Türkiye’nin En Büyük Sorunu…

Türkiye, stratejik konumu itibarıyla 3 kıtaya yakın bir coğrafyada aktif politika izleme, böylece bölgesel çıkarlarını koruma, bölgesel ittifakları canlandırma potansiyaline sahip. Tabi bir de işin öteki tarafı var. Öyle ki son 30 senede Türkiye’nin tam 5 sınır komşusu fiilen savaşa girdi. Buna ek olarak Karadeniz, Balkanlar, Kuzey Afrika, Kafkasya gibi yine Türkiye’ye çok yakın coğrafyalarda sayısız savaş ve karışıklık yaşandı. Civar ülkelerdeki istikrarsızlıkları saymıyorum bile. Peki Türkiye?

Türkiye hiçbir zaman fiilen savaşa girmedi ama 80’li yıllardan beri terörden çok büyük yara aldı. Başlarda ASALA ile, sonra PKK, DHKP/C, FETÖ, PYD-YPG, IŞİD ile devamlı mücadele halinde oldu. 2018’de başlayan Zeytin Dalı Harekâtı ve sonrasında 2020’de gerçekleştirilen Bahar Kalanı Harekâtı ile sınır güvenliği büyük ölçüde sağlanırken terör sorunu da büyük ölçüde çözülmüş gözüküyordu. Peki Türkiye’ye doğu sınırlarından gelen ve etkilerini Ankara’ya kadar hissettiren terörün sebep olduğu bu istikrarsızlık gerçekten giderildi mi? Bu soruyu sizin takdirinize bırakmadan önce Türkiye’nin, etrafındaki ateş çemberinden ne ölçüde nasibini aldığını ve uzun vadede bizleri nelerin beklediğini anlatmaya çalışacağım.

Ateş içindeki 5 komşu

Bahsettiğim komşular Suriye, Irak, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan. İkinci Körfez Savaşı ile 2003’te kitle imha silahı bulundurduğu gerekçesiyle Irak’a giren ABD destekli koalisyon kuvvetleri, tam 8 sene savaştı. Irak’ın işgali 2011’de son buldu ama geriye çok ağır bir tablo kaldı. 2007’de Irak merkezli araştırma şirketi IIACSS tarafından yapılan araştırmalara göre yaklaşık 1 milyon sivil hayatını kaybederken birçoğu da yerinden oldu. Bu savaşın yarattığı istikrarsızlık Irak’ta halen etkilerini hissettiriyor. Azerbaycan ve Ermenistan arasında ise Dağlık Karabağ bölgesinde hakimiyet için 2020’de 2. Karabağ savaşı yaşanmış ve savaş, Azerbaycan’ın kaybettiği toprakların büyük kısmını ele geçirmesi ile son bulmuştu. Gürcistan’da ise 1990’lı yılların başında, Güney Osetya ve Abhazya bölgelerinde yaşayan azınlık, Rus desteğiyle ayaklanmış ve bu bölgelere girmek isteyen Gürcü ordusu ile ağır çatışmalara girişmişti. 2008 Ağustosu’nda ise Gürcistan’ın tekrardan Güney Osetya’ya askeri operasyon düzenlemesi ve Rus askerinin Gürcistan’a girmesi sonucu savaşın şiddeti arttı.

Tabi bu olayların hiçbirisi Türkiye’yi, Suriye’de yaşanan iç savaş kadar etkilemedi. 2011’de başlayan Suriye iç savaşı, kısa sürede tüm ülkeye yayıldı. Başlıca taraflar Rus destekli Suriye rejim güçleri ve Türkiye’nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu iken geçen 10 senede sayısız taraf ortaya çıktı ve şiddetin boyutu her geçen gün büyüdü. Suriye Politik Araştırmalar Merkezi’ne göre Şubat 2016 itibarıyla dolaylı ya da dolaysız hayatını kaybeden insan sayısı 470.000 oldu. Tabi bununla da bitmiyor. Bir de savaşın yerinden ettiği insanlar var ki bu da Türkiye’yi en fazla etkileyen mesele.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (UNHCR) göre şu ana kadar yaklaşık 6,6 milyon Suriyeli ülkesini terk ederken, mülteci statüsündeki bu insanların büyük çoğunluğu Türkiye’ye geldi. Yine UNHCR raporlarına göre Türkiye’deki kayıtlı Suriyeli sayısı 3 milyon 600 bin. Kayıt dışı Suriyelilerle birlikte bu rakamın 6 milyonu geçtiği tahmin ediliyor. Buna ek olarak Irak’tan ve Afganistan’da Taliban’ın yönetimi ele geçirmesiyle Afganistan’dan gelen mülteciler de var. Sadece bu sayılar durumun ne kadar vahim olduğunu gözler önüne seriyor.

Türkiye’nin mülteci sorunu

Türkiye açık ara dünyada en çok mülteciye ev sahipliği yapan ülke. En büyük sebebi coğrafya iken bunu Avrupa ülkelerinin mültecilere sınırlarını açma isteksizliği takip ediyor. Şöyle anlatayım, UNHCR’ye göre Avrupa, 6 milyon 600bin Ukraynalı sığınmacıyı kabul ederken Avrupadaki Suriyeli sayısı 1 milyon civarında. Ek olarak mültecileri Türkiye’de tutmak isteyen AB ile Türkiye arasında 2016’da imzalanan Mülteci Krizi Anlaşması’na göre Türkiye, düzensiz göçmenlerin AB’ye geçişini engelleyecek ve bunun karşılığında AB birtakım vaatlerini yerine getirecekti. Ancak neticede, Türkiye’ye ödenmesi planlanan 6 milyar Euro’nun sadece 4.3 milyarı ödenirken (bknz. Mülteciler Derneği) Bianet’in haberine göre vaat edilen vize muafiyeti ve AB’ye üyelik adımlarının kolaylaştırılması gündeme gelmedi .

Diğer taraftan Türkiye’nin bu sebeple istikrarsızlaşması, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere hiç bir ülkenin işine gelmez. Türkiye, mülteci krizi konusunda Avrupa’nın tek ve vazgeçilemez muhattabı ve Avrupa da bu durumun farkında. Macron tarafından 2022’de ortaya atılan Avrupa Siyasi Topluluğu projesi az çok bunu hedefliyordu. Yani 85 milyon nüfuslu Türkiye’yi AB serbest dolaşımından uzak tutarken ekonomik ve siyasi anlamda Türkiye’yi Batı’nın yanına çekmek. Birliğin ilk zirvesine Sırbistan, Azerbayjan, Ermenistan gibi AB üyesi olmayan ülkeler de davet edildi. Bu Fransa dönem başkanlığı sonunda toplanan AB Brüksel Zirvesi’nde ortaya atılan “Geniş Avrupa” politikasına da atıfta bulunuyor. Yani AB üyesi olmayan ülkelerle ortak politika izleme kabiliyetini arttırmak. (bknz. AA: AB’nin yeni iş birliği modeli: Avrupa Siyasi Topluluğu)

Mülteci sorunu büyük bir mesele ve AB’nin yaptığı gibi politik bir mücadele zemini oluşturmayı gerektiriyor. Bazı muhalif gazetecilerin mülteciler konusunda ‘ılıman’ haberler yapması için AB tarafından fonlanması da (bknz. BBN Haber: İşte ABD ve AB tarafından fonlanan Türkiye’deki medya kuruluşları) her fırsatta Türkiye’nin Avrupa için önemli bir müttefik olduğunun dile getirilmesi de mülteci sorununu sınır ötesinde çözebilmek için. AB, göçmen krizinin uzun vadede yaratacağı demografik sorunların ve güvenlik zafiyetlerinin farkında. Peki ya Türkiye sorunun tam merkezindeyken meselenin ne kadar büyük olduğunun farkında mı?

TUİK’in 2017’de açıkladığı verilere göre Türklerde doğum oranı 2,07’ye kadar gerilemiş iken Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması’nın (TNSA) 2018 raporuna göre Suriyeli göçmen bir kadın ortalama olarak 5,3 çocuk doğuruyor. Geçen sene İçişleri Sözcüsü Çataklı’nın açıklamasına göre Hatay’da doğan her 4 bebekten birisi Suriyeli. Suriyeli nüfusu bu şekilde artmaya devam ederse 20 yıl sonra 20 milyona yaklaşacağı iddia ediliyor. Burada Türkiye’nin demografik yapısının bozulmasından söz ediyoruz. Türkiye’nin bazı bölgelerinde Türklerin azınlıkta kalacağını ve bunun yaratacağı yoğun güvenlik açıklarından bahsediliyor.

Durumun ciddiyetini anlayın diye 2014 yılında ailesiyle birlikte Türkiye’ye gelen Suriyeli Muhammad Fawzi Akkad’dan bahsetmek istiyorum. Muhammad 2018’de Yunanistan’a kaçmaya çalışırken Jandarma tarafından tutuklanıp Suriye’ye geri gönderilmişti. Sonrasında Suriye’den Almanya’ya kaçmayı başaran Muhammed, Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne şikâyet etmişti. Geçtiğimiz yaz AİHM Türkiye’yi suçlu buldu ve Türkiye’nin 12.250 euro tazminat ödemesi gerektiğine karar verdi. Sebep ise Muhammed’in gönüllü geri dönüş süsü verilmek suretiyle zorla geri gönderilmesiydi (bknz. T24: AİHM, Suriyeli mültecinin zorla geri gönderilmesine ‘ihlal’ dedi). Yani mültecileri göndermek o kadar kolay değil ve uluslararası hukuk bazı konularda kesin çizgiler çiziyor.

Suriye İç Savaşı’nın 10 Senelik Bilançosu

Siyaset bu işe ne diyor?

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar demiş ki “1 milyona yakın kişinin öldüğü bir ortamda can havliyle sınırlarımıza gelmişler. Kucağında çocuğu olan anne ve babaları ile sınırlarımızdalar. Bunları nasıl içeri almayalım?” Burada bahsi geçen mesele mültecileri ülkeye almayalım değil, aksine imkanlarımızın el verdiği ölçüde mültecilerin sığınağı olmak ve yaşam koşullarını iyileştirmek insani ve vicdani bir sorumluluk ama milli güvenlik ve çıkarlarımızdan ödün vermemek için ince bir çizgiyi korumak gerkiyor. Eski Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson çok güzel açıklıyor: “Merhametimiz sonsuz olabilir ama insanlara yardım etme kapasitemiz sonsuz değil.”

Seçimler nedeniyle mülteci meselesi büyük popülerite kazandı ama siyasi konjektür ve söylemler değişir, günün sonunda iktidarda hangi parti yer alıyorsa sorunun çözümüne yönelik adım atması gerekiyor. Çünkü bu siyaset üstü bir mesele. Sadece bugünü değil 20 sene sonraki Türkiye’yi de etkiliyor. Mülteci sorunu Türkiye’nin bir milli güvenlik ve beka sorunu haline geldi. Bunu belirtmek ırkçılık değil, tehlikenin rengi oldukça önemsiz. Bu sorunun çözülmediği her geçen gün Türkiye’nin çıkarları daha çok yara alıyor.

Her şeye rağmen son yıllarda gerek halkın gerekse iktidarın mülteci farkındalığı artıyor. Metropoll Araştırma’nın anketine göre halkın yüzde 82’si Suriyelilerin geri dönmesini isterken hükumet ise bir bölgedeki toplam Suriyeli varlığını kısıtlamak gibi yapıcı önlemler almaya çalışıyor (bnkz. Pusula: Suriyelilere ikamet sınırlaması). Ancak yetersiz.

Çözüm?

İktidarın, mülteci sorununa yönelik ana çözüm önerisi olan Özgür Suriye Ordusu kontrolünde güvenli bölge oluşturup Türkiye’deki mültecileri oraya yerleştirme planı, soruna ancak geçici bir çözüm olabilir. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun okulumuzda yaptığı, benim de katılma fırsatı bulduğum, konuşmasında da belirttiği gibi inşa edilecek toplu konutlar ancak 1 milyon mülteciyi barındırabilir ve bölgeye, Suriye’nin güneyindeki istikrarsız bölgelerden insan göçü olması riski var. Yani yine yetersiz.

Mülteci sorununu temelli çözmek için atılması gereken en önemli adımlardan biri BM’nin tanıdığı rejim hükumeti ile masaya oturmak. Üstelik şöyle bir bilgi de vereyim: İç savaşın ilk yıllarında rejim güçleri, Suriye’nin Kuzey’ini terk ederken bu bölgeleri muhalifler ele geçirmesin diye ABD kontrolündeki PYD güçlerine bırakıyordu (bknz. CNN TÜRK: “ABD, Suriye petrolünü böyle çalıyor”). Şu an ise siyaset bilimci Prof. Dr. Hasan Ünal’a göre ABD, PYD’yi paravan olarak kullanarak Suriye petrolünü çalıyor ve petrolü ülkeden çıkarıp kuzey Irak’a sevk ediyor. Suriye Petrol Bakanlığı’nın açıklamasına göre çalınan petrol miktarı Suriye petrolünün yüzde 80’inden fazlasını oluşturuyor. Toplam rezervi 2.5 milyar metreküp olan Suriye petrolünün yüzde 80’i ülke ekonomisine kazandırılamıyor. Yaşanacak ekonomik kaybı bir düşünsenize. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’nin PYD ve PKK’nın koridor devleti kurma emellerini sınır ötesi operasyonlar ile engelleme girişimi en çok rejim hükumetinin işine yarıyor ve rejim, Türkiye ile ortak terör paydasında buluştuğunun farkında. Ancak, daha da önemlisi Türkiye de iş birliğinden doğacak potansiyelin farkında ve gerekli adımları atmaya çalışıyor ki bu son zamanlarda iktidarın dış politika alanında yaptığı en büyük açılımlardan bir tanesiydi.

Astana görüşmeleri başladıktan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu sıklıkla Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması gerektiğini vurguladı. O zamanlarda bunun rejim ile normalleşme sinyali mi yoksa uçak krizi sonrası Rusya ile eşgüdümlü politika izleme kaygısı mı olduğu net değildi. Ancak aynı söylem geçen yaz Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından sıklıkla tekrarlanırken yine geçen yıl Ankara’da düzenlenen 13. Büyükelçiler Konferansı’nda Mevlüt Çavuşoğlu, Ekim 2021’de Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad ile görüştüğünü açıkladı. Ardından şu ifadeleri kullandı:

“Sonuçta orada da biraz önce söylediğimi söyledim. Suriye’nin tek çıkar yolu siyasi uzlaşı. Teröristlerin temizlenmesi lazım. Kim olursa olsun, adı ne olursa olsun…Diğer taraftan muhalif Suriyelilerle rejim arasında bir barışın olması gerektiğini, Türkiye olarak böyle bir durumda buna destek olabileceğimizi de söyledik.”

Bu açıklamalardan sonra Suriye’nin Kuzeyindeki muhaliflerin kontrolünde yaşayan halk Türk bayrağı yakmış ve rejim ile asla uzlaşmayacaklarını söylemişlerdi. Muhalifler ile rejimin anlaşamadığı çok konu var ancak asıl sebep Suriye’nin kuzeyindeki halkın sonsuza kadar Türkiye’nin güvencesi altında yaşamak istemesi. Bu Türkiye için akılcı veya sürdürülebilir bir yol değil ve Türkiye de bunun farkında. Geçen yıl 23 Kasım’da gurup toplantısı sonucu gazetecilerin sorularını yanıtlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan “Esad ile görüşme olacak mı?” sorusuna “Olabilir, siyasette küslük dargınlık olmaz. Eninde sonunda en uygun şartta adımlarımızı atabiliriz” cevabını verdi. Şüphesiz çok önemli bir açıklamaydı.

Şu ana kadar anlattıklarımda meselenin ciddiyeti konusunda dikkatinizi çekmeye çalıştım. Ayrıca çözüm namına atılan adımlardan bahsettim. Yazımı ilginç bir olayı anlatarak sonlandırayım. 4 Aralık 1997’de Kanada’da imzaya açılan Ottowa Sözleşmesi, mayınların kullanımını insan haklarına aykırı olması sebebiyle yasaklıyordu. 2003’te anlaşmaya imza atan Türkiye, önce envanterindeki mayınları imha etti sonra da kademeli olarak sınırlarındaki mayınları kaldırmaya başladı (bknz. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ). Türkiye, önce Suriye sınırlarındaki mayınları kaldırdı, 2011’de patlak veren Suriye İç Savaşı’ndan sonra mülteciler mayından arındırılan bu bölgeleri kullanarak ülkeye gelmişti. Sonrasında ise ilk İran sınırı mayından arındırıldı. Burası da Taliban’ın ülke yönetimini ele geçirmesinden sonra Afganistan’dan gelen kaçak göçmenlerin kullandığı güzergahtı. Bir de mayınların temizlenmesi sırasında şehit olan askerlerimiz…

Ottowa Anlaşmasını imzalamayan 30’u aşkın ülke var. ABD, Çin, İran ve diğerleri… hepsi sınır sorunu yaşayan ülkeler. O zamanki iktidar 2003 yılında AB’ye hoş gözükmek amacıyla bu anlaşmaya imza atmıştı. 20 yıldır Türkiye’yi kapıda bekleten AB’den bahsediyorum. Gösterdi ki içinde bulunduğumuz coğrafyayı dikkate almadan atılan hiçbir adım çözüme katkı sunmaz.

Kaynakça

https://www.aa.com.tr/tr/dunya/suriyedeki-ic-savas-10uncu-yilini-geride-birakti/2175301

https://multeciler.org.tr/avrupa-birliginin-suriyeliler-icin-turkiyeye-odedigi-para/

https://tr.euronews.com/2016/03/24/ab-turkiye-multeci-krizi-anlasmasi-yururlukte

https://t24.com.tr/haber/aihm-suriyeli-multecinin-zorla-geri-gonderilmesine-ihlal-dedi-turkiye-12-bin-250-euro-tazminat-odeyecek,1041904

https://www.bbc.com/turkce/articles/c72d5eqx385o

https://www.cnnturk.com/video/dunya/abd-suriye-petrolunu-boyle-caliyor

https://sputniknews.com.tr/20210704/abd-ile-dsg-kitliga-mahkum-etmeye-calistiklari-suriyeden-petrol-ve-bugday-yuklu-onlarca-kamyonu-1044885803.html

https://www.aa.com.tr/tr/analiz/abnin-yeni-is-birligi-modeli-avrupa-siyasi-toplulugu/2697860

https://m.bianet.org/bianet/goc/220938-geri-kabul-anlasmasi-neydi-bugunku-tablo-ne

https://bbnhaber.com.tr/gundem/iste-abd-ve-ab-tarafindan-fonlanan-turkiye-deki-medya-kuruluslari-52694h

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/2105870#,

https://www.indyturk.com/node/485976/

https://www.gazianteppusula.com/haber/11302998/suriyelilere-ikamet-sinirlamasi#

https://www.undp.org/tr/turkiye/projects/turkiyenin-dogu-sinirlarinda-mayinlarin-temizlenmesi-ve-sinir-denetim-kapasitesini-artirarak-sosyo-ekonomik-gelisimin-saglanmasi#

Leave a Reply