“Yeşilçam klişesi” diye bir kavram vardır. Küçüklüğümüzden beri televizyonda izleyerek artık ezbere bildiğimiz sahnelerden oluşan olay örgüleri bitmez, hepsinde ayrı ayrı tekrar eder. Araba çarpınca kör olan insanlar, fakir ama bir o kadar da gururlu gençler, öksürünce kan kırmızısına dönen mendiller… O kadar çok gördük ki hepsini, ezberlememek imkansız.
Bundan tam 86 yıl önce yapılmış bir film “City Lights”. Charlie Chaplin de o kadar değer ve emek vermiş ki bu filme, çekimleri neredeyse üç yıl sürmüş, kendisi de çektiği onca film arasından en çok bu filmi sevmiş. Öyle bir film ki bu, sonradan çekilecek birçok komedi filmine kaynak olmuş, her bir sahnesi taklit edilmiş, böylece şu anda onu izleyen birisi için klişenin babası haline gelmiş.
Filmde yine, Chaplin’in yarattığı Şarlo (The Little Tramp) karakterini görüyoruz. Şarlo yine yapboza bir türlü uymayan parça gibi nereye ait olduğunu bilemiyor. Tabii bir o yana, bir bu yana giderken maceralarla hayatını da dolu dolu yaşamasını biliyor, aşklarını da. Yeniden âşık oluyor, hem de bu kez en az kendisi kadar fakir ve sokakta çiçek satan kör bir kıza. Bu aşk sinemanın sessizliğiyle o denli yoğun yansıtılıyor ki, olayın büyüsüne kapılmamak pek de mümkün değil. Chaplin de bu büyü için oldukça uğraşmış ve öyle ki, Şarlo’nun gözleri görmeyen çiçekçi kızdan ilk defa çiçek aldığı sahneyi, içine sinmediği için tam 342 defa yeniden çekmiştir. Romantizmi çok güzel anlatmakla kalmaz, işin mizah tarafını da oldukça kuvvetli tutar. Bahtsız karakterimizin filmdeki en yakın arkadaşı ise sadece sarhoşken kendisini hatırlayan mutsuz bir milyonerdir. Özellikle para kazanmak için ringe çıktığı bir sahne vardır ki izleyenlere, her bir hareketiyle komedinin nasıl yapılacağını gösterir.Müthiş oyunculuklarla bezeli bu filmin en güzel kısımlarından biri o çarpıcı final sahnesidir. Oyuncular tek bir kelime dahi etmeden o anın atmosferini izleyiciye hissettirirler ve bu yüzden bu sahnede duygulanmamak mümkün değildir. Chaplin de bu sahne için şöyle söylemiştir: “Hayatımda bir ya da iki defa bunu yaşadım. “Şehir Işıkları”nda son sahneyi çekiyorduk ve ben bir an durup her şeye dışarıdan baktım. Harika bir sahneydi, güzeldi çünkü abartısızdı.” Charlie Chaplin’in sessiz filmlerinin bu kadar ses getirmesindeki formül de budur; katıksız komediyi duygularla harmanlayarak, muhteşem bir oyunculuk ve büyük bir özenle çevrilmiş filmler…
Kabul edilen bir şey daha vardır ki o da tüm Chaplin filmlerinin komik ve eğlenceli olduğudur. Bu mizah şöleni yeri gelir sizi çok güldürür, yeri gelir içinizde buruk bir acı bırakır ve Chaplin yaptıklarıyla neredeyse bir yüzyıl sonra bile kendisine hayran bırakır. Sinemanın güzelliği de budur işte. Neredeyse bir yüzyıl öncesinde çekilmiş, sessiz, siyah-beyaz, senaryosunu defalarca görmüş olduğumuz bir filmi yüzümüzde bir gülümsemeyle hiç sıkılmadan izleyebilmektir. “Fazla düşünüyoruz ancak çok az hissediyoruz,” demiş büyük üstat. Tüm bunlara rağmen hissettirmesini de en iyi o bilmiş.
Chaplin; yönetmenliğini, yazarlığını yaptığı bu filmin aynı zamanda başrol oyuncusudur. O da yetmez bir tanesi hariç filmin bütün müziklerini de kendisi hazırlar. Sessiz sinemanın en ses getiren filmlerinden birisini ortaya çıkarır. Senelerdir ucundan, köşesinden koparılan bu film bize sinemanın gücünü ve klişelerin aslında ne kadar güzel olduğunu hatırlatır. Benim gibi sinemada teknolojiye, görselliğe çok önem veren birisine bile aslında bunlar olmadan da şaheserler çıkabileceğini hatırlatır ve zaman geçtikçe de hatırlatmaya devam edecektir.
Kaynaklar :
https://afisha.mail.ru/shot/53757/
https://loveandworship.wordpress.com/
June 2014 Blind Spot: City Lights (Charlie Chaplin, 1931)
https://www.hpfl.net/#!/online/forum/viewthread.php?f=1&t=3544