Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı’nın güçlü kadın yazarlarından olan Nezihe Meriç, Türk hikâyeciliğinde “50 Kuşağı” olarak bilinen modernist yazarlarımızdan biridir ve sesini bu yıllarda duyurmaya başlamıştır. Babasının işi sebebiyle Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yaşadığı için gözlem birikimi fazladır. Önceleri daha çok kadın ve çocuk problemleri üzerinde dururken 1970’li yıllara gelince siyasi savrulmaların üzerine eğilmiştir ve göçle gelen kültürel yozlaşmaya ve gelenekselliğe eleştirilerde bulunmuştur. (*) 

Kuşağın başlıca özelliklerinden olan biçimsel farklılık Nezihe Meriç’in hikâyelerinde de gözden kaçmaz. Gerçekçi kuşağın edebiyatçılarından olan Sabahattin Ali’ye nazaran Nezihe Meriç’in üslubu çok farklı ve alışılmışın dışındadır. Hikâyelerinde geleneksel hikâyeciliğin reddedilmesi açık bir şekilde görülürken Nezihe Meriç, okurun dikkatinin sürekli yazıda olmasını ister. Yazarın istediği okur, dikkatli bir okurdur. Üslubun bir nebze hızlılığı ve geri dönüş tekniğinin sık sık satır aralarına yedirilmesi, küçük de olsa bir dikkat dağınıklığını affetmez.  Genelde kadın ve feminist eleştiri eksenli yazdığı hikâyelerinde bilinç, bilinçaltı, insan psikolojisi ve gelenek eleştirisinden faydalanır.  Nezihe Meriç, yine geleneksel romancıların aksine hikâyede zaman zincirini kırar ve zaman onun hikâyelerinde bilinmez ve ucu açık bir mefhumdur.  Nezihe Meriç, hikâyede karakterlerin iç dünyasına yönelirken onların bilinçaltında yatan hatıralarıyla, söylemek isteyip de söyleyemedikleriyle hikâyeye yeni renkler katar. Ana temasını kadınlar ve çocuklardan oluşturan Nezihe Meriç feminist edebiyata yeni bir anlayış da getirmiştir. Sadece duygusal yönleriyle edebiyat konusu olan kadın, Nezihe Meriç’in hikâyelerinden sonra cinsel kimliğini de kazanmıştır. Hikâye tekniğine gelince de modernizm yolunu tutan Nezihe Meriç, eserlerinde bilinç akışı, iç monolog gibi tekniklerden faydalandığı için modernist yazarlar arasında kabul edilir.1

Bir Kara Derin Kuyu adlı kitap 1990 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı almıştır. Yazarın son dönem eserlerindendir.

Kısaca Modernizm

Yirminci yüzyıl başlarında ortaya çıkan bu akım, Dünya Savaşları’nın ardından ortaya çıkan Varoluşçuluk akımından etkilenmiştir. Geleneksel anlatının hayatını doldurduğunu artık yeni anlatım çeşitlerinin kullanılması gerektiğini savunmuşlardır. Modernist eserlerde toplumdaki değer çatışmaları, bireyin bunalımları, karmaşık ruh hali, yerleşik değerlere isyan, şiire özgü söyleyişlerden de yararlanarak çağrışımlara açık bir biçimde sembollerle anlatılır. Alegorik anlatımlardan faydalanan yazarlar, bu anlatım tekniğinin de etkisiyle yalın bir biçem oluşturmaktan kaçınmışlardır.

Nezim’de Hikâyecilik ve Bir Kara Derin Kuyu

Arkadaşlarının ve kendisinin Nezihe Meriç’e seslenirken kullandığı kelimedir ‘Nezim’. Kendisi bunu kullanmaktan hoşlandığı için biz de kullanalım.

Edebiyat tarihçileri ne kadar incelese ne kadar yorum yapsa da Nezihe Meriç’in kendi dönemini anlatması şöyledir: “Ellili yıllar, kurulan –kurulmasına başlanan yeni düzenin bozulmaya, devrimlerin yozlaşmaya, ödünlerin verilmeye başlandığı yıllardır. Cumhuriyetin getirdiği coşkuyla yetişmiş olan cumhuriyet kuşağı, bu başına gelenleri birden anlayamamış, başkaldırmış, kafa tutmuş, bunlar yapıtlarına yansımış, yasaklar, cezalandırmalar, kaynaşma başlatmıştır. Yazarlar bu karmaşayı, değişmeye başlamış olan toplumu –hem yenilenmeye başlamanın heyecanı, hem bozulmasının, eskiye dönmeye başlamasının getirdiği dayanılmazlıkla toplumsal kaynaşma olarak görsün– dört bir koldan yazmaya başlamışlardır. İşte o altın yıllar, o coşkulu öykücüler, bu başkaldırıdan, bu hırstan doğmuştur. Hem kendini, hem olanı biteni anlamak, bilinçlenmek, bunu çoğunluğa geçirmek, aydınlanmak, bunu çoğunluğa anlatabilmek, gerçekleri yakalamak ve bunları yazmak… Hepsi o yılları altın yapan heyecanlar olmuştur.(**, 7)

Nezihe Meriç’in Bir Kara Derin Kuyu hikâyesi başlıca iki konuyu içerir. Bunlardan birincisi şehirdeki göçle birlikte gelen yozlaşmadır, ikincisi ise geleneğe eleştiridir. Bunların yanında Nezim, hikâyede belirli biçimsel farklılıklarla karşımıza çıkar, hikâyede alt başlık şeklinde girişler bunlardan bir tanesidir. 2

 

“AKŞAM GENE AKŞAM

ÇARŞI” (***,18)

“FARUK ÖĞÜT- BAKKALİYE

RAKI- BÜYÜK-KLÜP”(***,19)

“GEL BAKALIM MUSTAFA”(***,20)

Yukarıdaki örnekler ve benzerleri hikâyede Nezihe Meriç’in denediği ve akışa farklılık sağlayan bir tekniğin örnekleridir. Her bölüm hikâyenin ayrı bir kesitini içerir ve hikâye parçalı gözükür ama Nezim böylelikle okurun dikkatinin sürekli hikâyede olmasını ve okurun düşünerek parçaları birleştirmesini sağlar.

Nezihe Meriç tarafından kullanılmış bir teknik de zaman eklerinin ardından iki nokta koyarak hikâyeye giriş yapmasıdır. Hikâyenin başka bölümlerinde kullanılan bu teknik, okuyucunun geri dönüşler yaparak hikâyeyi bütünleştirmesine yaradığı gibi dikkati de canlı tutar.

Önce: Faruk beyin bakkaliyesine giren o herif, hani şu sepet kafalı.” (***, 25)

“Sonra: Eveeeet! Denir. Tek bir sözcük gibi görünüyor bu.” (***. 27)

Aynı zamanda hikâyedeki diyaloglar günlük konuşma dilinin yozlaşmasını yansıtır. Fakat üslup samimidir. Böylece Nezim, toplumun dil açısından gittiği yeri canlı bir şekilde gözler önüne serer.

“Buyurun efendim, buyurun Uğur beyciğim. Nasılsınız efendim. Allah afiyet versin. Dedenizi tanımadım. Fakat peder merhum, Allah rahmet eylesin, her akşam bu vakitler, aynı sizin gibi, boyunuz boşunuz da, Allahallah, nasıl desem sakalınız ve gözlüklerinizle, o da sizin gibi böyle orta boylu, ama yapılıydı.” (***, 19)

Nezihe Meriç, bütün hikâye kitaplarında yer alan göçle birlikte gelen şehirdeki doku bozulmasını ve çarpıklığı yine bu hikâyede karşımıza çıkarır ve de değişen dokuyla birlikte insan profilindeki değişmede hikâyede yerini alır.

Faruk bey, Boğaz eski boğaz değil. Doğrudur. Haklısın. Amma, olacak bunlar. Doğası bu işin Gavuristanda da bu işler böyle olmuş. Ben Paris’teyken, neyse uzun hikâyedir, haa, yeter ki herifler durumun felaketini anlasınlar. (…) Ulan yahu, böyle çayıra inek salar gibi, has bahçeye adam salınır mı? Ne günahı var o bahçelerin, o köşklerin.” (***,20)

Eski tahta evler, sonradan yapılan betebeli çirkin apartmanların arasında nasıl tek tük kaldıysa, Anadolu’dan gelip buralara yerleşen yeni ahalinin arasında da tek tük İstanbul’lu hanımlar var. Öksürüklü sesleri, konuşma biçimleri, başörtülerini bağlayışlarıyla hemen ayrılan ötekilerden.(…) Ne ki, dikkatli bir göz, ince bir sezgi, hemen görür aksayan tutmayan şeyi. Nedir o? Şu: İstanbul’lu bir kadının yürüyüşü, önüne bakışı, çocuğuna seslenişi başkadır.” (***.21)

Göç mefhumuna karşı ise Nezihe Meriç’in tavrı devleti eleştiren biçimdedir, göç olayının belli bir düzene dahil olması gerektiğini savunur. Burada hikâyeci, hikâyenin sınırlarının dışına biraz da olsa çıkar ve fikrini beyan eder.

Değişiyor İstanbul her şeyiyle. Elbet ahalisiyle de. Olacak bu, doğal bu. Uzundur bu hikâye. Düzenlenebilirdi bu göç. Bu adamlar bir düzenden başka bir düzene köprülerden geçirilmeliydi. Köy kent arası uçuruma itiliverdiler.” (***,23)

Son olarak da hikâyede geleneğe eleştiride bulunan yazar, bunu da evlilik kurumu üzerinden yapar.

“O incecik kızın incecik gülüşü, elleri, saçlarını savurması, nazı edası, güldürmüş, sevindirmiştir Mustafa’yı yeniden. Almış kızı koynuna, yatmış aşağı. Pervasızlık. Böyledir Karadeniz’li. Dünyayı takmaz aklına bir şey taktıysa. Ha, peki evdeki kadın? Ah! Sabah gelip kapıyı vurmaz mı güm güm: ‘Suyunuzu ısıttım. Da!’ Ah Mustafa! Gelenek görenek böyle oğlum. Böyle be çocuğum. Kadının üstüne kuma gelir. İşte bu! Doğal bu, onun için. Uygarlığa kapalıdır bizim oralar.” (***, 32)

Modernist hikâyeye kadın soluğunu sokan “50 Kuşağı” yazarı Nezihe Meriç, her modernist yazar gibi sürekli yeni metotların yeni anlatım tekniklerinin peşinde koşmuştur. Bu yüzden anlatım teknikleri klasik hikayecilikten farklıdır. İç monolog, bilinç akışı gibi teknikleri kullanırken hikaye biçeminde de kendince değişikliklerde bulunur. Hikayeyi bölme, zaman akış zincirini parçalayıp dağıtma bunlardan bazısıdır. Hikayelerinde kendi dönemindeki kadın problemlerinin yanı sıra göç ile getirdikleri ve geleneğe eleştiri de bulunur.

Kaynakça

(*), Bezirci, Asım, Nezihe Meriç: Monografi, İstanbul,  Evrensel Basım Yayım Evi: 1999

(**),Meriç, Nezihe, Yaşadığımız Sürece Sözümüz Hep Aynı Biçimde Söylenmelidir Öykümüzde, Üçüncü Öyküler: 2000

(***),Meriç, Nezihe, Bir Kara Derin Kuyu, Can Yayınları: 1989

 

Leave a Reply