Evlere kapandığımız şu günlerde çoğumuzun en sık yaptığı aktivitelerden biri film izlemek. Ben de bu karantina sürecini bir fırsata çevirmek amacıyla film kültürümü biraz geliştirmeye çalıştım. Oscar ve Golden Globe gibi film endüstrisindeki önemli ödüllere sahip yönetmenlerin filmlerine göz atarken karşıma Polonyalı yönetmen Pawel Pawlikowski’nin Soğuk Savaş filmi çıktı.

2018 Aralık ayında Cannes Film Festivalinde seyirciyle buluşan film, son zamanlarda dram türünde izlediğim en başarılı film oldu diyebilirim. 28 yıllık sinema kariyerinde yalnızca beş film yapan yönetmenin üretken bir yönetmen olduğunu pek söyleyemesek de atmosfer yaratma ve oyuncu yönetmedeki başarısının tartışılmaz olduğunu düşünüyorum.

Soğuk Savaş (Cold War - Zimna Vojna) - 2019 Film İncelemesi ...

Soğuk Savaş. en başta izleyiciye sıradan bir aşk hikayesini resmediyor gibi görünse de filmin ciddi politik bir duruşu da bulunmakta. Yansıttığı dönemin yaşantısına ve tarzına uygun olacak şekilde siyah beyaz kurgulanmış olan film, genel olarak birbirinden tamamen farklı karakterlere sahip bir kadın ve bir erkek arasındaki tutkulu ama imkansız bir aşkın hikayesini anlatıyor diyebiliriz. Zamanda sıçrayarak ilerleyen hikâyesi, melankolik havası, sade, siyah-beyaz görüntüleriyle birbirinden vazgeçmeyen iki müzisyen arasındaki tutkulu aşkı perdeye aktaran filmin en güçlü yönlerinden biri de caz, şansonlar ve folk ezgilerini de içeren müzikleri. Bu coşkulu müzikler, gösterişli dans sahneleri, 50’li yılların Paris’inin caz ve rock’n roll çılgınlığı eşliğinde anlatılan aşk buluşmalarında resmettiği döneme de ışık tutuyor.

Soğuk Savaş yıllarında geçen bir aşk hikayesi: 'Zimna Wojna'

50’li yılların Polonya, Berlin, Yugoslavya ve Paris’in in soğuk savaş atmosferini oldukça güzel betimleyen film; politik atmosfer ve kaderin cilveleriyle savrulan bir kadın ve erkeğin, imkânsız zamanlarda geçen imkânsız aşkını oldukça sade ve naif bir üslupla anlatıyor.  Bu film için bir lehçe bir halk şarkısından ilham aldığını söyleyen yönetmen, kahramanlarını kavuşamayan aşıklar arka planında ülkeler ve kültürler arasında dolaştırıyor. Burada esas olan, savaştan yeni çıkmış olan Polonya’nın değişim rüzgarlarıyla çalkalandığı bir dönemde bir yanda arka planda devam eden soğuk savaşın toplum üzerindeki etkisi ve bu etkinin iki aşık üzerinden anlatılıyor olması. ”İki kalp, dört göz gece gündüz ağlıyordu.” dizesiyle başlayan filme oldukça romantik bir atmosfer hakim.

Filmde imkânsız aşkın kahramanlarını canlandıran Joanna Kulig ile Tomasz Kot bu yıl Cannes Film Festival’inde En İyi Oyuncu ödüllerinin favori adayları arasında olsalar da Cate Blanchett başkanlığındaki jüri, filmi yönetmeni Pawel Pawlikowski üzerinden ödüllendirmeyi tercih etmişti.

İda filminde, Yahudi asıllı bir yargıç rolünde izlediğimiz Agata Kulesza ve Tomasz Kot -bence- filmimizin baş rolüne oldukça yakışmışlardı. Filmde, Komünist Partisine sıkı sıkıya bağlı müzikolog İrena’yı canlandıran deneyimli aktris Kulesza, ayrıca hem yazar, hem de Polonya Film Akademisinin prestijli bir üyesi.

Şimdi sizi Soğuk Savaş‘ın fragmanı ve filmde en sevdiğim sahne ile baş başa bırakıyorum.

Leave a Reply