Malum bir çözüm süreci var üst makamlarda, kapılı kapılar ardında yapılan ve bir türlü halka inemeyen o meşhur barış görüşmelerinden oluşan… Bir kısım Erdoğan’ın nasıl hareket edeceğine bakıp ona göre pozisyon belirlerken diğer bir kısım da Öcalan’ın ağzından çıkacak açıklamaları bekliyor… Şunu unutmayalım ki barışın anahtarı ne Erdoğan’da ne de Öcalan’dadır bu barış olacaksa Dolmabahçe Sarayı’nın odalarında değil Anadolu’nun ovalarında, dağlarında,parklarında,bahçelerinde olacaktır yani kısacası bu barış gelecekse ancak bizimle gelecektir.
Fakat gelin görün ki bizler oturduğumuz yerden, düşünmeden, sorgulamadan fikir sahibi olma hastalığına yakalandık.
Mesela Türkiye’de ancak AKP’nin etrafında toplanmış birkaç tane kaba saba, terbiyesiz dindara bakarak dindarlar hakkında fikir sahibi oluyoruz.
Ekranlarda gördüğümüz birkaç sorumsuz Atatürkçüye bakarak Atatürk ile ilgili kanaat sahibi oluyoruz.
Yine aynı şekilde ekranda gördüğümüz dışlanmış, öfkeli gençlere bakarak Kürtlerle ilgili kanaat sahibi oluyoruz.
Bu büyük bir hata. Bu yüzden karşımızdakiyle konuşamıyoruz, önümüze yüksek duvarlar örüyoruz.
Hepimiz kirlendik, Türkiye’deki bütün kesimler… Dindarlar da Atatürkçüler de Kürtler de. Hepimiz bir şekilde birbirimize haksızlık yaptık, birbirimizden özür dilememiz gerekiyor özür dileyip bir an önce yepyeni bir Türkiye kurmamız gerekiyor.
Mesela toplumun bir kesimi dönüp Kürtlere ”Kusura bakmayın size yapılanları görmezden geldik” diyebilmelidir.
Aynı şekilde diğer bir kesimi de Türklere, özellikle de çocuğunu kaybetmiş şehit annelerine dönüp ”Tamam bu devlet bize çok zulüm yaptı, çoluğumuzu çocuğumuzu öldürdü, faili meçhullerle babalarımızı,amcalarımızı ortadan kaldırdı biz de o acıyla bir hata işledik o hatamız geldi senin çocuğunu buldu, senden özür diliyoruz. Hadi gel götüreyim seni Diyarbakır’a gel bak Diyarbakırda’da başka bir tanesi var ki o da çocuğunu kaybetmiş” diyebilmeli.
Gerçek barış süreci işte budur bunun yapılması gerekiyor.
İzleme heyetleri, akil adamlar, görüşmeler,mektuplar bunların hiçbiri bir işe yaramaz eğer halklar birbirleriyle gönülden kucaklaşamazsa.
Oğlunu kaybetmiş bir İzmirli anneyle bir Diyarbakırlı anne başka çocukların ölmemesi için el ele tutuşamazsa hiçkimse söz edemez barıştan.
İçimizdeki aykırılara, kendi düşüncesinin fanatiği olmuşlara karşısındakiyle konuşabilmeyi beceremeyip kavgaya silaha sarılanlara barışla hoşgörüyle yakından uzaktan alakası olmayanlara yeter sus artık diyemiyorsak, barış kelimesini alamayız ağzımıza.
İşte bu yüzden daha güzel daha huzurlu bir Türkiye için karşılıklı diyalogla, empatiyle sıkı sıkıya tutunmalıyız barışa.
Ayrıca tutunurken barışa aklımızda da hiçbir şüphe olmamalı bu ülkenin bölünmesinden yana…
İnşaat makinalarını saatlerce izlemekten gizlice bir keyif çıkarmak bu topraklarda yaşayan halkların ortak bir özelliğidir, biz bölünemeyiz…
Türk’ümüz de Kürt’ümüz de Laz’ımız da Çerkez’imiz de Gürcü’müz de Boşnak’ımız da potansiyel futbol antrenörü, potansiyel jeoloji mühendisi, potansiyel uluslararası ilişkiler uzmanı,potansiyel yaşam ve ilişki uzmanıdır, biz bölünemeyiz…
Piknik meraklısı bir ülkenin halklarıyız, çayır-çimen gördük mü dayarız mangalı ortaya… Biz bölünemeyiz…
Hepimiz hemşehriciyiz, hepimiz aşiretçiyiz, hepimiz ekipçiyiz,hepimiz grupçuyuz, biz bölünemeyiz…
Yoktur halklarımız arasında bir fark her türlü eleştiriyi düşmanlık algılama konusunda, biz bölünemeyiz…
Hep kendimizden başkalarının ne kadar faşist ne kadar ırkçı olduğunu söyler dururuz, biz bölünemeyiz…
Faruk
guzel yazmışsın ama bizim ulkemizde sorun halklarin ve farklı etniklerin arasinda degil, sorun devletin izlediği politikadır ve bunu devlet duzeltmek zorundadır. biz sadece duzeltmede etken olabiliriz ama mesele yine Türk devlet politikasinda