Bir olgu, bir sistem, bir şahsiyet tarihsel olarak incelenmediği sürece eksik kalacaktır. Bu noktada tutarlı, sistematik bir bakış açısı, tarihsel ele alışı konunun bütünlüğü açısından kendini dayatmaktadır. Milliyetçilik Fransızca yakın kök nation, Latince nationem kelimesinden soy ırk anlamına gelmektedir. 13. yüzyılın sonlarından bu yana siyasal olarak örgütlenmiş bir gruplaşmadan çok milliyetçilik, ırksal bir grup anlamıyla kullanılmıştır. Bu anlamlar arasında açıkça çakışma olduğu için, siyasal oluşum şeklindeki baskın modern anlamın ortaya çıkış tarihini belirlemek kolay değil. Öte yandan Türk milliyetçiliğinin çıkışı daha belirlenebilir niteliktedir. Türkiye’de siyasal milliyetçilik 1903 yılında Yusuf Akçura tarafından yazılan Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalenin yayınlanmasıyla başlar. Bundan önce Sultan III. Selim’ e kadar uzanan bir tarihçe verilebilirse de bu daha çok kültür üzerindeki etkisiyle sınırlı kalmış siyasal hayatta var olması bu makaleyle mümkün olmuştur.
İslam milletinin Osmanlı içindeki ayrıcalıklarını 1839 Tanzimat Fermanı sonrası gayrimüslimlerle paylaşmayı reddeden bir milliyetçilik türünü savunan Genç Osmanlılar, siyasi alanda bu olgunun hayat bulmasının temellerini atmışlardır. Oluşan bu yeni siyasi bakış temelinde azınlıkların durumu sorgulanmış, toplum dışına itilip, ötekileştirilmişlerdir. Osmanlı’dan kalan nadir iyi miraslardan sayılabileceğimiz toplumun bütünlükçü ya da azınlık hak ve özgürlüklerine daha çok önem veren düşünsel sistemi, yerini bir ırk temellinde yükselen sisteme bırakmıştır. Kısaca ‘Elhamdülillah Müslümanım’ diyenler devletin ideoloji değişimi sonrası ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ diyen bireylere dönüşmüşlerdir. Toplumun mozaik yapısının bozulmasıyla beraber -ki bunun iyi olup olmadığı hakkında tartışmalar da hala güncelliğini korumaktadır- Türkler kendi ırklarını ve iktidarcı anlayışlarını, devletin sahibi olduklarını dile getirerek milliyetçilik algısının oluşmasının temellerini oluşturmuşlardır. Kürtler, birleştiriciliğiyle veya Osmanlı’nın son dönemlerinde ortak bir din algısıyla yeni milliyetçi sistem ve onun dayattığı iktidara karşı başkaldırmaya başladı. Osmanlı’nın son dönemlerinde başlayan ve günümüzde hala iktidarlarla etkisi hissedilen bu olgu, Türkiye ve Kürdistan topraklarında isyanların temel nedenlerinden biri olmuştur. Günümüzde özellikle Kürtler özelinde devam eden bu inkar politikası siyasal bakış açısının bir asırdır devam ettiğinin göstergesidir. Kürt halkının bu denli bir asimilasyon politikasına direnmesi, Kürt idealinin geleceğe taşınmasıyla mümkün oldu. Kürdistan gazetesi, Kürt Teavün ve Teraki Cemiyeti, Azadi ve Hoybun örgütleri, Devrimci Kültür Ocakları ve HEP gibi kurumsallaşmaların Kürt halkındaki bilinci diri tutmasıyla mümkün olmuştur. Asimilasyon politikası -bu politikaya Türkleştirme politikası da denebilir- yaşamın her alanında yapılan baskılarla halka dayatılmıştır. Kürt halkının asimilasyonunda okul öncesi eğitim, çok amaçlı toplum merkezleri temel noktaları oluşturmuştur.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kürt halkı içindeki bu Türkleşmeye karşı durabilecek bir siyasi birlik, örgütlülük düzeyinde bir program sunabilecek bir güç yoktu. Kürt kimliğinin yeniden üretimi ve Kürt kimliğinin kabul görmesine imkân veren kolektif hakların kapsamlı bir biçimde önünün açılması, Türkleşmenin durdurulması için iki temel etmendi. Kürtçenin yasaklandığı, Kürtlerin yaşadığı çoğrafyalara yoğun olarak karakolların inşa edilmesi; memurların, öğretmenlerin kendi insanları olmamasına dikkat edilmesi; asimilasyonun boyutlarını gözler önüne seriyor ki bu daha asimilasyonun başlangıçtır. Avni Doğan’ın raporuyla bu politikaların etkisizleştiği ve yeni planlar yapılması gerektiği vurgulanmıştır. Abidin Özmen yeni asimilasyon önerilerini şu şekilde sıralamıştır; Türk memurlar Kürt kızlarla evlensin, yatılı okullar açılıp Kürt çocukları ailelerinden uzaklaştırılsın. Eski İçişleri Bakanı Hilmi Uran raporunda amelelik için batıya giden işçiye kolaylık sağlanmalı, köy enstitülerinde okuyan Kürt çocuklarına batıda görev verilmeli ve topraksız Kürtlerin Türk köylerinde toprak verilip orada kalmaları sağlanmalıdır diye bu siyasi düşüncenin nasıl sistematik hale getirip hayata geçirildiğini göstermektedir. Günümüzde Türk milliyetçiliğinin meseleye dair algısında neredeyse hiçbir şey değişmiş değildir. Türk milliyetçilerinin algılarına Kürtler hala Türkleşebilir. Nitekim halâ Alparslan Türkeş’in ‘doğu’ özelindeki politikalarının doğruluğu savunulur.
İki tür ulus inşaası vardır. Birincisi Fransızların toprak üzerinde yaşayan herkesi kapsayan açık uluslaşmadır. İkincisi Almanların etno kültürel birliğini kapsayan kapalı bir ulus inşası biçimidir. 1924 Anayasası’ nda 88. maddede geçen Türklük tanımının sınırlarını belirlemiştir. Ama bu tanım vatandaşlık sınırı içinde karışıklığa neden olmuştur. 1961 ve 1982 Anayasaları’ nda ise vatandaşlık Türklük ve herkes gibi kavramların farklı kullanılmasına neden olmuştur. Türkiye’de yaşayan herkesin Türk olarak kabul edildiği veya olması gerektiği telkin edilen, diğer etnik unsurların da haklarını savunan bir darbe anayasasının milliyetçiliği meşru kılan bir yapısı vardır.