Rahman ve Rahim olan Rabb’in adıyla.

muqaddime

Kelime anlamı da “Önsöz” olan İbn-i Haldun’un Mukaddime’si, İslam siyaset hafızasını anlamak için müstesna bir kaynak.

İslam dini, hiç şüphesiz her meselede olduğu gibi devlet, hükümet, yönetim esasları, siyaset, idareciler ve idare edenler, dahası idare edilenler hakkındaki konularda dahi çok geniş bir yelpazede hükümler getirir, sınırlarını ve taslağını ortaya koyar. Hiç şüphesiz İslam dini itikadımızca en kamil olan dindir. Şüphe yok ki İslam’da siyasete dair telmihler bulamamak onun halelinden (bozukluğundan) değil, gerekli nasihati almasını bilemeyenin halelindendir. İslam, yalnızca insanlara ve insanlığa bazı ödevlerle gelmez, bilakis (tam tersine) komple bir sistemi anlatır ve pratik hayatın tam olarak orijininde durur. Ütopist, hayalperest ve ayakları yere basmaz hiç değildir. İslâm düşüncesinde de siyaset alanı, güç tahkim etme, güç kullanma, hükümranlık kurma, insanları yönlendirme, şekillendirme alanı ve aracı değildir. Siyaset, kurucu bir kaynak değil, Müslüman toplumda hâkim olan hakikat ilkelerinin hayatiyetini sürdürmesini sağlayan koruyucu bir barınaktır sadece. O halde her Müslüman’ım diyen de bu içtimai (toplumsal) ve politik konularda, dinin ahkamlarına uymakla belki de ibadetlerinde sorumlu oldukları kadar sorumludurlar. Bigane (yabancı, tarafsız) olmaları, korkulur ki mesuliyetini de beraberinde getirecektir.

İslam’da Siyaset Yoktur (!)

Ülkemizdeki laik sistem kanaatimce inananların dinle uğraşmamasına değil, aksine var güçleri ile uğraşmaları ve teşkilatlanma çabaları içine girmelerine gebe olmalıdır. Unutulmamalıdır ki bu ülke Anadolu insanınındır. Öyleyse herkes sahiplenme içgüdüsü ile hareket etmelidir diye düşünüyorum. Sayın Nurettin Yıldız bu konuyu şöyle bir metaforla zihinlere kalıcı bir şekilde işliyor. “Motor senin, lastikler senden, kaporta senden, camlar senden, yakıtı da sen koyuyorsun; direksiyonu başkasına bırakıyorsun. Sonra nasıl aracı ben kullanıyorum diyebilirsiniz?” 1920’ler sonrasının Türkiye’sinde ortaya çıkan İslam’da devlet çıkmazı İslam’da siyaset yoktur denilerek perçinlenmiştir. “İslam’da siyaset yoktur” cümlesi Hristiyanlıktan dinimize intikal etmiş tabiri caizse batıl bir cümledir.

İslam’da devletin ve idarenin şekli, ilişikli kurumlar ve bunların muhtevası ile alakalı düzenlemelerin eksikliğinden yola çıkarak İslam’da devletten ve İslami politikadan söz edilemeyeceğini ileri süren Taha Hüseyin, Ali Abdurrazık gibi modernistler; dinin gayesini yalnızca ve yalnızca iman, ibadet ve ahlakla sınırlı görmüşlerdir. Bunlara karşılık çağımız İslam hukukçularının büyük ekseriyeti, geçmiş ulemanın neredeyse tamamı İslam’ın bunlar için bir çerçeve çizdiğini ve bunu gerçekleştirmenin de bir Müslüman’a vazife kılındığını bilkuvve (düşünce halinde) ve bilfiil (iş olarak, sahada) savunmuşlardır. Buna delil olarak da Kur’ân-ı Kerîm ve sünnette devletin unsurları ve vazifeleri ile ilgili bulunan âyetleri, Hz. Peygamber’in uygulamalarını göstermişlerdir.

Üç Tarz-ı Siyaset

Esasında “Üç Tarz-ı Siyaset” 1904 yılında Yusuf Akçora tarafından kaleme alınan, Türkçülüğün ilk manifestosu olarak anılan, Osmanlı Devleti’nde Osmanlıcılık, Panislamizm ve Türkçülük olmak üzere üç siyasi akımı karşılaştırmalı olarak inceleyen bir makalenin başlığıdır. Lakin, günümüz mütefekkirlerinden Yusuf Kaplan konuyu bir istiare (metafor) olarak ele almış ve bu üç tarz-ı siyaseti İslam düşüncesine uygulamıştır. İslâm düşüncesinde siyaset tasavvuruna baktığımızda zaman da karşımıza çıkan tablo siyasetin, dolayısıyla hükümranlığın alanlarını ve nasıl kullanılabileceğini ele veren dışlayıcı değil kucaklayıcı bir tablodur. Sayın Kaplan’ın üç ana siyaset alanı olarak gördüğü alanlar enbiyanın (peygamberlerin), evliyanın ve emirlerin hareket alanları olarak karşımıza çıkıyor. Peygamberlerin siyaseti, hem bâtın (içteki) hem de zâhire (görünene) hükmederken âlimlerinki yalnızca bâtına hükmeder. Emirlerin siyaseti ise ancak yalnızca zâhire hükmeder.

İslam siyaset düşüncelerinin temelini atan zevat, İmam Cüveyni ile talebesi İmam Cüveyni’dir.

 

Bu temel ilkelerden yola çıkarak, İslâm düşüncesinde, ilk siyaset düşüncesinin temellerini İmam Cüveynî ile öğrencisi İmam Gazalî atmıştır. Buna göre, siyaset tartışmaları kat’iyyat (kesin hükümler) ve zanniyyat (içtihatlar) ayırımı üzerinde temellendirilmiştir. Kat’iyyat, Kur’ân ve Sünnet ekseninde, siyasetin, kurucu temel ilkelerini sunar bize. Bu kurucu ilkelerin zaman içinde nasıl uygulanabileceği zanniyyat alanına bırakılmıştır. Meselâ (örneğin), âdil ve meşrû bir devlet başkanını seçme yükümlülüğü kat’î bir hüküm, devlet başkanının nasıl seçilebileceği ise içtihadî (yoruma dayalı) bir meseledir.

O yüzden İslâm siyaset düşüncesinde öngörülen belli bir yönetim biçimi söz konusu değildir; yönetim biçimi, zamana, dolayısıyla içtihatlara bırakılarak halledilmesi öngörülen bir mesele olarak değerlendirilir. İslâm siyaset düşüncesinde yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkiler, bahsi geçen kat’iyyat alanı tarafından belirlenen temel kavramlar çerçevesinde ele alınır ve uygulanır.

 

Dini Siyasete Değil Siyaseti Dine Alet Etmek

Din bir nasihatler bütünüdür. Politika ise aslında bir manada onu nasihat olmaktan uzaklaştırır, onu kendisine, maalesef ki maalesef, alet eder. Kimi dini otoriteler siyasetle iştigal etmemeyi, ondan kaçınmayı çok daha sağlıklı bulsalar da büyük çoğunluğunun üzerinde müttefik olduğu bir nokta var ki o da kaynağını Peygamber Efendimiz’in şu hadisinde buluyor desek sanırım yanlış olmaz:

“İş, ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekle.”

Hz. Muhammed (SAV)

Hülasası (özet olarak) diyeceğim o ki, eğer siyasetle ilgilenmek kaçınılmaz ise din siyasete değil, siyaset dine alet edilmelidir. Bunu kasıttan niyetimiz sarihtir. Zira din amaçtır, araç haline dönüştürülemez. Siyaset ise dine hizmet edecek bir alet olabilirse ne ala, ne mutlu ona. Hem böylece, siyaseti dinsizliğe alet edenlere, dinin ulviyeti (yüceliği) de gösterilmiş olur. Bu bağlamda, Müslümanlar olarak hiçbir siyasi partiye biatlı olamayacağımızı, ama bu ülke adına siyaset yapan bütün siyasi oluşumlara İslamî hassasiyetlerimiz istikametinde var gücümüzle destek olabileceğimizi veyahut yine hassasiyetlerimiz namına hesap sorabileceğimizi de buraya not düşüyorum.

Elbette ki yıllardır süregelen tartışmaları acizane birkaç kelamla sonlandırmak yahut o çabayı gütmek haddim değildir ancak, kanaatimce vakit Bismillah deyip işe koyulma vaktidir. Bir girizgah için fazlaca etraflı bir konu olmakla birlikte; kafalardaki temel sorulardan birisine değinmek, en azından şöyle bir temas etmek gayesi ile bu konuyu ileride daha derinlemesine incelemek üzere sonlandırıyorum.

Gayret bizden, Tevfik ancak O’ndandır.

Not: Dil ve anlam tartışmasının aşılması ve içeriğin tartışılması amacı ile bir defaya mahsus (özgü) olmak üzere “Türkçe olmayan” kelimelerin anlamlarını açıklamaya gayret ettim. Hoşgörünüze sığınıyorum.

 

Tavsiye Eserler:

 

Muhammed Hamidullah – İslam’da Devlet İdaresi

Prof. Harun Han Şirvani – İslam’da Siyasi Düşünce ve İdare (Mütercim: Kemal Kuşçu.)

İbn-i Haldun- Mukaddime

 

Leave a Reply

3 comments

  1. ünal boz

    İslamda siyasetin yeri derken islam inanç tarihinden mi? söz ediyoruz yoksa islam düşünce tarihinden mi?
    Birşeyleri birşeylere alet etmek inancı kavrama getirmektir, sürekli kavramsallaştırmaksa reçeli kavanozdan yalamaya benzer.
    Bu nedenle duygusal,imani ve inançsal bildirimler kavramsala dönüşmemelidir.
    Geleneksel ahlak toplumsal ahlak demektir. Bu kavram da hukuk ve siyasette karşılık bulur.
    Zaten hep yaptığımız budur; lafız değişmez yorum değişir. Ayetlerin anlamlarını da hissiyatımıza uygun olarak değiştiririz.
    Değişim degerinin kullanım değerine evrilmesi ahlakın ve siyasetin bireyselleşmesine neden oldu.
    Böylelikle yorumcunun öznel becerisi olarak yorumcunun hanesine yazıldı.
    Artık siz genç nesillere tavsiyem çözümlerin dayanacağı ilkeler üzerine kafa yormanızdır.
    Açıklamalar normatif olmamalı borsayı bilmeden faiz konuşmamalıyız.Dimağımızla düşünmeliyiz.
    Çünkü düşünce inançtan önce gelir, bilinç ise ibadetten. İnançla ilim, ibadetle tefekkür çatıştığında kararın hangisinden yana olacak karar ver. Neden dersen ibadet tefekkür için başlangıçtır da ondan.

  2. Selman Yalvaç

    İslam düşünce tarihi, inanç tarihinden kanaatimce gayrı değildir. Ama bunun kategorize edilmesi elzem ise düşünce tarihinden bahsettiğimizi söyleyebiliriz.
    Kavrama dökülmeyen din, gündelik olandan uzak kalır.Bu da benim tercih edeceğim bir mevzu değildir.Oysa din orijindir. Akarsuyun kaynağıdır.
    Tefekkür sınırlar içerisinde anlamlı ve değerlidir. Tefekkür adı altında insanın kolayına geldiği şekilde, temel dinamiklerinden uzaklaştırılmış “inanç”ların ne kıymeti kalır ki?
    Ayrıca benim iman ettiğim odur ki tefekkür de bir ibadettir. İbadetin, ibadete başkaldırısı; oruçlu insanın yorgun olduğu için namaz kılmamasından farksız mıdır?
    :)

  3. ünal boz

    Akarsu harekettir. Deklinasyona yol açar. Bu da bozulma demektir. Fesatın olduğu yerde hareket olur.
    Bak nasıl kavrama döküyorum oldu mu?
    Kavrama dökülmeyen din’den bahsediyorsun. Nasıl kavrama dökelim örneğin Tanrı 3 boyutlu mu?
    Kısacası sen varsaymak istiyorsun.
    Düşüncenin ürettiği inançla ondan önceki inanç çok farklıdır.
    İnancın sıhhati önemlidir. Bunu düşünce tayin eder.
    İnanç kalıcı olmaz düşünce onunla olmazsa
    Çünkü ortaçağda epistemolojik nedenlerle dünya dönemezdi.