Yeni yeni hesaplaşmaya başlanılan, geride bıraktığımız yüzyılda İslam’ı ve Müslümanları baskı ve zorba yoluyla asimile edilmesi için elinden geleni yapan İslam karşıtı güçler, artık yeni bir metodoloji geliştirerek karşımızda bizim argümanlarımızla duruyorlar. Gerek İslami teraküme saldırarak, gerekse de “Quasi-İslami”gruplara lojistik destekleri ile kaleyi içten fethetmenin yollarını yana yakıla arıyorlar. Klasik, modern ve post-modern olarak üçe ayırarak inceleyebileceğimiz bu gayrimüslim taarruzun aşamalarını kısaca görmekte fayda var.

Klasik Dönem 

Aslında klasik dönem olarak tanımlayabileceğimiz dönemde taarruz bilfiil meydanda gerçekleşmiş ve harp hukuku çerçevesinde gelişmişti. Darü-ül İslam ile Dar-ül Küfür akla kara gibi ayrıydı. Dar’ül küfür kategorisinde yer alan ülkelerin bir kısmıyla savaş halindeydik ve harp hukuku hâkimdi. Bir kısmıyla sulh ilişkileri câri olmuştu. Ama her halükarda, gerek İslam coğrafyasında bizimle yaşayan gayrimüslimler itibariyle, gerekse Dar’ül İslam’ın dışında yaşayan gayrimüslimler itibariyle, aramızda hep bir engel, bir berzah olmuştu. Bu dönemde Müslümanlar, gayrimüslimlere benzemekten imtina ederken; aynı şekilde onlar da ilişkilerinin girift bir hal almasını istememişlerdir Keza bu iki kategorik yapının birbirine herhangi bir şekilde mütedahil olması engellenmiştir. Klasik dönemde gayrimüslimlerin Müslümanlarla mücadele tarzına baktığımızda, ilmî planda reddiyeler üzerinden giden bir ilişki var. Müslümanlar gayrimüslimlere reddiyeler yazıyor, onlar da Müslümanlara reddiyeler yazıyor.

 Modern Dönem

Bir sonraki adıma geçtiğimizde karşımıza Oryantalizm hareketleri etrafında gelişen modern dönem çıkmaktadır. Gayrimüslimler Müslümanlarla artık cepheden mücadele edilemeyeceğini, bu mücadelenin sonuç getirmediğini keşfedince, sömürgecilik hareketlerine de imkân hazırlayacak büyük bir proje olarak oryantalist çalışmaları ortaya koydular. Ağırlıklı olarak 19. ve 20. yüzyıllarda, Oryantalist yetiştiren özel müesseseler kurdular ve buralara bütçe, insan, emek anlamında devasa yatırımlar yaptılar. Bu dönemde bizim ufkumuzun alamayacağı kadar ileriye dönük planlar yaparak, deyim yerindeyse üst düzey bir belediyecilik örneği göstererek alt yapı çalışmalarına yoğunlaştılar. Bu dönemde yağmalanan kütüphanelerdeki kitaplar yakıldı zannedenlerin yanıldığını düşünüyorum, bilakis bir çoğu alındı ve üzerinde ciddi çalışmalar yapıldı. Ulaşamadıkları eserleri de ilmi çalışma kılıfıyla istihdam ettiler ve çok boyutlu İslami çalışmalar gerçekleştirdiler. Bunun yöneldiği tek bir hedef vardı: Müslümanların zihin haritalarını çıkarmak ve kalenin planlarını ellerine geçirmek.ehli-sunnet-ve-kuran-in-tahrifi-meselesibf7480f90d

 

Bunun en göze batan sonucu ise bütün bu altyapı çalışmaları sonunda İslam dünyasında o güne kadar hiç görülmemiş bir aydınlar sınıfı otaya çıkmasından başkası değildir. Bu oryantalist hareketler, geçtiğimiz yüzyıl İslam dünyasında da yavaş yavaş müstağripler dediğimiz bir kadroyu oluşturdu. Türkiye’de, Mısır’da, Hindistan’da, hemen yerde, kafasını batıya satmış, beyninden yakalanmış, batılı zihin kodlarıyla düşünen, daha doğrusu batıya perestiş eden bir kadro oluştu. Cemil Meriç, Mağaradakiler adlı eserinde müstağripleri tartışır ve son kertede şöyle özetler: “Müstağripler 1960′lara kadar aynı yalanları çeşitli üsluplarla tekrarlayan bir topluluk. Aydın, efendisinin ilaçlarını çalıp içen ahmak uşak.”

 Post-Modern Dönem

Son olarak ise üçüncü adımda karşımıza “Post modern Dönem” çıkıyor ve bir hayli can yakıyor. Bu bahsini ettiğimiz yeni metot ile aslında İslami ilimlerle orasından, burasından hasbelkader haşır neşir olmuş insanlardan (Müslümanlardan) bahsediyoruz. Maatteessüf, İslami tenkit de, ümmet eleştirileri de bu insanlar üzerinden yürütülmektedir. Ortada hakikat peşinde koşanları geçtim, hakikati savunacak insanlar bile birer birer azaldı yahut azaltıldı. Çoğusu “Çok değiştik, artık birçok şey eskisi gibi değil.” diyerek vicdanlarını da aklayıp kumandalarını ellerine alıp zap yapmaya kaldıkları yerden devam eder oldu. Daha önceki iki dönemde hak ile batıl şeklini almış cidal ediyordu ve bu işin delikanlıcasıydı. İşte en tehlikelisi de bu post modern süreçte yaşadığımız daha soft, daha sinsi ve tehlikeli metotlar.51q33QJq77L._SY344_BO1,204,203,200_

Burada fark etmemiz gereken bir şey var. Bu gürûhun çeşitli seviyeler ve biçimlerde ayrıştırıcı, kategorize edici bir teklifleri var. “Kur’an ve sünneti ayrı tutalım. Kur’an ve sünnetteki Müslümanlıkla, Müslümanları ayrı tutalım. İslam başka şeydir, Müslümanlık başka şeydir. İtikat başka şeydir, Şeriat başka şeydir, Akaid başka şeydir, Fıkıh başka şeydir. Kur’an ve sünnet başka şeydir, ümmetin tarihi tecrübesi başka şeydir” gibi ayrıştırıcı, kategorize eden, etiketleyen tasnifler ortaya koyuyorlar ve bunlar çok tehlikeli. Bunların hiçbirisinin bizim zihin dünyamızda, tarihi tecrübelerimizde bir karşılığı yok. Hiç kimse tarih içerisinde böyle ucube ayrımları dillendirmiş değil. Biz, Postmodern dönemde din ve değişim meselesini tartıştığımız kadar başka hiçbir dönemde tartışmadık. “Din ve değişim, Din ve dünya, şeriat, ve fıkıh…” Bütün bu tartışmaların arkasında batıdan gelen oryantalist zihnin oluşturduğu bir dünya var.

 

Merhum Ali Fuat Başgil, Ankara’da ilk ilahiyat fakültesinin açılışında, müfredâta ve fakültedeki havaya baktı, ardından şu tespitini yaptı: “Buradan din âlimi çıkmaz, çıksa çıksa din tenkitçisi çıkar.” Gerçekten de öyle oldu. Bu olan da esasında istenenden başka bir şey değildi. Hülasası, toparlamak gerekirse ataların at sırtından inmesi yahut indirilmesi bizleri de vurdu. Akla (Dar’ül İslam) kara (Dar’ül Küfür) birbirine karışınca ortalık “gri”lerle doldu. Günümüzde mezhepler, modernite ve gelenekçilik, tarikatler ve tasavvuf bu kadar tartışılıyorsa bunun altında sebep aramamak en hafif tabiri ile akıl noksanlığıdır. Siz bu konuyu ister IŞİD’e, ister antikapitalist Müslümanlar’a, isterseniz de radikal İslamcılara yorun. Son olarak buradan, mücahitlerle(!) gökdelenlerin aynı hızla çoğaldığı İslam diyarlarına selam ederim.

 

Leave a Reply