Doğu Akdeniz’de yer alan Kıbrıs adası, zamanla Anadolu, Ortadoğu ve Mısır’ı birbirine bağlayan önemli bir merkez olmuştur. Ticaret ve askerî açıdan stratejik değeri yüksek olan ada, pek çok devlet için hem ticaret denetim noktası hem de askeri üs işlevi görmüştür. Bu nedenle birçok devlet Kıbrıs’ı ele geçirmek için mücadele etmiş, kimi başarılı olmuş, kimi ise hedefine ulaşamamıştır.
Kıbrıs’ın Fethi ve Türk İskânı
Ata yurdunu terk etmek zorunda kalan ve Anadolu’ya yerleşen Türk kavimleri de zaman içinde bu adanın ehemmiyetini kavramıştı. Özellikle İçel şehrini hakimiyeti altına alan Karamanoğulları beyliği, Kıbrıs adasıyla hem askeri hem iktisadi hem de siyasi temaslarda bulunmuştu. Daha sonrasında Karamanoğulları beyliği ile girdiği savaşlarda muvaffak olarak İçel şehrini sınırları içerisine alan Osmanlı Devleti de aynı temaslarda bulunmuştu. Adadaki Venedik nüfuzu, Kıbrıslıları canından bezdirmiş, Kıbrıslılar ise hem İçel beyine hem de Osmanlı padişahlarına mektuplar göndererek Osmanlı hakimiyetine tabi olmak istediklerini açıkça beyan etmişlerdi (1). Nitekim 1571 tarihinde II. Selim’in emriyle Kıbrıs adası Osmanlılar tarafından fethedilmiştir.

Osmanlılar, Kıbrıs adasını fethettikten sonra derhal iskân ve imar sürecini başlatmışlardı. Zira Venedik zulmü neticesinde köylüler köylerini terk etmişti ve ekili araziye sahip yaklaşık 76 köy boş kalmıştı (2). Bu durum üzerine Osmanlılar, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden çiftçi, zanaatkâr ve şehir hayatına uygun meslek sahiplerini adaya iskân etmek üzere çeşitli sürgün politikalarını başlattı. İskân için özellikle toprağı az, işleri bozuk olan kişiler tercih edildi ve yeni yerleşimcilere vergi muafiyeti gibi teşvikler sağlandı. Ancak iklimin sertliği ve adanın kötü şöhreti insanların yerleşimini zorlaştırdı; kimi gruplar iskân yerine başkalarını gönderdi veya kaçtı. Zamanla Türk nüfusu adada belirgin bir şekilde arttı. Tamamen Türklerin yaşadığı köyler kuruldu ve birçok yerleşim yerinin ismi Türkçeleştirildi. Osmanlı idari yapısında yerli Rumların da bazı görevlerde kullanıldığı bir düzen oluştu. Böylece adada hem nüfus hem de idari yapıda büyük bir dönüşüm gerçekleşti. Ancak Rum ve Türk kesimlerinin dostane ilişkilerinin sürdürülmesinde rolü olan Osmanlı adaleti, Osmanlı’nın Kıbrıs’ı kaybetmesiyle adadan çekilecek ve ada, daha önce hiç görmediği bir vahşete tanıklık edecekti.
1960’lı Yıllarda Kıbrıs ve Türklere Yönelik Katliamlar
1960’lı yıllarda bağımsızlığını kazanan Kıbrıs Cumhuriyeti, Türk ve Rum toplumunun ortaklaşa kurduğu bir ülkeydi. Ancak Rum ve Türk halklarının arasındaki sükûnet bozulmuştu. Rum kesiminin İngilizlerden kurtulmak ve bağımsız bir Kıbrıs devleti kurmak maksadıyla geliştirdiği ENOSİS ideali zamanla Türklere yönelik ayrımcı ve dışlayıcı bir ideal haline gelmiş, tam anlamıyla Yunanistan ilhakını gerçekleştirmeyi ve Türkleri katletmeyi hedefleyen bir ideal suretine bürünmüştü. Cumhurbaşkanı Makarios’un da destek verdiği adadaki Türk varlığına karşı yapılan kışkırtmalar, ülke bürokrasisindeki isimlerin ENOSİS ideallerine bağlı kalması ve EOKA terör örgütü mensupları olması, Cumhurbaşkanı Makarios’un anayasada bir değişikliğe gitmeyi istemesi ve son olarak 25 Mart 1962 tarihinde Lefkoşe’deki Ömeriye ve Bayraktar Camilerinde bombalar patlatılması, adadaki Türk halkının silahlı direniş hakkını başlatmasında en önemli sebepler olmuştu (3). Adadaki Türk varlığını yok etmeyi hedefleyen Akritas Planı ile açıkça Türklere karşı soykırım uygulanmıştı. Kıbrıs Türkü öğrencilere yönelik silahlı saldırılar gerçekleştirilmiş, öğrencilerin kimisi ağır yaralıyken kimisi de açılan ateş neticesinde şehit düşmüştü.

1963 yılına kadar Türklere yönelik düzenli bir şekilde yürütülen bu saldırılar 23 Aralık 1963 tarihinde Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios ile Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük arasında bir ateşkes vasıtasıyla sonlandırılmaya çalışılmışsa da katliamlarının önüne geçilememişti. Nitekim 24 Aralık 1963 tarihinde Terezepulos kod adlı EOKA terör örgütü subayı ve beraberindeki örgüt mensupları, Elazığlı Binbaşı Nihat İlhan’ın evine girerek banyo küvetinde saklanan eşi ve 3 çocuğunu canice katletmişlerdi. Bu olay, tarihimizde Kanlı Noel olarak her sene yad edilmektedir. Saldırılar bununla bitmemişti. Sırasıyla Ayvasıl, Küçük Kaymaklı, Arpalık, Magosa, Boğaziçi, Geçitkale, Alaminyo, Atlılar, Muratağa, Sandallar, Taşkent ve Limasol’da yaşlı, çocuk, kadın bakılmaksızın Türkler katledilmişti (4).
Bu süreçte Kıbrıs Türkleri sessiz kalmamıştı. Başlarda Kıbrıs Türk Mukavemet Birliği, Volkan, 9 Eylül Cephesi gibi birçok hareket kurulmuştu fakat kısa bir süre içerisinde dağılmışlardı. Bütün bu örgütleri tek çatı altında toplayan Türk Mukavemet Teşkilatı ise çalışmalarını ve mücadelesini istikrarlı bir şekilde yürütmüştü. Kurucu önder Rauf Denktaş, silah arkadaşları Burhan Nalbantoğlu ve Kemal Tanrısevdi, teşkilata yön vermiş isimlerdi. Türkiye’nin desteğiyle örgütlenen TMT, ENOSİS hedefiyle hareket eden EOKA’ya karşı etkin bir direniş yürütmüştü. TMT’nin amacı, Kıbrıs Türklerinin can ve mal güvenliğini korumak, Türk toplumunun birliğini sağlamak ve Türkiye ile olan bağları güçlü tutmaktı. Bu süreçte TMT’nin lider kadrosu, Türkiye’den gönderilen gizli subaylar ve uzmanlarca da desteklenmiş, özellikle General Daniş Karabelen ve Yarbay Ali Rıza Vuruşkan gibi isimlerin katkısıyla teşkilatın askeri yapısı güçlendirilmişti. TMT, kısa sürede Kıbrıs Türk halkı için sadece bir direniş örgütü değil, aynı zamanda bir umut ve milli varoluş sembolü haline gelmişti (5).

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı
Kıbrıs adasındaki Türk karşıtı faaliyetler sürerken Türkiye Cumhuriyeti de bu olaylara sessiz kalmamıştı. 1960’lı yıllarda İsmet İnönü hükümeti, adadaki katliamların acilen durdurulması gerektiğine dair bildiriler yayımlamıştı. 1964 yılında ise adaya harekât düzenlemek için hazırlıklar yapılmıştı. Fakat Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Lyndon Johnson’ın İsmet İnönü’yü sert bir üslupla uyardığı mektup, harekâtın durdurulmasına sebep olmuştu. 1974 yılında ise ENOSİS ideallerini benimsemiş EOKA yanlısı bir askeri cunta, 15 Temmuz 1974’te Cumhurbaşkanı Makarios’un ENOSİS ideallerini yürütmekte etkisiz ve yetersiz kaldığı iddiasıyla hükümete darbe yapmıştı. Türkiye ise darbeyi yakından takip etmişti. Başbakan Ecevit önderliğinde önce Bakanlar Kurulu sonrasında ise Milli Güvenlik Kurulu toplanmış ve adadaki gelişmeler üzerine fikir teatisinde bulunulmuştu. Neticede Kıbrıs’taki Türk varlığını korumak maksadıyla bir barış harekâtı düzenlenmesinin kaçınılmaz olduğu konusunda fikir birliğine varılmıştı (6).

20 Temmuz 1974 tarihinde, saat 06:05’te adaya ilk harekât düzenlenmişti. Harekâtın ilk saatlerinde ciddi bir direnişle karşılaşılmamıştı. İlerleyen saatlerde ise Yunan kuvvetleri taarruza kalkmıştı. 22 Temmuz’da ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin çağrısıyla bir ateşkes ilan edildi, fakat silahlı kuvvetler geri çekilmedi. 25 Temmuz’da birinci Cenevre Konferansı toplandı, Türk ve Rum otonom yönetimlerinin varlıkları kabul edildi. 8 Ağustos 1974’te ise ikinci Cenevre Konferansı toplanmıştı. Ancak bu konferansların hiçbirinde bir uzlaşıya varılamamış, Rumlar ve Yunanlar alınan kararlara riayet etmemiş ve ENOSİS ideallerinden vazgeçmemişti. Hem Kıbrıs Türklerinin bir zulümle karşı karşıya olması hem de adadaki stratejik üstünlük sebebiyle Turan Güneş ve Bülent Ecevit arasında 14 Ağustos 1974’te ikinci harekâtı başlatan bir telefon konuşması gerçekleşmişti:
“Ayşe Tatile Çıksın”
Nitekim 1975 yılında Rauf Denktaş ve arkadaşları öncülüğünde Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulmuş, 15 Kasım 1983’te ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulmuştu. KKTC’nin ilanı ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafınca kınanmıştı.
Harekâtın İktisadi Sonuçları
Kıbrıs Türklerinin federe devlet kurma çabalarının en önemli sebeplerinden birisi de iktisadi bağımsızlığa sahip olmaktı. Rum kesiminde burjuva sınıfı ve büyük bir sermaye birikimi varken Türk kesiminde böyle bir birikim söz konusu değildi (7). Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üretim sürecine dahil edilmeyen Kıbrıs Türkleri, harekât sonrası Türkiye aracılığıyla da olsa dış dünyaya açılma fırsatı yakalamıştı. Dış ticaret hacmini genişletmeye yönelik iktisadi politikalar uygulanmaya çalışılmıştı. Fakat zamanla yatırım teşvikleri yetersiz kalmış, yerel sermayedarlar zarara uğramış, kapital ve emek üretimde yetersiz kalmıştı. Hal böyle olduğu için Kıbrıs Türkleri kapitalist düzene tam olarak geçememişti (8). Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ekonomisine yönelik politikalar geliştirmişti (9):
1. KKTC’ye yatırım yapacak veya kredi verecek kuruluşlar engellenmektedir.
2. Kuzey Kıbrıs’ta açılan uluslararası ihalelere yabancı firmaların katılması bir şekilde önlenmektedir.
3. Türk halkına yapılan yabancı yardımlara ya el konulmakta ya da yardım edilmesi engellenmektedir.
4. İlgili dönem zarfında KKTC’den alış-veriş yasaklanmakta, kendi vatandaşları dahi olsa alış-veriş yapanlar tutuklanıp cezalandırılmakta, aldıkları mallar imha edilmektedir. (Sadece 1985-1998 döneminde iki binden fazla Rum, Türklerden mal aldığı için yaklaşık 100 bin KL cezaya çarptırılmıştır.)
Türkiye Cumhuriyeti ise ambargolarla karşı karşıya kalmıştı. 1975 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin uyguladığı silah ambargosuna karşılık Türkiye’deki bütün Amerikan üsleri kapatılmıştı. Harekât öncesinden beri süregelen haşhaş ve afyon yasağının kaldırılması durumu da Kıbrıs meselesiyle birleşince ABD, kendi dış politikasında Türkiye karşıtı tutumlar sergilemişti (10).
Türk Dünyasında KKTC’nin Yeri ve Güncel Meseleler
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, 15 Kasım 1983’ta bağımsızlığını ilan ettiği günden bu yana birçok ülke ile diplomatik temaslarını sürdürmektedir. Her ne kadar çoğu diplomatik temaslarını Türkiye üzerinden yürütse de diğer ülkelere açtığı temsilcilikler vasıtasıyla dünyaya sesini duyurmaya devam etmektedir. Ayrıca İslam İşbirliği Teşkilatı, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı ve Türk Devletleri Teşkilatı’nda gözlemci üye olarak yer almaktadır (11). Özellikle Türk Devletleri Teşkilatı’ndaki konumu sebebiyle diğer Türki Cumhuriyetlerle yakın temas kuran Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türk dünyası ilişkilerine önem vermektedir.

KKTC 2025 yılının Nisan ayının başında, Türk Cumhuriyetlerinden beklenmeyen bir diplomatik adımla karşı karşıya kalmıştı. Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan, Avrupa Birliği ile 4 Nisan’da gerçekleştirdikleri zirvede, yalnızca Türkiye’nin tanıdığı “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”nin kurulmasını kınayan ve bütün devletlere tanımama çağrısı yapan BM Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararlarına bağlı kalacaklarını açıkladılar (12). Gündem bu olaylarla çalkalanmıştı. Avrupa Birliği’nin yaptığı görüşmeler neticesinde bahsi geçen üç ülkeye yaklaşık 12 milyar dolarlık bir yatırım paketi sunulacağı iddiası, bahsi geçen Türk Cumhuriyetlerinin bu kararı almasında etkili olmuştu. Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ise bu ülkelerin AB ile ilişkilerini geliştirmek maksadıyla böyle bir tutumu sergilemiş olduklarına değinirken aynı dil, kültür ve soydan gelen ülkelerin dostane ve kardeşçe ilişkilerini sürdürmeye devam etmesinin de önemli olduğunu, bu doğrultuda Rum kesimiyle olan ilişkilerine dikkat etmeleri gerektiğini vurguladı (13). Türkiye ve KKTC’nin yıllardır desteklediği “İki devletli çözüm” fikrinin zarar gördüğü gerçeği ortadayken diğer Türk Cumhuriyetlerinin aksine dost ve kardeş ülkemiz Azerbaycan Cumhuriyeti, KKTC’nin varlığını sürdürmeye ve iki ülke arasındaki kardeşlik bağlarının pekişmesine yönelik bir tutum sergileyeceğini belirtti (14).
SONUÇ
Türk milletinin birliği ve kardeşliği, ne sınırlarla çizilir ne de siyasi kararlarla sarsılır; o, tarihten gelen bir kaderin, ortak bir ruhun adıdır. Kıbrıs Türkü’nün verdiği bağımsızlık mücadelesi, yalnızca bir toprak parçası için değil, Türklüğün Akdeniz’de onurla, şerefle var olabilmesi için verilmiş bir kahramanlıktır. Bu mücadele, Türk milletinin esarete ve zulme karşı dimdik ayakta durduğunun en kutlu delilidir. Ömrünü bu kutlu yola vakfeden bütün büyüklerimizin ruhları şad, aziz hatıraları daim olsun!
“Bu bağımsızlık yoludur, egemenlik yoludur, vatan yoludur, devlet yoludur, Türklük yoludur, Türkiye yoludur.”
– Rauf Raif Denktaş

KAYNAKÇA
- Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü (2000). Osmanlı İdaresinde Kıbrıs (Nüfusu-Arazi Dağılımı ve Türk Vakıfları). Ankara: Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı Yayınları.
- YAVUZ, Kâmil. (2022). KIBRIS’IN FETHİ SONRASI ADANIN İMAR VE İSKÂNINDA TÜRKMENLER. The Journal of Academic Social Science Studies. Year: 15 – sayfa: 91. 501-508. 10.29228/JASSS.64201.
- GALATA, Yasin Cemal. 1963-64 Kıbrıs Olaylarının Türk Arşiv Belgelerine Yansımaları. Kıbrıs Araştırmaları ve İncelemeleri Dergisi, 2023, 12: 1-20.
- YUCEL, Oğuz. 1963-1974 Yılları Arasında Kıbrıs’ ta Rumların Türklere Karşı Saldırıları Soykırım Olarak Değerlendirilebilir Mi?. Harp Tarihi Dergisi, 2021, 4: 103-130.
- YÜKSEL, Dilek Yiğit. Kıbrıs’ ta yaşananlar ve Türk mukavemet teşkilatı (1957-1964). Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 2018, 34.98: 311-376.
- AÇIKGÖZ, Serkan. Kıbrıs barış harekatı (20 temmuz 1974). 2006. Master’s Thesis. Sosyal Bilimler Enstitüsü.
- BERATLI, Nazım. (1991), Kıbrıs’ta Ulusal Sorun, Lefkoşa.
- TALAT, Mehmet Ali. “Ekonomik Gelişmemiz ve Güvenliğimiz”, Kıbrıs Mektubu, X (Temmuz 1997) 4, ss. 8-13
- TAMÇELİK, Soyalp. “KIBRIS’TA TÜRK VE RUM HALKLARININ 1960-1983 YILLARI ARASINDA EKONOMİK YAPISI VE ÖZELLİKLERİ”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 16/1 (2014) 38-73
- SAKINMAZ, Şenol Koray. Kıbrıs Tüneli, Akademi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007.
- https://www.turkicstates.org/tr/gozlemci-ulkeler-detay/gozlemci-ulkeler-xc
- https://www.bbc.com/turkce/articles/cnv5z8p402go
- https://www.ekonomim.com/dunya/5-turk-devleti-kktcye-karsi-anlasmaya-imza-atti-cumhurbaskani-ersin-tatardan-ilk-aciklama-geldi-haberi-812290
- https://www.kktcb.org/tr/cumhurbaskani-ersin-tatar-antalyada-azerbaycan-cumhurbaskani-ilham-aliyev-ile-bir-13443