Bize okutulan Fizik kitabının giriş bölümü şöyle başlar:
“Amerika’da ortalama bir kadının boyu 1.62 metre, bir erkeğin boyu 1.75 metredir. Bu değeri 1 milyona bölersek içimizdeki bir hücrenin yaklaşık yarıçapına ulaşırız. Bu değeri de bir 10.000’e daha bölersek ortalama bir atomun yarıçapına ulaşıyoruz. Bu en üstün mikroskop ile görebileceğimiz son noktadır. Bu değeri de 10.000’e bölersek atomun içindeki proton ve nötronlara ulaşıyoruz. Buna karşıt olarak dünyanın çevresi 40.000 km den daha fazladır. Dünyanın aya olan uzaklığı 384.000 km ve aydan güneşe olan mesafe 150 milyon km’dir. Bu ifade 1 astronomik birim olarak adlandırılıyor. Güneş sisteminin yarıçapı 1013 metre ya da 60 Astronomik Birimdir. Işığın boşluktaki hızı 300.000 km/s’dir. Güneş sisteminin dışındaki mesafeleri ölçmek için ışığın bir yılda kat ettiği mesafe olan ışık yılı kullanılır. 1 ışık yılı 9,46*1015 metredir. Güneşimize en yakın yıldız 4 ışık yılı uzaktadır. Andromeda galaksisi 2,5 milyon ışık yılı uzaktadır (Andromeda Samanyoluna en yakın galaksidir.). Son olarak bizim bildiğimiz uzayın yarıçapı yaklaşık olarak 14 milyon ışık yılıdır.”
İşte araştırılmayı bekleyen, çözülmesi gereken sırları olan, bizim algılayabileceğimiz bir sonu olmayan evren… Uçsuz bucaksız, simsiyah bir boşluk… İçindeki yıldızlarla, gezegenlerle, kara deliklerle, göktaşlarıyla süslenen boş bir tablo. Güzelliğiyle yıllardır sanatçılara konu olan doğa… Ona hayranlık duyamayan, evrende ne kadar küçük olduğumuzu kavrayamayıp kibirlenenlerin, ona hükmetmek isteyen insancıkların vay haline. Odanızdaki küçük bir örümceği selamlar mısınız ya da vücudunuzda dolaşan küçük bir karıncayı öldürürken vicdan azabı duyar mısınız? İşte kâinatın içinde biz de bunun gibiyiz. Lakin bize karıncaya verilmeyen bir özellik bahşedilmiş. İri bir insanın avuç içine sığabilecek ama aslında bütün uzaydan daha karmaşık olan bir beyin. İşte bu organ bize doğanın dilini öğretti yıllarca ve bu dille biz biraz olsun anlayabildik.
Galileo Galilei der ki: “Okunması gereken en önemli ve en büyük kitap kâinattır ve onu anlamak için onun dilini bilmek gerekir.” Öyleyse nedir kâinatın dili? Bizi onun sırlarına götürecek, tıpkı sürükleyici bir kitap gibi ondan haz almamızı sağlayacak dili nasıl öğrenebiliriz?
Darren Aronofsky’nin Pi filminden bir anekdot aktarmak yerinde olacaktır. Maximillian Cohen matematik ve bilgisayarlar ile uğraşan, zekâ seviyesi normalin çok üzerinde olan ama bazı psikolojik ve sağlık sorunları olan bir insandır. Hayatını, gerçekliği matematik ile çözmek için harcar. Üç varsayımı vardır:
- Matematik doğanın dilidir.
- Etrafımızdaki her şey sayılarla tanımlanabilir ve adlandırılabilir.
- Herhangi bir sistemdeki sayıları grafikte gösterirseniz şekiller ortaya çıkar. Bu nedenle doğada her yerde şekiller vardır.
Doğayı matematikle açıklamak artık Max’in hayattaki tek hedefidir. Bunu bir takıntı haline getirir. Bu takıntı nöbetlerinin daha sık gerçekleşmesine ve daha kötüleşmesine sebep olur. Artık giderek kendine daha fazla zarar vermeye başlar ama durmaya da niyeti yoktur. Peki, nedir Max Cohen’i böylesine çıldırtan? Yaptığı varsayımlar doğru ama eksik miydi acaba? Matematik gerçekten doğanın diliydi ama gerçekliği açıklamak için yeterli miydi? Ya da daha ileri gidersek kutsal olanı, soyut olanı açıklamak için yeterli miydi? İnsanın ruhunu ya da Tanrıyı açıklayabilir miydi? Bir Müslüman’ın secdedeyken ya da Hristiyan’ın kilisede diz çöküp dua ederken hissettiklerini açıklayabilir miydi? İşte Max Cohen’ı çıldırtan bu sorulara verilecek bir hayır yanıtıdır bana göre.
Matematik onurlu bir lisandır. Zordur ama içine girildiği zaman insana keyif verir. Matematik dilinin harfleri, sayılar ve sembollerdir. Ortaya çıkardığın şablonlar gerçeği bir ölçüde gösterir. Kâinatı anlamakta bir adımdır. Peki, yeterli midir?
Aynı filmden başka bir bölümde Max ve akıl hocası boş bir Go oyunu tahtasının üzerinden fikir alış verişi yaparlar:
“Eski Japonlar Go tahtasını evrenin mikrokozmozu olarak düşünürler. Tahta boşken basit ve düzenli gözükse de oyundaki hamleler sonsuzdur. İki Go oyunu birbirinden tamamen farklıdır. Bu yüzden Go tahtası son derece karmaşık ve kaotik evreni temsil eder ve bu bizim dünyamızın gerçeğidir. Sadece matematikle özetlenebilecek kadar kolay değildir.”
O halde matematik lisanının evrenin sırlarını çözmekte bize bir kapı açacağı kesin. Lakin sadece matematikle hakikati anlamanın imkânsız olduğu da ortadadır. Öyleyse nedir bu yolda matematiğe yardımcı olacak diğer lisan? Yanıta ben de sahip değilim ve eğer bulursam belki daha sonraki yazılarımda paylaşırım. En azından böyle umuyorum.
Uyarı: Film’i şiddetle tavsiye ediyorum ama uyarmalıyım ki Max’in nöbet geçirdiği sahneler biraz sinir bozucu olabilir etkilenecek biriyle birlikte izlememenizi tavsiye ederim.
Kaynakça
- Bauer/Westfall- University Physics With Modern Physics
- Pi-Darren Aronofsky