla yemin ettirilip, Myanmar’da Budistlerce öldürülüp, Afganistan’da, Yemen’de, Mısır’da, Suriye’de, Gazze’de katledildiği halde, bu entelektüel arkadaşlarımız, halen daha Müslümanlardan eleştirel tutum takınmalarını bekleyebiliyor.
Yanı başında hiçbir kavgaya bulaşmamış, hayatının baharında, evliliklerinin en cıvıltılı zamanlarında yaşayan iki genci ve bir genç kızı öldüren mahlûkun yaptığı bireysel olarak atfedilip, görülebilecek en uzak mesafeye itilirken, “organize” olmasından ve “ifade özgürlüğüne” yapılmasından ötürü Charlie Hebdo’ya yapılan saldırı, yürüyüş yapılarak Müslümanların gözüne sokulabiliyor.
Sorunu görünür olanda yani Müslüman’da ve tepkiselliğinde aradığı halde Peygamberle Usame Bin Ladin’in bir fark teşkil etmediği İslamofobik algıda yani “görünmeyende” olduğu akıllara bilerek veya bilmeyerek getirilmiyor. Onun yerine, Müslümanlara halen daha “temsiliyet” adı altında bir vebal yükleniyor ancak bu “temsiliyet”, aynı zamanda Peygamberden (şüphesiz ki) İslam’ı daha iyi temsil edemeyecek olmanın gerçekliğinde bir kısır döngü yaratıyor.
Bu patolojik durumu gün geçtikçe biraz daha benimseyen entelektüel arkadaşlarımıza şifa dilemek, sanırım o öldürülen üç Müslüman kardeşimiz için rahmet dilemek ve Fatiha okumaktan daha elzem gibi gözüküyor.
Chingiz
Kalemine sağlık. Dualarına âmîn. Şahsen, en azından bir öz eleştiri yapma kabiliyetini geliştirebildiğimizi de başarı olarak görüyorum. Çünkü, başımıza gelenler sadece ‘görünmez elin’ ve ‘görünen medyanın’ yüzünden değildir. Her alanda ‘sömürülebilir’ olduğumuz müddetçe sadece sömürgecileri eleştirmek durumumuzu düzeltmez. Ancak, bu demek değildir ki, öz eleştiri yaparken müslümanca tavrımızda taviz vermek. Bir taraftan saldırıp da öteki taraftan radikalleşmeyin diyen iki yüzlülere karşı hakikati haykırmak boynumuzun borcudur. Bunu da onların kullandığı dil ile haykırmak daha isabetli olur. Çünkü, kendi dilimizle sadece kendi halkımıza hitap edebiliriz.