Enerji ve diplomasi toplumların kaderlerini etkileyen iki önemli konu. Dış politika unsurlarını, ekonomik bileşenleri etkileyen bu olgu; günümüzde ülkelerin kullandığı iki etkili yumuşak güç aracıdır. Bu iki olgu birbiri içinde de etkileşim halindedir. Türkiye’de SSCB’nin dağılmasından sonraki süreçte, Türkiye de bu alanlarda girişimlerde bulunmaya başladı. Sekizinci Cumhurbaşkanı Sayın Turgut Özal döneminde temelleri atılan birçok proje geçtiğimiz 15 yıl boyunca tamamlanmaya çalışılmış ve bunlara mevcut enerji piyasasının ihityaçlarına göre yenileri eklenmiştir. Ancak bu projeler mevcut koşulların gerektirdiği ölçüde engellerle karşılaşmaktadır.
Türkiye jeopolitik ve jeostratejik konumu bakımından Avrupa’ya enerji transferi konusunda eşsiz bir coğrafyaya sahiptir. Bunun en güzel örneği Kıbrıs’ta Türkiye’nin rızası dışında İsrail ve GKRY adına faliyette bulunan Noble Co.’nin projeleri için finansman bulamaması gösterilebilir. Çünkü Akdeniz ve Ege Denizi’nin altından LNG için bir boru hattı geçirmenin maliyeti 10 milyar dolar olurken -ki Leviathan’da bu büyüklükte bir rezervin olduğu düşünülmüyor- Türkiye’nin topraklarını ve karasularını kullanarak boru hattı inşa etmenin maliyeti 5 milyar dolar civarında. Bu durum gösteriyor ki, Türkiye sadece jeostratejik konumunu kullanarak boru hattı maliyetinde 5 milyar dolarlık bir kazanç sağlayabiliyor.
Bunun yanı sıra, bahsedilen alanlarda Türkiye’nin önüne farklı engeller de çıkmaktadır. Bu engeller; coğrafi koşullardan, politik çatışmalardan, çevrecilerin faaliyetlerinden vs. doğmaktadır. Tabi saymak istenilirse yüzlerce engel çıkarılabilir ama başlıcaları şunlardır:
Doğal Bariyerler: Doğal bariyerler coğrafi koşulların enerji boru hattı transferine izin vermemesi anlamındadır. Bu engeller arttıkça, boru hatlarının inşaat maliyeti de artmaktadır. Bosphorus Energy Club’ın Başkanı Sn. Mehmet Öğütçü’ye göre Doğu Akdeniz gazı buna en iyi örnektir. Ege Denizi’nden ve Akdeniz’den enerji hatlarının geçişinin zor olması bugün İsrail’in Leviathan’daki gazı yurtdışına boru hatlarıyla pazarlamasını engellemektedir.
Çevresel Faktörler: Çevrecilerin endişelerini içeren bir bariyerdir. Bunun tarihteki en büyük örneğini ABD ve Kanada arasında oluşturulmak istenen Keystone Oil Pipeline göstermektedir. Çevreci STK’ların endemik bitki türlerinin zarar görebileceği sebebiyle Amerikan Senatosu’na baskı uygulamasıyla bu proje rafa kaldırılmıştır. Türkiye’yi ilgilendiren kısım ise Trans-Caspian Sea Project’tir. Bu projeye göre, Kazakistan ve Türkmenistan’dan elde edilecek gaz Hazar Denizi altından Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya pazarlanacaktır. Ancak Rusya’dan Alexander Golovin, deniz için bu projenin tehlike doğuracağını aktarmıştır. Yine aynı şekilde 2008 yılında İran’dan Mehti Safari, bu projenin Hazar Denizi’ndeki balık türlerinin zarar görebileceği münasebetiyle projeye karşı olduklarını belirtmiştir.
Politik Çatışmalar: Politik çatışmalar da başlıca engellerden biri olarak algılanabilir. Örneğin; İsrail ve Lübnan arasındaki karasuları çekişmesi, Türkiye ve GKRY arasındaki tanınma problemi ve diğer sorunlar Doğu Akdeniz gazının çıkarımı ve inşası konusunda bir engel teşkil etmektedir. Bunun yanında Rusya ve İran yine Trans-Caspian Pipeline Project için 1921 ve 1940’lı yıllardaki anlaşmaları göz önüne sunarak kendilerinin de proje için onay vermeleri gerektiğini savunmaktadır.
Türkiye’nin karşısında bulunan bir diğer engel de İran-Türkiye-Avrupa Doğal Gaz Projesi’dir. Çünkü İran’ın Batı dünyası tarafından izole edilmiş yapısı projenin gerçekleşme ihtimalini azaltmaktadır. Ayrıca 4.000 km NABUCCO projesi AB tarafından gerçekleşmesi muhtemel gözle bakılmazken, 5.000 km bu proje için fazla umut beslenmemektedir. Zaten bu proje finansal destekten de uzak kalmıştır.
Türkiye’nin enerji piyasında bir diğer engeli ise Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti ile yapılan anlaşmalar yer almaktadır. Türkiye, Kürdistan Bölgesel Hükümeti ile anlaşması neticesinde Kuzey Irak topraklarından çıkarılan gaz ve petrolü dünyaya pazarlayacaktır. Ancak Irak Merkezi hükümeti, Türkiye’nin yer altı kaynaklarını ucuza satın almak amacıyla Irak’ın bütünlüğünü tanımadığını, Barzani hükümetinin dış ticaret anlaşması yapmaya hakkı olmadığını belirtmektedir. Bu durumda Türkiye ve Irak arasındaki ilişkiler gerilmiştir.
Kısacası, Türk Enerji Politikası’nın hem güvenlik hem de piyasa anlamında çözmesi gereken birçok sorun bulunmaktadır. Bu noktada Türkiye’nin küresel ölçekte olmasa da bölgesel anlamda hükümetlerin ideolojilerinden uzak enerji devlerinin ortaya çıkması gerekmektedir. Bu sorunlara sunulabilecek diğer çözüm olanaklarını da önümüzdeki yazılarımda belirtmeyi amaçlamaktayım.