Wall Street’in 21 Ekim 1929’da çökmesiyle başlayan 1929 Ekonomik Krizi ya da Büyük Buhran, 20. yüzyıl dünya tarihindeki en önemli dönüm noktalarından birini oluşturmaktaydı. Sanayileşmiş ülkelerin tamamı bu krizden etkilenmiş; kriz, Almanya’da Hitler’i iktidara taşımaya yardımcı olarak bir nevi İkinci Dünya Savaşı’nı da tetikleyen bir unsur olmuştu. Bu kadar önemli bir dünya olayının Türkiye’yi etkilememesi tabii ki de imkansızdı. Kriz Türkiye’nin kapısına dayandığı zaman cumhuriyet yeni kurulmuş, ülkenin ekonomisi büyük oranda tarıma bağlı, finansal manada konjonktürel dalgalanmalara çok açık bir pozisyonda ve hâlâ Lozan’dan arta kalan sorunlarla boğuşuyordu.
Ülkemizi ve dünyayı sarsan krizin çıkış noktası Amerika Birleşik Devletleri’nin New York şehriydi. Birinci Dünya Savaşı sonrası ABD hem siyasi hem de ekonomik anlamda mutlak üstünlüğü eline almaya başlamıştı. Savaşın sonuna gelindiğinde ABD büyük oranda altın stoklamıştı, fakat 1920’li yıllarda Avrupa’da yaşanan talep daralması ABD’nin dışarıdan kâr sağlamasını engelliyordu. Bunun üzerine ABD 1929’da iç pazara yönelip spekülatif alımlar yapmaya başladı. Bilhassa New York Borsası’nda hisseler ciddi manada artmaya başladı, birçok banka bu spekülatif alımlara büyük miktarlarda fonlar akıttı. Bunun üzerine FED, 1929 yılının yaz aylarında faizleri %7’den %15’e çıkarttı. Bu gelişme piyasada bir güvensizliğe sebep oldu ve 21 Ekim’de adeta bir balon gibi şişen hisse senetleri sert bir düşüş gösterdi. Bu sert düşüş spekülatif alımları destekleyen bankaların tek tek batmasına sebep oldu ve kriz ABD’den başlayarak bütün dünya piyasalarına yayıldı.
1929 Ekonomik Krizi Türkiye’yi vurduğu zaman cumhuriyet daha yeni kurulmuştu, ülke ekonomisine büyük oranda iptidai usullere dayanan tarım mantığı hakimdi. Ülkede sermaye birikimi yok denecek kadar azdı, devletin mali piyasalara etkisi hiç yoktu ve hâlâ Lozan’dan arta kalan meseleler hükûmetin başını ağrıtıyordu. 1929 Krizi Türkiye’yi iki açıdan vurmuştu, bunlar tarım ve mali piyasalar idi.
Yukarıda da değinildiği gibi, Türkiye’nin ihracat geliri büyük oranda Avrupa’ya sattığı tarım ürünlerine bağlıydı. Tütün, pamuk, fındık, kuru üzüm ve kuru incir ihracatta başı çekiyordu. Genel bir istatistik vermek gerekirse, ihracatın %80’i tarıma dayanıyor ve bu ihracatın da neredeyse hepsi Avrupa’ya yapılıyordu. ABD’deki kriz dalgasının Avrupa’ya vurması çok uzun sürmedi; zaten 1. Dünya Savaşı’ndan beri bir talep daralması yaşayan Avrupa ithal ürün kotasını iyice kıstı, doğal olarak bu durum Türkiye’nin Dış Ticaret Hacmi’nde (DTH) 1930’lu yılların ortasına kadar %50’lik bir düşüşe neden oldu. Yaşananlar kırsal kesimde çok ağır hissedildi, çiftçi ürünü bir türlü pazarlayamadı ve ülkede tarım ürünleri yığılmaya başladı; bu da deflasyonu körükledi.
Finansal piyasalar açısından baktığımız zaman Türkiye’nin bu yıllarda dışa bağımlı olduğunu görüyorduk, Türk Lirası Serbest Dalgalı Kur’la Sterlin’e bağlıydı, bu da dış gelişmelere karşı Türk parasını savunmasız bir pozisyona itebiliyordu. Ayrıca 1915 yılından beri Osmanlı Bankası emisyon hakkını, yani Merkez Bankası tarafından tahvil, bono, senet, para gibi kıymetli evrakların üretimini kaybetmişti. Emisyon hakkının olmaması bir ülkeyi para piyasasına ve kura müdahale konusunda son derece çaresiz bırakan bir durumdur. Türkiye Cumhuriyeti Lozan’daki kısıtlamalardan dolayı ürünlere gümrük vergisi de koyamıyordu, bütün bunlara ilaveten hükûmetin uzun vadeli borçlanması için mutlaka Osmanlı’dan kalan borçların ödenmesi gerekliliği Lozan’da karara bağlanmıştı.
Krizin Türkiye’de hissedildiği 1929 ile 1933 yılları arasında, hükûmet bir dizi önlem alarak krizin etkilerini hafifletmeye çalıştı. 1929 Krizi’nin dünya ekonomik sistemine getirdiği en büyük değişiklik devletin de piyasaya müdahalesini öngören Keynes’in “Karma Ekonomi Politikası”ydı. Türkiye de bu yıllarda İzmir İktisat Kongresi politikasında belirlediği liberal ekonomi ilkelerinden saparak daha devletçi bir ekonomi politikası gütmeye başladı. Bu yıllarda, özel sektör sermaye birikimi konusunda yetersiz kaldığı için devlet Kamu İktisadı Teşebbüsleri’nin sayısını arttırarak kendi eliyle sanayileşmeyi hızlandırmaya çalıştı. Bu şekilde hükûmet ülke ekonomisini tarımın tekelinden çıkararak sanayileşmiş ülkeleri yakalamayı ve konjonktürel dalgalardan etkilenmemek için de ülke içi üretimi arttırmayı hedefliyordu. Finansal piyasalar adına en önemli tedbir ise 1930 yılında Merkez Bankası’nın kurulması oldu, böylelikle Türkiye kur dalgalanmalarını, kambiyoları ve faiz hadlerini kontrol altına alabilecekti.
Sonuç olarak 1929 Türkiye’nin ekonomi tarihinde önemli bir dönüm noktasını teşkil etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti kendi Merkez Bankası’nı kurarak, gümrük vergileri ve Türk Lirası’nı reforme ederek mali bağımsızlığının temellerini atmıştır. Ayrıca Türkiye için bu süreç Karma Ekonomi anlayışının da başlangıcı olmuş, devlet KİT’ler sayesinde sınai üretimde önemli bir rol üstlenmiştir. Devletin üretim ve piyasalardaki bu başat rolü 1980’li yıllara kadar sürmüştür.
[box_light]Kaynakça[/box_light]
Gülten Kazgan, Türkiye Ekonomisinde Krizler, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012.
beste
yazınızdan bazı yerleri ödevim için kullanabilir miyim?
Doğaç Özdemir
Tabi, kolay gelsin.
Çetin baytekin
Yazı özet olarak çok güzel ele alınmış. En iyi noktalara değinilmiş. tarafız oluşu çok güzel. Teşekkürler.
uğur uçar
1929 ekonomik krizin Türk Ocakları’nın kapatılmasına ne gibi bir etkisi olmuştur?
Kenan
Çok akıcı ve çok süper emeğinize yüreğinize sağlık