Kitlelerin ideolojiyle ilişkileri bir karşılıklılık arz eder; aktifliğin koşullara göre el değiştirdiği bu durumda kimi zaman ideoloji kitleyi retoriğin, söylemin, duygulanışların ve eylemin gölgesinde yüceltme boyutuyla araç kılıp sömürür, kimi zaman da kitle ideolojiyi günahları için kullanıp onu çirkinliğinin kılıfı haline getirir. Bu karşılıklı hâl-i pür melal, yıkıcılığın teorikleşmiş fermanını ortaya koyma rolünü üstlenir; el ele vermiş iki keskin gücün potansiyellerini fiile geçirmeleri kitlenin bütün umursamazlığına rağmen gerçekleşir.
İdeoloji söylemindeki karışıklığı aynen eylemine de yansıtır, bütün dünyeviliğine ve bulanıklığına rağmen ölümün kesinliğinden medet umar, retoriğine ölüm methiyeleri serpiştirir, en çok korktuğu şeye gözü kapalı yanaşmak için gereken bütün cahil cesaretini sergiler. İdeallerin dünyasında kendisini sarhoş etmiş halde sağa sola saldırır, kitleye de şarabını sunmaya çalışır ve akla, imanın kılıcı ile elim bir savaş açar. Ancak iman yine ideolojik retoriğin yalnızca bir aracıdır, hiçbir sahiciliği yoktur ve söyleme ölümlü bir ruh bahşetmek görevini ifa edip kenara çekilir.
Kitlenin umursamazlığı uyuşmuşluğundan ileri geldiği için ideolojiyle kitle birbirini pek çok konuda çok iyi tamamlayan iki sadık parça gibidirler. Birbirlerinden besleniyor oluşları birbirleri üzerinde zararsızlıklarına işaret ediyor değildir; karşılıklılıkları acımasız bir tahribat suretine bürünmek için pek çok elverişli koşula sahiptir.
Bu koşulların ilki, en temel olanı nefrettir. Nefret hem kitlenin hem de ideolojinin esas silahlarından biri olarak sahtelikten arınmış bir halde saldırganlığı aşılar. Bu radikalliğin gücünden destek alarak korkunçlaşmış bir yok etme arzusunun tezahürüdür. Düşmanlar, ötekiler, hainler ardı ardına sıralanıp nefretle eyleyecek ideoloji sarhoşuna zarar nesnesi olarak görünür, ona motivasyon oluştururlar. O retoriğin kurduğu perdeli bir gerilimin ortasına bırakılmıştır ve ışıltılı sözlerin etkisinden önünü göremez haldedir. Maruz kaldığı ve etkisiyle kendinden geçtiği söz hiç de örtük olmayan bir nefret ile yoğrulmuştur; bu, kitleye, sözlerdeki ışıltıyı kendisi gibi göremeyen herkese yönelecek saf bir nefrettir.
Nefretin, yok-etme arzusunun akıl-dışılığı ideolojinin akla sağladığı konfor tarafından örtülür, fark edilmez hale getirilir. Muhataplar sorularının yanıtlanmışlığı ile zihinsel huzuru son demine kadar tecrübe ederler ve bir arınmışlık hissiyatına bürünüp bu konforu tatmaktan uzak duran her şeyi bir nefret nesnesi olarak algılarlar.
İdeolojinin bu nefret merkezli niteliği mezkur karşılıklılığa güçlü bir zemin hazırlar; kitle ideolojiye mal ettiği günahlarını başlıca nefret üzerinden işlemiş olduğu için bu durumu her zamankinden daha umursamaz daha bilinçsiz bir tutumla karşılar. Birbirlerini kusursuzca tamamlayıp gerçekliklerini isteklice örten bu ikilinin ötekini yok etme arzuları da ortaktır. Bu ortaklık yine aynı temada ayrı bir ortaklığı haber verir; ideoloji de kitle de nefretle olan muhabbetleri sonucunda kendilerine de kaçınılmaz bir yok oluş yazgısı çizerler. Nefretin savaşa üflediği ruh, ideolojinin retoriğine ancak geçici bir güç sağlayabilir, sonrası için önümüzde sahtelik enkazları ile dolu acı bir karanlık kalır; kitle sükûnetinin ve umursamazlığının cezasını savaşa maruz bırakılıp perişan olarak çekerken ideoloji de araç kıldığı bütün değerlere nefret serpiştirmesinin karşılığını nefretin kendisince verilmiş bir yok olmak hali ile görmek durumunda kalır.