Prof. Daron Acemoğlu Türkiye’yi dünya çapında temsil eden bir ekonomist. “Dünyada En Çok Alıntı Yapılan İlk 10 Ekonomist” arasında yer alan ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) iktisat profesörü Prof. Daron Acemoğlu, geçen haftalarda Türkiye ekonomisinin zirvesi hakkında çarpıcı açıklamalarda bulundu. Gündeme yerleşen bu sözlere geçmeden önce profesörümüzün kariyeri hakkında bilgi vermek istiyorum. 1967 yılında İstanbul’da doğan Acemoğlu, lisans derecesini İngiltere’nin York Üniversitesi’nde, yüksek lisans ve doktora derecelerini ise bu dalda en prestijli okullardan olan Londra Ekonomi Okulu’ndan almıştır. 1993’ten buyana ABD’deki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) kariyerini devam ettirmektedir. Ekonomiye ilgi duyanların hayallerini süsleyen başarılara imza atmış olan Acemoğlu, 19 Nisan’da Merkez Bankası Başkanlığına getirililen Murat Çetinkaya’nın atanmasıyla ilgili olarak “Kesinlikle bağımsız olmadıklarını düşünüyorum. Bağımlılığın giderek daha da arttığını da görüyorum” dedi.
Bu sözler Türk ekonomisinin lokomotifi olan Merkez Bankası’na olan müdahalelerin, bu treni bir uçuruma doğru sürüklendiğini gösteriyor. “Ulusların Düşüşü” kitabı ile dünya çapında üne kavuşan Prof. Dr. Daron Acemoğlu, bu kitabında devlet kurumlarının kalitesinin ülkelerin geleceğini etkileyen en büyük etkenlerden biri olduğunu savunuyor. Devletlerin çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşması için doğru kurumların kurulup güçlendirilmesi gerektiğini düşünüyor. Fakat bu fikirlerin Türkiye’de uygulamak çok zor çünkü Türkiye’deki devlet kurumlarında yıllardır süregelen kadrolaşma, belli bir gruba aidiyetlik duyma hissi ülkemizin ileriye dönük adımlarına engel olmakta ve ne yazık ki insanımızın yaratıcılık duygusunu köreltmekte.
Bu durum özel şirketlerde de etkisini gösteriyor. “Bugün kendini tamamen Türkiye dışına atıp da kurtulmayan şirktelerin hemen hepsi o kadar politikayla iç içe ki, bu durum yaratıcılığı öldürüyor. En büyük para ihalelerden geliyor. İhaleleri kazananlar da politikacılarla iç içe. Bu çok önemli bir risk. Türkiye’deki şirketlerin genel müdüreri zamanının yüzde 60-70’ini inovasyon ve Ar-Ge ile uğraşmak yene politikacılarla ilişkilere ayırmak zorunda.” Acemoğlu’nun bu sözleri onun Türk ekonomisine bakışını özetler nitelikte. Özellikle son yıllarda yaşanan siyasi baskı ve ithamlar şirketleri ve devlet kurumlarını zor duruma sokuyor. Şuan, bir çok eski vergi rekortmeni yerli şirket iflas erteleme istiyor ve ülkedeki belirsizlik atmosferi yatırımcıların gözünü korkutuyor. Peki tüm bu olanlara karşı elimizden ne gelebilir diye sorabilirsiniz. Bu durumu ancak bağımsız ve objektif kararlar alabilen bir düşünce sistemiyle çözebiliriz bana soracak olursanız. Bunun için de ben değil, biz olma algısının tüm milletçe benimsenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye’nin güncel ekonomi sorunları ile ilgili olarak da bir türlü içinden çıkamadığımız ve tartışmalara sebep olan faiz-enflasyon değişimleri için de iki farklı noktaya değiniyor Acemoğlu. “Türkiye nominal faizleri çok düşük tutup bir de üstüne enflasyonu düşüremez, o zaman daha fazla dengesizlik yaratılmış olunur.” Bu sözlerle merkez bankasının kararıyla (!) düşürülen faizin ülkeye uzun vadede kazandıracağı yatırımlara zarar vereceğini söylemek mümkün.
İkinci olarak, enflasyon oranlarının, Türkiye’de her şeyin krediye bağlı olarak büyüdüğünü ve yatırımların doğru olmadığını göstergesi olduğunu belirtiyor Prof. Acemoğlu. Türkiye’deki insanların çok büyük bir kısmının krediler sebebiyle borçlara boğuşması da bunu destekler nitelikte. “Türkye’nin şu an içinde bulunduğu büyüme sisteminden çıkması lazım. Tamamen hükümet desteği ve talebi ile tüketicinin borçlanarak yaptığı tüketimden gelen büyüme yerine üretkenliğe geçilmeli, DYSY, tasarruf ve toplam faktör verimliliği artırılmalı” diyor Acemoğlu. Bu noktada tarihi biraz eski olsa da bir karşılaştırma yapmak istiyorum. Türkiye’de 2012 yılında onaylanmış patent miktarı 1050 iken büyük bir savaştan çıkmış ve yeni kurulan Güney Kore’de bu sayı 94 720. Yani yaklaşık 95 katı! Bu vahim tablonun arkasından sonra temennim, objektif ve elini taşın altına sokma cesareti olan fedakar neslimizin damarlarındaki kanda mevcut olan kudretin farkına varması.