“Dünya aldatılmak istiyor.”
-Sebastian Brant, Das Narrenschiff (Deliler Gemisi)
Tayfası da yolcusu da delilerden, meczuplardan ibaret olan bir gemi tasvir eder Sebastian Brant Rönesans zamanlarında. Halk arasında Nuh’un gemisi kadar popüler olamamış olsa da aslında oldukça ilgi çekici bir analojidir. Bir kere düşününce sürü içindeki zayıfları(!) tespit edip bir yerde toplayarak geri kalanını kurtarmak oldukça eski bir taktik değil midir? Karantina fikri de buradan çıkmaz mı? Nitekim, ben bu fikrin samimiyetini çok önceleri kaybettiğini düşünüyorum. Belki de hiçbir zaman fikir hali kadar dürüst ve açık olmamış bile olabilir. Elenen de eleyen de aynı yolun yolcusuyken ne kadar adil ya da ne kadar makul olabiliriz ki? Sadece, sürekli bu şekilde düşünürsek herhangi bir sistemi uzun süre devam ettiremeyeceğimiz gerçeğini fark etmişiz ve tarihin teorisi çıkmış ortaya; kurbanlar ve cellatlar. Bu sırada Brant’ın sözünü hatırlıyoruz; evet dünya aldatılmak istiyor. Aldanışlar, illüzyonlar ve ışık-ayna oyunları asıl realistlerin en büyük silahı, varoluşlarını bile bunlara borçlular diyebiliriz hatta. Abartı mı olur? Size bağlı. Tabi tarihin bu teorisinin sürekliliğini hepimiz el birliği içinde devam ettiriyoruz. Eleştirilecek bir şey varsa olduğumuz şeyden, kendimizden başlamak gerekiyor. Bu yüzden en iyi film ödülü alan birçok film “ne haltlar yediğimizin farkındayız” filmleri oluyor. Politik zekamızı takdir etmekten haz duyuyoruz.
Yine böyle bir öz eleştiri(!) filmi diyebiliriz Girl, Interrupted için. Aslına bakarsanız bir kadının akıl hastanesinde geçirdiği zamanı ve buradaki insanların ilişkilerini baz alan film bir yerde Guguk Kuşu’nu andırmıyor değil hani. Ama bu çok eleştirilen benzerlik ve yetersizlikten dem vuracak değilim. Söylenmiş olanı tekrar etmektense farklı bir yerden bakmaya gidelim diyorum.
Dünya aldatılmak istiyor, ya biz?
Beyin kimyasallarımızda oluşabilecek ufak bir değişim sonucu bin bir çeşit ruhsal hastalığa yakalanabiliyoruz. Bu kadar hassasken, bu hastalıkların sayıca sadece akıl hastanelerinde kaldığını düşünmek biraz sahtekarlık, hatta teorinin gereği gibi. İnsanın kendini iyi hissetmek için uyguladığı çok yaygın; ama bana göre oldukça sakıncalı bir yöntem var; kendinden daha kötü durumda olan birinin varlığını görerek kendi durumunun iyiliğine kanaat getirmek. Akıl hastanelerinin varlığı da, o duvarlar ardındaki insanların hayatlarıyla, kendi hayatlarımızın duvarsızlığını öne çıkarıyor yalnızca. Halbuki ne kadar duvarsızız? Gün geçmiyor ki dışarıdakilerin içeridekilerden daha deli olduğunu düşünmeyelim. Ki zaten delilik dediğimiz şey nedir ki? Filmin yakaladığı nokta da burası; bu kritiği hasta(!) ve normal(!) insanlar üzerinden yapabilmiş olduğunu düşünüyorum. En azından ana karakter Susanna’nın şu cümlesi bazılarımızın hala ne olup bittiğinin farkında olduğunu gösteriyor.
“Crazy isn’t being broken or swallowing a dark secret. It’s you or me amplified.”
Filmin müziklerinden biriyle son verelim deliler gemisinin bu seferine.