Dünya’da her olayda onların parmağı vardı, “Dünya’nın Jandarması” olarak anılıyorlardı. “İnsan Hakları” adı altında Dünya’nın değişik bölgelerine operasyonlar yapan ABD’nin, Ortadoğu ülkelerine, Kuzey Afrika’ya, Sahra altı Afrika ülkelerine yaptığı operasyonlar hep konuşuldu. Belki o dönemin koşulları altında ABD bu şekilde hareket etmek zorundaydı. Petrol ve doğal gaza artan talep sadece ABD’de değil dünyanın değişik ülkelerinde de baş gösteriyordu. Bu konuda realist politikalarla hareket eden G.W. Bush yönetimi bunu göz önünde bulundurmalıydı. Aynı dönem içinde benzer sebeplerle hareket eden T. Blair’a baskı kuran bazı İngiliz enerji şirketleri de enerji kaynaklarını dünya ile paylaşmayan Saddam Hüseyin, Kaddafi gibi şahıslara kayıtsız kalamazdı. Nihayet sonuca da kısa sürede ulaşıldı. 2003 Irak Savaşı’ndan sonra Iraq Petroleum Company’nin hisseleri paylaşıldı. %23.75’i Socony-Vacuum ile beraber markete giren Standard Oil of New Jersey’e yani Exxon’a devredildi, %23.75’i ise Anglo-Iranian Oil Company, yani BP’ye, diğer %23.75’i ise Royal/Dutch Shell’e devredildi. Yani şirketler almak istediklerini elde ettiler. Her zaman bir plan program çerçevesinde hareket eden Birleşik Devletler, aynı geçtiğimiz gün ABD’nin yeni Genelkurmay Başkanı olması beklenen Orgeneral Joseph Dunford açıkladığı gibi, Sunni ve Şii olarak iki ayrı devletin temellerini hazırlamıştı. Ancak Duford’a göre Irak’taki kurulan sistemin ve amaçladıkları daha iyi bir sistemin oturabilmesi için Şii ve Kürtlerin birlikte hareket edebileceği kanaatinde. Böylelikle üç ayrı devletçik için ABD ısrarını devam ettirmekte: Kürt, Sunni ve Şii Irak Devletleri…
Her ne kadar ABD’nin Genelkurmay Başkanları, yeni muhtemel genelkurmay başkanları, senatörler vs. Ortadoğu ile ilgili açıklamalarda bulunsalar da bölgeye yönelik kesin ve direkt söylemlerden kaçınıyorlar. Bush yönetimi altında bölge için hem askeri hem ekonomik anlamda daha aktif politikalar üreten ABD’nin, Obama yönetimi ile bu eksenden uzaklaşıp diğer bölgelere odaklandığını görebiliyoruz. Obama’nın Milli Güvenlik danışmanı Tom Danilon da bu konunun altını çiziyor. Obama yönetimi başa geçtiği günden bu yana finansal bir kriz ile boğuşmakta, öte yandan Irak’ta istenilen başarının elde edilememesi Obama üzerinde büyük baskı oluşturuyor. Bush’un politikalarını devam ettirmekten çekinen Obama da Ortadoğu’da askeri bir varlık bırakmamak için Irak’tan çekilme kararını bu baskılarla verdi.
Ancak bütün bu olayların arkasında bir de enerji politikalarını incelemekte fayda var. Finansal krizden bunalan ABD yönetimi, Amerikan askerlerinin bölgede bulunmasının maliyetinin yüksek olduğunun farkında. Ne var ki enerji güvenliği için elinde bulundurduğu sahaları elinden çıkarmak istemeyen Birleşik Devletler, Obama yönetimi altında yeni bazı çözüm yollarına gitti. Enerji anlamında dışa bağımlılığı azaltmak için yenilenebilir enerji kaynaklarına ağırlık verildi. Bunun yanında kaya gazı kullanımında da %43 artış gözlendi. Aynı zamanda Kanada ile beraber ABD kendi toprakları içerisinde yeni petrol ve gaz kaynakları arayışı içinde. Dolayısıyla Ortadoğu’ya da ihtiyacı her geçen gün azalmakta. Yenilenebilir enerji kaynakları için çalışmalarını hızlandıran ABD, bunun yanında enerji verimliliği için de teknolojisini üst seviyeye çıkarmaya çalışıyor. Böylelikle Fosil yakıt tüketimi de düşüşe geçiyor. Aşağıdaki grafik bu durumu en iyi şekilde özetliyor:
Bu perspektifte ABD’nin dışa bağımlılığı azalıyor, en azından Ortadoğu’daki maliyetlerinden belli ölçüde kurtuluyor. Bunu günümüzdeki ABD politikalarından anlayabiliriz. IŞID’e karşı beklenilen tepkiyi koyamadı Ortadoğu’da, sadece bu bölgede değil, Kuzey Afrika’da da aktif bir şekilde hareket edemedi. Libya’ya operasyonun büyük bir yükünü Fransa ve İtalya çekti, aynı şekilde Mali’ye yapılan operasyonda da ABD yerine Fransa’nın parmağı vardı. Dolayısıyla ABD bölgede hissettirdiği jandarma görevini bırakmış gibi duruyor. Ancak Obama yönetimin en büyük korkusu Ortadoğu enerji pazarının Çin’in tekeline geçmesi. Çünkü M. Klare’in hazırladığı rapora göre, ABD’nin bölgeden petrol ithalatı mevcut azalmayla devam ederse 2040 yılında 9.5 milyon varilden 6.9 milyon varile azalacak; Çin’in ise 5 milyon varilden 14.2 milyon varile artacak. Hatta son yıllarda Ortadoğu’dan çıkarılıp Malaka Boğazı’ndan geçen 15.8 milyon varillik petrolün 5.5 milyon varilden fazlası Çin Halk Cumhuriyeti’nde alıcı buluyor. Kısaca Ortadoğu’da Çin’in etkisi gün geçtikçe artıyor. Zaten Doğu Afrika’da mineral ve maden sahalarını ellerine geçiren Çinli firmalar, Kuzey Afrika için de ABD ve Avrupa’yı tehdit eden konuma geldi. Bu durumda ABD’nin endişelerini haklı görebiliriz. ABD buna karşılık Ortadoğu pazarını Avrupalı firmalara bırakma çabasında. Aynı durum Kuzey Afrika için de geçerli. ABD bu girişimlerinin yanında Çin’e karşı Güney Çin Denizi’ndeki kozları kullanma taraftarı. Yıllardır Çin ve diğer bölge ülkeleri arasında problem yaratan bu denizin aktörleri Malezya, Filipinler, Vietnam, Brunei, Endonezya, Tayland ve Tayvan. Her ülkenin birbirleriyle kıta sahanlığı ve serbest ticaret bölgesi sorunu var ama Çin Halk Cumhuriyeti’nin petrol veya gaz olabilme ihtimali olan Spratleys Adaları ve Paracel Adaları üzerinde kesin hakimiyet kurmak istemesi bölge ülkelerini Çin’e karşı bir gücün şemsiyesi altına girmeye itiyor. Bu da doğal olarak ABD’ye o bölgede yeni bir rol biçiyor. Obama yönetimi bölge ülkeleri araştırma gemisi hibe ediyor ve bazı ülkelere açık destek sunuyor.
2035 yılından sonra dışa bağımlılığını büyük ölçüde bitirmeyi amaçlayan ABD, günümüzde yerel enerji kaynaklarının kullanımına ağırlık veriyor. Bu da Amerikan Dış Politikası’nı direkt olarak ikili ve çoklu ilişkiler bağlamında etkiliyor. Bush yönetimi altındaki ABD’nin Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınacak olan gaz ve petrolün projeleriyle yakından ilgilenirken, Obama yönetimi gerekli önemi göstermiyor. Ayrıca Kırım’ın Rusya tarafından işgaline Osetya’daki kadar tepki gösteremeyen mevcut yönetimin tavırları Avrupalı devlet adamlarının akıllarına ABD’nin Rusya ile beraber Pasifik Okyanus’unda ortaklaşa projelere imza atacak mı sorularını gündeme getiriyor. Ayrıca bu tarz projeler de yine Çin’in gücünü kırmaya yönelik bir hamle olarak nitelendirilebilir. Bu bağlamda ABD’nin Kuzey Afrika, Ortadoğu hatta Kafkaslar üzerindeki etkisinin daha da azalması beklenebilir. Kısaca yeni Amerikan Enerji Politikaları yeni Amerikan Dış Politikasını oluşturuyor. Bu durumdan Avrupa’nın, Ortadoğu’nun ve Güney Doğu Asya’nın etkilenmesi kaçınılmaz olacaktır.
Cox, M., Lynch, J., Bouchet N. (2013) US Foreign Policy and Democracy Promotion.
M. Klare (2014). How the US Energy Boom is Harming Foreign Policy
Dannreuther, R. (2010). International Relations Theory: Energy, Minerals and Conflict