Roma Cumhuriyeti, yıllar içinde birçok savaşta başarılı olmuştu. MÖ 2. yüzyılda topraklarını İspanya’dan Anadolu’ya kadar genişletmişti. Akdeniz merkezli büyük bir imparatorluk olmaya doğru yol alıyordu. Ancak uzun süre savaşlar, ülke içinde artan gerilim, beraberinde birtakım sıkıntılar getirmişti. Savaşlar nedeniyle Roma vatandaşları yıllarca şehirlerinden ayrı kalmışlar, üretim yapamamışlardı. Bunun yanında şehirde iş imkanları da azalmıştı. Savaşlar nedeniyle Roma sokakları milyonlarca köle ile dolmuş, birçok işte köleler çalışıyordu. Topraksız vatandaşlar işsiz kalmıştı. Savaşlar, Roma vatandaşlarını giderek fakirleştirmişti. Bunun yanında savaşlardan kazanç elde edenlerde az değildi. Savaşlar yoluyla gelen ganimet ve köle, aristokratların gücüne güç katmıştı. Ayrıca savaşlar, aristokratlara kendilerini kanıtlama fırsatını veriyordu. Bu nedenle karizmatik liderler ortaya çıkmıştı. Sonuç olarak zenginler ile fakirler arasındaki gelir farkı giderek artmıştı. Bu durum toplumda huzursuzlukların artmasına neden oluyordu.
Toplumsal huzursuzlukların artığı bu dönemde, sosyal adaleti sağlamaya çalışacak Gracchus kardeşler ortaya çıktı. Gracchuslar soylu bir aileydi. Bu aileden 5 kişi Roma’da “Consul” olarak görev yapmıştı (Freeman, 392). Bu aileden olan Tiberius Gracchus ve Gaius Gracchus, bütün bu problemleri çözmek için sosyal reform hazırlıklarındaydılar. Tiberius Gracchus MÖ 134 yılında Halk Tribunus’u seçildi (Tekin, 207). Tiberius, göreve başladığında toprak reformu tasarısı hazırladı. Bu tasarıya göre İtalya arazisinde kullanılmayan topraklar ihtiyacı olan vatandaşlara dağıtılacaktı. Tasarı bununla da kalmayarak her vatandaşın sahip olabileceği en fazla kamu arazisini 125 hektar olarak sınırlandırıyordu (Freeman, 392; Tekin 208). Sosyalist eğilimli bu kanun tasarısı halk tarafından olumlu, aristokratlar tarafından da olumsuz karşılanacağı çok açıktı. Tiberius da bunun çok iyi farkındaydı. Bu nedenle anayasal kanun çıkarma usulüne uymadı. Toprak reformu kanun tasarısını Senatus’a sunmadan doğruca Halk Meclislerine götürdü. Senatus bu durumun farkına varır varmaz Halk Meclisinde, kanun tasarısını veto ettirdi (Tekin, 208). Toprak kanunu çıkmamıştı. Ancak Tiberius Gracchus halkın kahramanı olmuştu. Tiberius bu şöhretini kullanarak halk arasında dolaşıyor, onun yanında yoksul vatandaşların oluşturduğu kalabalıklar toplanıyordu. Aristokratlar ile halk arasındaki gelirim sürekli artıyordu. MÖ 133 yılının yazında Fides tapınağında Consul toplanmıştı. Consul toplantısında Tiberius’un tiranlık kurmaya çalıştığı ve hemen öldürülmesi gerektiği tartışıldı. Consul bu öneriyi reddetti. Ancak öfkeli bir grup aristokrat taraftarı Scipio Nasica önderliğinde, o sırada Capitolium tepesinde bulunan Tiberius ve halk kitlesine saldırdı. Bu saldırıda 300 adamıyla Tiberius öldü (Freeman, 393). İç savaşa giden süreçte ilk kan dökülmüştü.
Tiberius’un ölümü ardından toprak reform hareketini kaldığı yerden kardeşi Gaius Gracchus devam ettirdi. Tiberius toprak reformları için mücadele etmiş ancak başarısız olmuştu. Kardeşi Gaius ise toprak reformunu uygulamaya koymayı başarmıştı. Bugün arkeolojik kazılarda toprak reformu kapsamında dikkate değer sayıda küçük çiftlik kurulduğuna dair kanıt vardır (Freeman, 393). MÖ 124 yılında Gaius, “Tribunus” seçildi. Gaius, toprak reformundan sonra piyasa ekonomisi konularında da vatandaş lehine yenilikler getirdi. Halka ucuz buğday tedarik etmek için buğday fiyatlarını sabitledi (Tekin, 209). Gaius, hitabetindeki güzellik sayesinde Senatoya rağmen kanunları geçirmeyi başarmış ve uygulamaya koymuştu. Ancak MÖ 121 yılında Roma dışındaki İtalya halklarına da vatandaşlık verilmesi için çalışan Gaius, halk tabanındaki desteğini yitirdi. Aynı yıl Senatus’un verdiği bir kararla Aventinus tepesinde taraftarlarıyla birlikte öldürüldü (Tekin, 209). Gaius’un sonu da ağabeyi gibi öldürülmek oldu. Gracchus kardeşlerin ardından Senatus eski gücüne kavuşacaktı. Bu gerilim, bir önceki yazımızda bahsettiğimiz, Roma Cumhuriyet kurumları arasındaki dengenin bozulduğunu gösteriyordu. Cumhuriyet çatlamaya başlamıştı.
Kuzeyde Keltler ve Germenler, Roma’ya problem olurken doğuda yakın bir problem gözükmüyordu. Bu nedenle Cumhuriyet için açık tehdit kuzeyden geliyordu. MÖ 111 yılında başlayan savaş uzayıp girmişti. MÖ 107 yılında “Consul” seçilen Gaius Marius askeri dehası ile Germenlere karşı başarı elde etti. Bu başarısının ardında ordu reformları vardı. Marius ilk defa mülksüzleri orduya aldı. Roma toplumunda savaşın bir şöhret aracı olduğu düşünüldüğünde aristokrat-halk arası gelirimi artırma olasılığı olan bir hareketti. Nitekim Marius, bu reformunun bedelini sürgüne gönderilerek ödedi (Freeman, 396). Halk-aristokrat dengesi bozulduğu gibi Consuller ile Senatonun da dengesi bozulmaya başlamıştı. Tam bu sıralarda İtalya’da yaşayan Romalı olmayan müttefikler isyan etmiş, vatandaş olabilmek için Roma’ya karşı savaşa giriştiler. Roma, galip olmasına rağmen MÖ 88 yılında birçok müttefike vatandaşlık verdi (Tekin, 211). Halk, Aristokratlar ve Consuller arasında gerilim tırmanıyordu.
Kriz dönemlerini fırsata çevirmek tarih boyunca karizmatik liderlerin işi olmuştur. Roma tarihi için de krizlerin artığı bu dönemde karizmatik liderler ortaya çıkacaktı. Bu karizmatik liderler genellikle ordu komutanları ve Consuller arasından çıkacaktı. Çünkü Roma toplumunda askeri zaferler kişilerin kendilerini kanıtlamaları için bulunmaz bir fırsattı. İşte bu dönemde kuzeyde Galya topraklarındaki kriz Julias Ceasar’ı(Sezar) öne çıkarırken doğuda Anadolu topraklarındaki problemler Pompeius’u öne çıkaracaktı.
İmparatorluğun doğusunda, Anadolu toprakları üzerinde küçük Helenistik krallıklar kurulduğunu bir önceki yazımızda bahsetmiştik. Bunlardan Pergamon krallığı MÖ 133 yılında, Bithynia krallığı ise MÖ 74 yılında vasiyet yoluyla topraklarını Roma’ya bırakmıştı. Ancak tüm Helenistik krallıklar bu şekilde barışçıl değildi. Pontus devleti kralı Mithradates uzun yıllar Roma’nın başını ağrıtacaktı. MÖ 88 yılında Pontus kralı Mithradates Batı Anadolu’daki Roma eyaletine saldırdı. Bu saldırıda 80.000 Romalı ve İtalya kökenli insanı öldürdü (Tekin, 212). O yıl Consul olan Cornelius Sulla, doğruca ordunun başına geçerek Mithradates’in üzerine yürüdü. Bu sırada halk meclislerinde komutanlığın Sulla’dan alınarak Marius’a verilmesi tasarısı konuşuluyordu. Bundan haberdar olan Sulla Roma’ya geri dönerek Roma ordusuyla Roma’ya saldırdı. Bu Roma Cumhuriyeti tarihinde ilk defa ortaya çıkan bir durumdu. İç savaş adeta kapıdaydı. Ancak herhangi bir direnişle karılaşmayan Sulla, komutanlığı alarak Mitradates’in üzerine yürüdü (Freeman, 400). İç savaş 40 yıl daha ertelenmişti.
Sulla, Pontus orduları ile Yunanistan’da karşılaştı. Atina’yı geri aldı. Mithradates yanlılarını katletti. Daha sonra Küçük Asya’ya geçen Sulla MÖ 83 yılına kadar Mithradates’i destekleyen Helen halklarını cezalandırdı (Freeman, 401). Sonuçta, Mithradates, Sulla ile bir antlaşma yaparak geri çekilmek zorunda kaldı. Sulla için gerekli şöhreti topladıktan sonra Roma’ya dönme vakti gelmişti. Yeni reformları için gerekli olan desteği vardı. MÖ 82 yılında “Dictator” seçildi. Bir önceki yazımızda bahsettiğimiz Roma Cumhuriyeti kurumlarından Dictatorluk, olağanüstü zamanlarda 1 yıla mahsus olmak üzere 2 Consul’ün yetkilerini bir kişiye devretmesinden oluşan bir kurumdu. Sulla, bu kurumu kullanarak reform hareketine girişti. Senato’nun sayısını 300’den 600 çıkardı. Yargıçların sadece Senatörler arasından seçileceğine karar verdi. Preator ve Consul olabilmek için yaş sınırı getirdi. Daha bunlar gibi Roma Anayasasında birçok değişiklik yaptı (Freeman, 401). Bu reformların ardından ilginç bir karar vererek MÖ 80 yılında Dictator’luktan ayrıldı ve iki yıl sonra MÖ 78 yılında öldü (Tekin, 214). Sulla’nın reformları Roma Cumhuriyetinin düzeninde değişiklikler yapmıştı. Bu durum çoklarının hoşuna gitmediği görülüyor. Anayasal kurumlar arasında “Check and Balance” yani denge ve fren sistemi bozulmuştu. Cumhuriyet giderek kan kaybediyordu.
Sulla’nın ardından gerçek iç savaşın meydana geldiği MÖ 49 yılına kadar Julias Ceasar ve Pompeius’un yükselişi başladı. Pompeius, çok genç yaşlardan beri orduda önemli görevler üstlenmişti. İlk olarak İspanya’daki isyanı bastırmıştı. MÖ 72 yılında Trakya’da meydana gelen Spartacus önderliğindeki köle isyanını bastırması için yine Pompeius görevlendirilmişti. İsyan bastıma konusunda çok mahir olan Romalılar, isyankarlara haddini bildirirken, Pompeius’un şöhreti bu savaşlarla giderek artmıştı. MÖ 70 yılında Consul seçildi. Bu sıralarda Bithynia krallığı topraklarını Roma’ya vasiyet olarak bırakmıştı. Bundan hiç hoşnut kalmayan Pontus kralı Mithradates, Bithynia topraklarını ilhak etti. Roma, doğuya, Mithradates karşına bir ordu gönderdi. Ancak komutan Pompeius olmamıştı. Zaferle geri dönen komutan, Pompeius’a rakip olacak bir şöhrete ulaşmamış, hatta yaptığı bazı hareketlerle Roma halkının öfkesine neden olmuştu (Freeman, 404). Yine şöhret Pompeius’da kalmıştı. MÖ 67 yılında çıkan Akdeniz korsanları, Roma’nın ticaretine zarar vermeye başlamıştı. Pompeius önderliğindeki ordu bu problemi çok çabuk şekilde çözdü. Artık herkes, Pompeius’un başarılı bir komutan olduğunu düşünüyordu. Bir yıl sonra, MÖ 66 yılında Pompeius’un önüne kaderini değiştirecek bir fırsat çıkmıştı. Doğu’da Küçük Asya’da Mithradates tekrar isyan etmişti. Hiç tereddütsüz Pompeius, ordunun başına komutan tayin edilerek Küçük Asya’ya gönderildi. Mitradates, son ve kesin şekilde yenilerek, Bosphorus’a sürüldü. Pompeius işi burada bırakmaya hiç niyetli değildi. Doğuya doğru ilerlemeye devam etti. Armenia krallığını Roman’ya bağladı. Oradan güneye inen Pompeius, Yahuda’daki Kudüs’ü fethetti. Ardından eski Seleukos başkenti olan Antiokhiea’ı(Antakya) topraklarına katarak, Suriye ve Mezopotamya’ya doğru ilerledi. Parth(daha sonraki yıllarda Sasani olacak) devleti sınırlarına kadar tüm doğuyu fethetti. Antik Yakın Doğunun yeni hâkimi Roma oldu. Helenistik krallıklardan sonra Greko-Romen dünya doğuya kadar ulaşmıştı (Freeman, 405). MÖ 63 yılında olağanüstü başarılarla beraber Roma’ya dönen Pompeius, rakiplerini ciddi şekilde endişelendiriyordu.
MÖ 63 yılında ünlü hatip ve hukukçu Marcus Tullius Cicero Roma’da Consullük görevini yapıyordu. Cicero, MÖ 83 yılında hukuk eğitimi almak için Roma’ya gelmişti. Mükemmel bir hitabet yeteneği vardı. Bu sayede birçok davada başarılı oluyordu, Roma siyaseti üzerinde hatırı sayılır bir etkisi vardı. Hitabet yeteneği sayesinde Senato’yu komplocu Catilina ve ekibinden haberdar etmişti. Ardından bu komplocuların idam edilmesini sağladı. Bu başarısından dolayı Cicero’yu “ülkenin babası” olarak onurlandırılmasının vakti gelmişti. Tam bu sırada Pompeius, muazzam zaferlerle Roma’ya dönmüştü. Bu dönüş Cicero’nun faaliyetlerini gölgede bıraktı (Freeman, 407) Bazılarına göre hiç askeri başarısı olmayan Cicero, yetersiz bir liderdi. Pompeius, Roma’ya geri döndüğünde ordusunu dağıttı. Siyasi bazı makamlar elde etmeyi bekliyordu. Ancak beklediği ilgiyi bulamadı. Roma, çok çalkantılı ve parçalı bir siyasi atmosfer içindeydi.
Roma siyasetine yeni bir sima daha giriş yapıyordu. MÖ 100 yılında Patrici bir aileden gelen Julias Caesar(Sezar) Roma siyasi hayatına küçük makamlarla girdi. MÖ 62 yılında Preator’luğa kadar yükseldi. MÖ 59 yılında Consul oldu. Caesar artık dikkate alınan bir kişiydi. Ancak Caesar’ın Caesar yapan savaşlar, MÖ 58 yılında Galya’ya 5 yıllığına vali olarak atanması ile başladı. Galya, bugün Fransa, İsviçre ve Almanya’nın bir kısmını alan geniş bir coğrafyayı kapsıyordu. Caesar, vali olur olmaz Galya üzerine çok sayıda sefer yapacak, Roma hakimiyetini Britanya sahillerine kadar genişletecek, Batı Avrupa’nın çok büyük bir bölümünü fethedecekti. MÖ 57 yılına gelindiğinde neredeyse tüm Galya, Roma’nın hakimiyeti altına girmişti. Roma’da, Pompeius gibi muzaffer bir komutan olarak karşılanan Caesar, Pompeius’tan daha fazla ilgi görmüştü.
MÖ 55 yılında Pompeius, Consul seçildi. Consul’lüğün ardından İspanya’ya vali olarak atandı. Ancak Pompeius, Roma’daki hakimiyetini kaybetmemek için İspanya’ya vekillerini göndererek kendisi Roma’da kalmaya devam etti. Aynı yıl Caesar’da boş durmadı. MÖ 55 yılında Britanya sahillerine çıkartma yaptı. Sefer başarısız oldu ancak Caesar’ın şanına zarar vermeye yetmedi. Bu sırada Consul seçilen Crassus, Pompeius ve Caesar gibi liderlik yarışına girişmek istiyordu. Liderlik mücadelesine girmenin ancak askeri zaferle olacağını düşünüyordu. Nitekim Hem Pompeius’un hem de Caesar’ın şöhreti, askeri zaferlere dayanıyordu. Şimdi sıra Crassus’taydı. Daha önceden askeri tecrübesi olamayan Crassus, çok tehlikeli bir sefere girişti. Ordusuyla Fırat nehrini aşarak Parthia krallığına saldırdı. Antik Pers ve Helenistik Seleukosların melez bir varisi olan Parthia krallığı, MÖ 53 yılında Carrhea kasabasında Romalılara çok ağır bir yenilgi yaşattı. Crassus ve ordusunun dörtte üçü savaşta ölmüştü. Roma, tarihindeki en utanç verici yenilgiyi almıştı (Freeman, 422). Roma büyük bir krizle çalkalanıyordu. MÖ 50 yılında Pompeius’un Dictator ilan edilmesi ve Caesar’ın komutanlığına son verilmesi tartışılıyordu. MÖ 49 yılında Caesar, Senatoya gönderdiği bir mektupla, kendisinin ve Pompeius’un komutanlığı bırakmasını teklif etti. Pompeius ve taraftarları bu teklifi reddetti (Freeman, 425). Caesar için bütün yollar tükeniyordu. Aynı yıl ordusuyla birlikte Galya topraklarını aşarak İtalya sınırına girdi. Artık resmen iç savaş başlamıştı.
Pompeius, İspanya’daki birliklerini acilen Roma’ya geri çağırdı. Caesar bu birlikler gelmeden tüm İtalya’yı ele geçirdi. Bu sırada Pompeius taktik gereği kenti terk ederek güneye indi (Tekin, 216). İtalya’dan sonra İspanya’ya yönelen Caesar, buradaki Pompeius’un birliklerini etkisiz hale getirdi. Pompeius, Makedonya’ya kaçtı. MÖ 48 yılında Teselya’da Caesar ve Pompeius, Pharsalos savaşında karşı karşıya geldi. Bu belirleyici savaşta Pompeius yenildi. Mısır’a kaçmayı düşünüyordu. Ancak Mısır topraklarına adım atar atmaz XIII. Ptolemaios tarafından öldürüldü. Caesar, savaşı kazanmıştı. Caesar, Ptolemaios krallığının yönettiği Mısır’a gitti. Kraliçe Kleopatra ülkenin yönetimini Caesar’a bırakarak onun sevgilisi olmayı tercihe etti. Pompeius’un ölümüne rağmen cumhuriyetin her tarafı Caesar’ın yönetimini kabul etmemişti. Küçük Asya’da karışıklıktan faydalanmaya çalışan Pontus krallığı yine Roma’ya karşı isyan etmişti. MÖ 47 yılında Anadolu’ya gelen Caesar çok kısa bir mücadele sonunda Pontus krallığını hakimiyeti altına aldı. Meşhur Veni, Vedi, Vici(geldim, gördüm, yendim) sözünü burada söylemişti. Ardından son isyanı da bastırmak için Afrika’ya yönelen Caesar, buradaki muhalifleri öldürdü (Tekin, 217).
Caesar, MÖ 46 yılında Roma’ya döndüğünde artık Roma eski Roma değildi. MÖ 44 yılında kendini ömür boyu Dictator ilan etti. Bu Roma Cumhuriyeti Anayasasının resmen ihlaliydi. Eski rejim yanlıları bu durumdan hiç hoşnut değillerdi. Caesar’ın tiranlık rejimi kurduğunu düşünüyorlardı. Tüm bu düşüncelerden dolayı eski rejim yanlıları Caesar’a suikast planı hazırladılar. MÖ 15 Mart 44 yılında sadık cumhuriyetçilerden Brutus ve Cassius’un da içinde bulunduğu bir topluluk Pompeius’un heykelinin önünde Caesar’ı öldürdü (Freeman, 432).
Caesar’ın ölümünün ardından, Roma’da tekrar karışıklıklar ortaya çıktı. Geride Caesar’ın hiç varisi yoktu. Eski cumhuriyet sistemine dönmeleri de mümkün gözükmüyordu. O yıl consul seçilen Antonius ve Caesar’ın yeğeni olan Octavianus arasında bir mücadele başladı. Caesar ölmeden önce Octavianus’u evlat edinmişti. İlk iş Caesar’ın katillerinin bulunmasıydı. Yunanistan’da yapılan savaşta cumhuriyet rejimi yanlıları öldürüldü. Ardından Caesar, Senato tarafından tanrı ilan edildi. Yeni bir rejim kendi ideolojisini oluşturmaya başlamıştı. Yüce kral imgesi ilk defa Caesar üzerinde doğdu. Antonius doğunun yönetimini ele alırken, Octavinanus Roma’da kalarak batının yönetimini ele aldı. Doğuda Antonius, Kleopatra’nın yanında Mısır’da kaldı. Servet karşısında zayıf bir karaktere sahip olan Antonius, Mısır’ın zenginlikleri karşısında büyülenmişe benzemektedir (Freeman, 435). Bu sırada doğuda Parth devleti Roma’nın doğu eyaletlerine saldırmıştı. Durumu kontrol altına almak için Parth krallığına sefer düzenleyen Antonius MÖ 39 yılında ciddi bir yenilgi almıştı. Antonius’un şöhreti giderek Romalılar gözünde azalıyordu. Buna karşı Romalılar Octavianus’u bir kurtarıcı olarak görmeye başlamışlardı. Artan gerilim MÖ 31 yılında iki komutanı Yunanistan sahillerinde karşı karşıya getirdi. Octavianus’un zaferiyle sonuçlanan savaş, Roma’nın dönüm noktalarından biri oldu. 1 yıl sonra Ptolemois krallığına giren Roma, Mısır’ı topraklarına kattı. Kleopatra ve Antonius intihar ederek öldü. Artık Roma’nın tek hâkimi ileride bilinen adıyla Augustus olmuştu.
Octavinaus’un zaferi Cumhuriyet döneminin kapanıp, imparatorluk döneminin başladığı tarih oldu. Gelecek yıllarda Octavianus birçok yetki ve unvan alarak kendinden önceki yöneticilerden farklılaşacaktı. Octavianus MÖ 30 yılında “Imperator” ünvanı aldı. Bu, muzaffer bir komutana birlikleri tarafından verilen bir unvandı (Freeman, 444). Octavinaus’u diğer muzaffer komutanlardan ayıran unvanı ise MÖ 27 yılında aldı. Bu unvan kutsal manasına gelen “Augustus” unvanıydı. MÖ 23 yılına gelindiğinde Senato ile anlaşan Augustus, “Princeps” unvanını aldı. Birinci manasına gelen bu unvan Augustus’u krallığa yaklaştıran bir otorite veriyordu. Ancak cumhuriyet kurumları varlığını devam ettirecekti. Yani Roma imparatorluk zamanında mutlak bir monarşi ile yönetilmeyecekti. MS 284 yılında imparator Diocletinus’a kadar Princeps yönetimi Roma’da hâkim olacaktı. Roma tarihi için cumhuriyet sayfası kapanırken imparatorluk sayfası açılıyordu.
Devam Edecek
Bir Sonraki Yazı: Hellensitik Dünyanın Varisi: Roma-III: İmparatorluk Dönemi-I
Kaynakça:
1. Tekin, Oğuz. Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş. İletişim Yayınları. 2015. İstanbul
2. Garthwaite, Gene R. . İran Tarihi. Çev:Fethi Aytuna. İnkılap Yayınları.İstanbul. 2018
3. Dr. Pierre Bordreuil, Prof. dr. Françoise Briquel-Chatonnet, Prof.Dr. Cecile Michel ve diğerleri. Tarihin Başlangıçları: Eski Doğu Kültür ve Uygarlığı. Alfa Yayınları. İstanbul. 2015
4. Dr. Memiş, Ekrem. Eskiçağ Medeniyetleri Tarihi. Ekin Yayınevi. Bursa. 2015
5. Durant, Will. The Story of Civilization, Vol-I:Our Oriental Heritage. Simon and Schuther Publication. New York. 1954
6. Dr. Freeman, Charles. Mısır, Yunan ve Roma: Antik Akdeniz Uygarlıkları. Çev: Suat Kemal Angı. Dost Yayınları. 2018. Ankara
7. Russ, Jacqueline ve diğerleri. Felsefe Tarihi Cilt-1: Kurucu Düşünceler. Çev: İsmail Yerguz. İstanbul. 2018
Resim Kaynakçası:
1. https://www.thinglink.com/scene/811426872356241408
2. https://www.ancient.eu/map/
3. https://en.wikipedia.org/
4. https://www.bbc.co.uk/programmes/articles/610nmH4nFmRk4R8lfK8NBDM/episode-transcript-episode-35-head-of-augustus