Geldik bir yazının daha başına…
Çoğu metin, “geldik bir yazının daha sonuna” gibi bir cümle ile biter ama başlamak bitirmenin yarısı olduğu için ve hatta esas problem bitirmekten çok başlayabilmek olduğu için, ben sonda kullanılan bu ifadeyi en başa almak istedim.
Keza yazarın bir yazıyı bitirdiğinde yeni bir yazıya başlaması gerekir. Bu da tıpkı “Edge Of Tomorrow” filmindeki gibi her seferinde aynı zorlu yazma sürecini en baştan, yeni baştan yaşamanız demektir.
Bu yüzden aynı zorlu süreci tekrar tekrar yaşamayı göze alarak yazmaya başlamak bir cesaret işidir ve size bir yazar olarak birazcık yazmaktan ve aslında daha çok “yazmaya başlamaktan” söz etmek istiyorum.
Gazete Bilkent Kültür Sanat ekibinden gelen “bize bir yazı kaleme alır mısınız” sözüyle başladı bu yazıyı yazma sürecim. Hemen işe başladım. Çünkü yazmak bir iştir, hayli de zor bir iştir. Yazan bilir, yazmayan tahmin dahi edemez.
Gelin önce bu; “tahmin dahi edemeyenlerin” hayal güçlerine biraz katkı yapalım. Onlar da anlasınlar “yazmanın bir iş olduğunu”. Anlasınlar ki yazının geri kalanını okurken “yazarlar” ile bir bağ kursunlar.
ABARTISIZ ÖRNEK 1: Mesela tüm sınıfa komposizyon yazdırılan Türkçe derslerini düşünün. 40 dakikada kaç kişi bitirebilirdi bir komposizyonu? Çok az değil mi? İşte o “bitirebilen” arkadaşlarımız nereden bakarsan bak birer yazardır.
ABARTILI ÖRNEK 2: Şarkılı türkülü bir mekana gittiniz diyelim. Peçeteye istek yazıp sahneye gönderirler. Bir peçete. İki peçete. Belki üç. Dört… Ama sonra. Sonra sıkılır insan yahu. Beri yandan 6 günde 120 sayfa senaryo yazan insanlar var.
Özetle: Yazmak; insanlara zor gelen, hayli üşendikleri bir iştir. Yazarlar ise yazmaktan üşenmeyen yani zoru başaran kişilerdir.
Böylelikle komposizyonumuzun giriş, gelişme sonuç kısımlarından; giriş kısmını yapmış oluyoruz.
Devam…
Fakat öyle bir cümle var ki, yazmaktan üşenmeyen bu güzel insanların moralini sürekli bozuyor: “Kim okuyacak bunları Allah aşkına?”
Ortada sürekli gezen istatistikler var: Ülkemizde insanlar okumuyorlar. Yılda şu kadar saat okunuyor. Bölgelere göre okuma oranları ve şu çok meşhur “yılda kişi başına düşen kitap”.
O kitaplar bu istatistikleri yapanların başına düşer inşallah.
İşte yazma hevesi içinde olanların heveslerini kıran bu istatistikler yine aynı cümleyi tetikliyor:
“Şekerim iyi güzel, yazacaksın da istatistikleri görmüyor musun, kaç kişi okuyacak açıp da yazdığını?”
Bunun kardeşi başka cümleler de var:
“Kısa yaz, uzun olunca okunmuyor”
“Bilmem kaç cümleyi geçmesin”
“Uzun olmuş bu, biraz kısalt”
“Daha da kısalt. I-ıh çok uzuun!”
Bu; “daha kısa olsun” konusu sadece yazarları ilgilendirmiyor. Her türlü içerik üreticisi bundan nasibini alıyor. Çok hızlı bu dünyada hiç kimsenin uzun olana tahammülü yok. Uzun olan her şeyin kısalması gerekirken, uzunluk kavramı da giderek kısalıyor. Çok kısa bir içerik bile bazen çok uzun gelebiliyor. Diziler her geçen yıl biraz daha uzuyor kimse şikayet etmiyor ama yazıların uzunluğundan herkes şikayetçi.
Ve işte bütün bunlar, yazarın ya da içerik üreten insanın yazma, üretme hevesini kırıyor.
Evren sonsuz, içinde zaman akıp gidiyor ve tüm bunların altında ezilen insanın hayatıysa çok kısa be arkadaş. Ama işte tam da bu yüzden ölümlülüğe kafa tutmaktır “yazı yazmak”!
https://www.youtube.com/watch?v=ZeGBYk7Sp1Q
Ölümsüzdür, süper kahramandır yazan insanlar.
Çünkü zavallı ölümlülüğümüze kafa tutarlar.
Çünkü söz uçar yazı kalır, insan ölür ama yazdığı kalır.
“Konuyu gargaraya getirme arkadaşım, yazdıklarımız okunuyor mu, onu anlatıyordun sadede gel” diyorsanız merak etmeyin, onun cevabı çok basit. Yazdıklarımız okunuyor sevgili arkadaşım.
Mağara duvarlarına yazı yazanlar okunmadı mı?
Taş tablete yazan adam ne yapsındı? Nasıl olsa kimse okumaz diye düşünseydi yazabilir miydi hiç o taşa kazıdıklarını?
Her biri bizden daha ilkeldiler ve bunlara takılmadan yazdılar yazmak istediklerini.
Ve okundu yazılarının her bir kelimesi.
O yüzden bozma moralini ve derhal yazmaya başla bi tanesi.
Biraz kafiyeli yazıyorum diye, “maşallah adam da şiir gibi yazıyor” diyenleriniz olduysa teveccühünüz efendim. Girişi, gelişmeyi yaptık hızlıca sonuca gelelim.
“Biz üniversite öğrencisiyiz Yiğit abi. Maşallah sen yazar olup, rüştünü ispat etmişsin, bize kim bir şans verecek” diyenleri de duyar gibiyim. Sanırım benim yerimde olmak istiyorsunuz, buna çok sevindim çünkü ben de sizin yerinizde olmak istedim. Eğer siz benim yerimde olsaydınız neler yapardınız bilmiyorum ama ben sizin yerinizde olsaydım her şey için “daha erken” davranırdım.
Yani, size verilmeyen bir şanstan bahsederken, sahip olduğunuz şansı görmezden gelmeyin derim. O şansın adı gençlik. Ve ben o şansa artık sahip değilim.
Eğer genç olabilseydim, çok geç okumaya başladım çoğu kitabı daha erken okumuş olmak isterdim. Çok gençken sıkıcı bulup burun kıvırdığım çoğu filmi daha erken yaşta izlemiş olmak isterdim. Aldığım çoğu nasihati daha erken anlamak ve bu nasihatlerin kıymetinin farkına daha erken yaşta varmak isterdim. Üstelik bunu iş hayatına 14 yaşında başlamış ve 39 yaşında çeyrek asrı geride bırakmış biri olarak söylüyorum. Ne kadar erken başlarsan o kadar iyidir.
Yazmak mı istiyorsun. Bir işe mi başlamak istiyorsun. Üretesin, dünyayı yerinden oynatasın, fark yaratasın, seviyorsan gidip konuşasın mı var? İçinden ne yapmak geliyorsa hemen başla. Başlamak bitirmenin yarısıdır. Hele erken başlarsan… Anladın sen onu, gerisini sen düşün.
https://www.youtube.com/watch?v=oG7bM91Q7HE
Selam ve sevgiyle,
Yiğit Güralp
Mart 2017, Sarıyer
https://twitter.com/nerdebuadamyahu
http://yigitguralp.tumblr.com/
https://www.instagram.com/nerdebuadamyahu/
https://www.wattpad.com/nerdebuadamyahu
Kapak resmi: Jackson Pollock’tan Autumn Rhythm
Yiğit Güralp ile iletişimizi sağlayan Kültür-Sanat yazarı Hazal Buruk‘a teşekkürler.