Cengiz’den Sonra Bozkırların Tarihi – III: Üçüncü Roma

Bu yazı serisinin omurgasını bu noktaya kadar Tatar devletleri oluşturdu. Çünkü Rus tarihinin Cengiz Han’dan sonraki yaklaşık 200 yıllık dönemecinde Tatarlar yöneten, Ruslar ise yönetilen konumundaydılar. İkinci yazıda incelediğimiz üzere, Altın Orda çökerken Rusya hâkimiyeti bayrağını, Kazan Hanlığı’na devretmişti. Kazan Hanlığı’nın zayıflama sürecine girmesi döneminde ise Altın Ordu’nun bir başka vasisi, Moskova Knezliği, gücünü artırarak Rus-Tatar ovalarının ana hâkimi hâline geliyordu. İşte bu noktada Moskova’nın önünde küresel bir güç olma adına üç farklı yol açılmıştı: III. Roma olmak, Tatar mirasının sahiplenicisi olmak ve Avrupai bir Rus İmparatorluğu kurmak. Moskova ise, başta III. Roma olmak dahil tüm bu iddiaların arkasına durarak yükselmeye başladı.

III. Roma

Moskova’nın yükselişi, hemen hemen Konstantinopolis’in, Türkler tarafından fethiyle aynı döneme rastlar. 1453’te Ortodoks Ekümenik Patrikliği’nin merkezi olan İstanbul, Müslümanların eline geçince, Ortodoksluğun koruyucusu unvanı için en büyük aday olarak Moskova’nın adı öne çıkmaya başladı.

Ortodoks dünyası içinde kısa zamanda Bizans’ın siyasî mirasına sahip olmayı başaran Moskova Devleti öncelikli olarak Rus prensliklerini birleştirme politikası gütmeye başladı. Dönemin Moskova Prensi III. Ivan, son Bizans imparatorunun yeğeni Zoe (sonradan Sofia) Palaelogos ile evlenerek bu durumu adeta hanedanlar arasında bir tür görev devrine dönüştürdü. Bu dönemde Moskova, artık III. Roma olarak anılmaya başlanmıştı. Bu iddia, o dönem bilinen dünyanın tartışmasız en büyük gücü olan Roma İmparatorluğuna başkentlik yapan Roma şehrinden ve Hristiyanlığın yayılım merkezi olarak ortaya çıkan Konstantinopolis’in (II. Roma) ardından, Moskova’nın Ortodoksluğun merkezi olarak ön plana çıkmasına dayanmaktadır. İddiayı ilk ortaya atanlar ise, gücünü korumaya çalışan Ortodoks kilisesiydi. Metotları, devleti övmek ama bunu yaparken bu ihtişamın kiliseden kaynaklandığını ima etmekti.

III. Roma misyonunu yüklenen şehir: Moskova

Bu noktada, bu III. Roma iddiası üzerinde biraz inceleme yapmak gerekir. Moskova’nın büyümesinde önemli bir etken olan kuzeyde, batıda, Sibirya ve Orta Asya’da bu yayılmayı engelleyecek ciddi bir doğal sınırların ve engellerin bulunmayışı, onu aynı zamanda zayıf ve savunmasız kıldı. Bu durum, tarih boyunca Rusya’nın istikrarsız sınırlarla ve değişken bir nüfus yapısıyla yaşamasına sebep oldu. İşte başlangıçta daha çok dini bir misyonu olan III. Roma olma iddiası, bu noktada tüm bu istikrarsızlık ve dengesizlikleri bir arada tutabilecek politik ve ahlaki bir misyon olarak görülmeye başlandı. Bu teori, halk üzerinde beklenmedik ve ciddi bir etki uyandırdı ve devletlerinin Karpatlardan ve Ukrayna bozkırlarından başlayıp Sibirya’ya dek uzanan bu Slav-Ortodoks coğrafyasında yerine getirmesi gereken özel bir misyonu olduğuna dair bir inanç uyandırdı.

 

Moskova’nın Yükselişi

1460’lardan 1520’lere kadar, bu misyonu ana politika hâline getiren III. Ivan ve oğlu III. Vasily’nin yönetimleri altında Moskova Knezliği, öncelikle Rus topraklarını birleştirme yoluna gitti. Siyasi evlilikler, baskı, miras ve doğrudan işgal yoluyla Yaroslav, Rostov, Tver ve Ryazan prensliklerini topraklarına kattı. Bunun yanında Kuzey Denizi ve Baltık  ticareti aracılığıyla önemli bir merkez hâline gelmeye başlayan Novgorod’un 1478’de Moskova tarafından ilhakı ise, Moskova için gerçek bir ödül olmuştu. Çünkü Novgorod Dukalığı’nın ele geçirilmesi neticesinde, Moskova bu şehrin dâhil olduğu Hansa Ticaret Birliği aracılığıyla dünyaya açılan zengin ticari bağlantılar kurmuş ve imparatorluk iddiasını destekleyecek büyük orduyu besleyecek yeni topraklar kazanmıştı. III. Ivan, bu hızlı büyümeden dolayı devletin yeniden yapılanmasını gündeminin en önemli maddesi haline getirmişti. Bu reformlarda başlıca örnek alınan devlet yapılanması ise, Osmanlı Devleti’ninkiydi. Osmanlıların henüz küçük bir beylikten devlet olmaya geçme sürecinde benimsedikleri tımar sisteminin bir benzeri olan ve toprak karşılığı hizmet anlamına gelen pomestye sistemi, bu kadar çabuk genişleyen ve iletişim, emir, komuta ağı gerektiren bir devlet için bu ihtiyaçları karşılayabilecek büyük bir orduyu besleyebilecek bir toprak kaynağı yarattı. Aynı zamanda benzer sebepler dolayısıyla, ayrıntılı şekilde yazılmış yazılı kaynaklara ve normlara göre işleyecek bir sivil ve askeri bürokrasi oluşturulmaya çalışıldı. III. Ivan ve III. Vasily, Moskova ordusunu, boyarların ve prenslerin liderliğini yaptıkları yerel birliklerin bir bileşimi olmaktan çıkarıp süratli seferber edilebilecek, savaş veya isyan gibi ani durumlar karşısında gelecek hükümdarların bir adım atarken güvenebileceği bir güç haline getirdiler.

Bu dönemde yapılan reformların temel amacı, Moskova devletini, boyarlar ile büyük prens arasındaki bir tür büyük uzlaşma sistemi olan feodalizmden kurtarmak idi. Bu reformların bir diğer amacı da, halk ile devlet arasındaki bağı tutan kişisel hükümdar gücünün devletleştirilerek kurumlar tarafından üstlenilmesini sağlamaktı.

 

Korkunç İvan

IV. İvan’ın 1547’de taç giyerek naiplerin idaresinden kurtulduktan sonra mutlak gücü eline almasıyla Moskova Devleti, bulunduğu coğrafyada daha büyük amaçlara sahip bir devlet haline geldi. Bu dönemde Baltık kıyısında Töton Tarikatı Devleti, İsveç ve Polonya-Litvanya ile karşı karşıya gelen Rusya, aynı zamanda güneyde gücünün zirvesinde olan Osmanlı İmparatorluğu’nun bağlaşığı Kırım Hanlığı ile karşı karşıyaydı.

Endişeli gözler, korku ve heyecan dolu bir mizaç: IV. İvan.

İvan Rusyası’nı anlayabilmek için, öncelikle bu garip hükümdarın kişiliğini anlamak gerekir. IV. İvan, yetim bir çocuk olarak boyarların elinde büyüdüğü dönemde, pis ilişkilerini gördüğü bu aristokrat takımından nefret etmiş ve gücün mutlak bir şekilde kendi ellerinde olması gerektiğine inanmıştı. O dönemde kendisini, insanlığın o günkü tuzak ve tehlikelerle dolu istikrarsızlıklardan nihai kurtuluşa götürecek bir olağanüstü misyonun taşıyıcısı olarak görüyordu. Bu durum ileride yaşı ve kendine güveni arttıkça, bu sorumluluğun kendisine kısıtlanmamış mutlak bir gücü kullanma hakkı verdiğine inanmaya başladı. Bunun yanında İvan, Bizans’ın kendi iç kavgalarıyla zayıflayıp Osmanlı gücüne direnmeye mecali kalmadığını düşünüyordu. Onun gözünde benzer özellikler, Moskova boyarlarında da vardı. İvan’ın bu görüşlerinin şekillenmesinde Ruthenyalı bir Slav olup Litvanya ve Osmanlı idarelerinde de çalışmış olan İvan Peresvetov’un düşünceleri de çok etkili oldu. Peresvetov, İvan’a sürekli Osmanlı İmparatorlarının sahip oldukları Kapıkulu ordusu gibi kendi emrinde olan bir orduya sahip olması gerektiği düşüncesini aşıladı. İşte bu durumların ve görüşlerin şekillendirdiği adam olan IV. İvan, tavizsiz bir gücün mutlak itaat ile tüm bunları başarabileceğine inanarak büyük reformlarına ve imparatorluk yolunun taşlarını döşemeye başladı.

İvan ilk olarak papaz ve boyarların boğucu baskılarında kurtulup halkla (zemlya) ve yerel elitle bağ kurmaya çalıştı. Çünkü biliyordu ki, yapacağı tüm bu reformları halkın içtenlikle kabul etmesi durumunda kilise ve aristokratların elleri bağlanacaktı. Yerel meclisler kurdurarak buralarda reformlarının ön fikirlerini yanına çektiği yerel elitler ile aşılamaya çalıştı. Bunun yanında merkezi idarenin güçlenmesi için bürokrasiyi genişletti ve kilisenin zenginliğini devlete aktarmaya çalıştı.

Baş ağrıtıcı Tatar meselesini Kossakları kullanarak çözmeye çalışan ilk liderde yine İvan olacaktı. Kossaklar (yanlış bilindiği üzere Türk soyundan gelen Kazaklar değillerdir), Ukraynalı bir halktı. Avcı, haydut ve atlılardan oluşan bu halk, Altın Orda’nın dağılışından sonra sahipsiz kalan topraklarda hayvancılık yaparak geçinmeye çalışan bir göçebe topluluktu. Soyları, Altın Orda’nın en büyük paydasını oluşturan Kıpçak soyundan geliyordu. İsimleri Türkçede ‘’özgür adam’’ anlamına geliyordu. 1552’de ilk dış politika hamlesi olarak Kazan Hanlığı’na son veren İvan, takip eden yılda Altın Orda’nın küçük varisleri olan Astrahan ve Nogay hanlıklarına son vermek ve güney sınırını Kırım Hanlığı’ndan müteşekkil hâle getirmek için Kossaklarla anlaşma yaptı. Kossaklar, göçebe olmaları dolayısıyla iyi savaşan bir milletti. Bu ittifakın işe yaraması, anlaşmanın İvan’ın bu halka 1570 yılında verdiği bir beratla sürekli hale gelmesine yol açtı.

Baltık Savaşları

Bu döneme gelene dek Rusya’nın tek ticari ortağı, İngiltere’ydi. İvan, dönemin monarkı olan Kraliçe I. Elizabeth’e önerdiği anlaşma ile Kuzey Denizi’nde kurulacak ortak bir ticari şirketle bu ilişkileri geliştirmeye çalıştı, fakat bu İvan’ın misyonlarını taşıyacak bir devlet için yetersizdi. Güney meselesini en azından belli bir süre için halleden İvan, gözünü Avrupa’yla ticaretinin merkezi olan Baltık’a çevirdi. Livonya tarikatının yönettiği günümüzün Estonya ve Letonya bölgelerine gözünü diken İvan, aceleciliğiyle büyük güçlerin telaşlanmasına sebep oldu. Bu yüzden Rusya pastanın en büyük dilimini alacakken kendini bir anda Polonya-Litvanya, İsveç ve Danimarka ile çatışma içerisinde buldu. Sonuçları itibariyle bu savaşı, adeta bir arı kovanına çomak sokmak olarak değerlendirmek yanlış olamayacaktır. Neticede Rusya bol kazanç umuduyla girdiği savaştan Baltık Denizi’ne açılan tek bölgesi olan Neva’yı kaybederek çıktı. Aynı dönemin sonlarında, 1571’de, Kırım Hanı Devlet Giray, Moskova’nın güneyindeki zayıflayan savunma hatlarını aşarak Moskova’yı yağmaladı. Artan askeri sorunlar, o dönemde Kral’ın Meclisi (sejm) oluşturan elitler (szlachta) tarafından seçildiği bir tür aristokratik cumhuriyet yönetimi ile yönetilen Polonya-Litvanya’ya geniş bir boyar göçüne sebep oldu.

Giderek büyüyen sorunlar, hassas ruhunda endişeli bir mizaç taşıyan İvan’ın endişelerinin ve korkularının artmasına sebep oldu. Bu durum, Aralık 1564’te onun tahtı terk edip boyarların kendine duyduğu ihtiyacın ortaya çıkmasına sebep olacak bir olaya bile sebep oldu. Bu dönemde İvan, tahta geri dönmek için, gücü merkezde kurumsallaştırmaya çalışırken tam aksine kendi kişiliğinde toplayan reformlarına, aristokratlardan koşulsuz destek ve bu reformların gidişatını kontrol edebilmek için kendisine bağlı olarak kurulacak büyük bir istihbarat örgütüne itaat şartlarını koştu. Şartları kabul edildi ve İvan Moskova’ya döndü. Opriçnina adlı bu polis gücü; yolsuzluk, ihanet ve sapkınlıkla mücadele edecekti.

Bu örgütün üyeleri rahipler gibi siyah pelerinler giydiler, siyah atlara bindiler ve yanlarında saldırganlığı ve temizliği simgeleyen köpek kafası ve süpürge taşıdılar. Bu örgütün ilk icraatı, ihanetinden şüphelendikleri Kazanlı aristokratların başka bölgelere sürülmesi, yargılanması ve ortadan kaldırılmaları oldu. Daha sonra yine aynı sebeple Novgorod, bu örgüt tarafından yerle bir edildi. Bir dönemin en zengin şehirlerinden olan Novgorod, küçük bir kasaba haline geldi. İlerleyen süreçte yükselen halk tepkisi, Opriçnina’nın sonunu getirdi ve adının anılması dahi yasaklandı.

Genel olarak değerlendirildiğinde İvan’ın dönemi, Kuzeydoğu Avrupa’da bir step hanlığı, evrensel bir Avrupai imparatorluk gücü ve III. Roma olma iddialarını taşıyan kafası karışık bir devletin yaşadığı paradoksların dramatik ve korkunç etkilerinin görüldüğü bir dönemdi. Moskova askeri ve ekonomik açıdan, kapasitesini çok üst çıtalara taşımayı başarmıştı fakat teknolojisi hâlâ bir imparatorluk iddiasının taşıyıcısı olabilecek seviyede değildi. Reformları, temel amacı olan devlet idaresinin bağlı olduğu güçlü kurumlar yaratmak yerine, tam tersine lidere bağlı zorba bir devlet idaresi oluşturdu. Aslında, işlerin bu noktaya gelmesini İvan da hedeflemiyordu, fakat bu durum, Rusya’nın taşıdığı farklı karakterlerin çelişkisinin bir sonucuydu.

Kısacası, Moskova, İvan döneminde küresel bir güç olma yolunda ilk adımlarını attı, fakat bu iddiayı taşıyacak kurumların oluşturulması süreci başarısız oldu. Böylece Rusya ilerleyen süreçte içine gireceği Dertler Dönemi’nde varlığını tehdit eden birçok sorunla baş başa kalacaktı.

 

  • Devam edecek…

Leave a Reply