Ekonomi ilkel temellere dayanan bir bilimdir. Onu bir ‘sosyal’ bilim yapan da pek tabii kökenini insan ilişkilerinden almasıdır. Bizler, çağımızdaki faaliyetlere ve gelişmelere alıştıkça aslında birçok şeyin temelinin ilkel değerlere dayandığının farkına varmayız. Oysaki dünyamızda bugün ekonomik diye adlandırdığımız her türlü faaliyet ve etkileşim insan olmanın temel içgüdülerinden güç alır.

Görmüş olduğunuz üzere bu yazıda ekonomi ve iş dünyası ile bağının altını çizeceğimiz kavram güven. Karar almak ekonomi adına büyük önem arz eden bir eylemdir ve devamında gelecek her türlü sonucu belirleyen kilit noktadır. Güven de karar alma üzerinde etki sahibi olan bir güçtür. İnsanoğlu birbiriyle etkileşim haline geçtiğinden ve en basit anlamıyla ticari faaliyetlerine başladığından beri neredeyse tüm adımlarını içindeki güven duygusunun sesini dinleyerek atmıştır. İlkel dönemleri düşündüğümüzde, sabitleşmiş hukuki güvencelerin ya da tam anlamıyla somutlaşarak netlik kazanmamış bir değer kavramının (günümüzde buna para diyoruz) olmadığı bir ortamda alış-veriş eylemini gerçekleştirmek büyük oranda risk taşıyabilirdi. Fedakârlık etmeye gönüllü olduğunuz şeyin karşılığını alamamanız sizi tamamen yoksul, üstüne üstlük güçsüz bir şekilde bırakabilirdi. Takas sistemiyle başlayan ve daha sonra paranın bulunmasıyla biraz daha net bir kalıba giren alışveriş etkileşimi büyük oranda sizin karşıdakine olan samimiyetinize, dürüstlüğünüze ve aynı şekilde yanıt olarak onlardan alacağınız olumlu güven ortamı yaratan yanıtlara bağlıydı.

Zaman geçtikçe tarım ve ticaret günümüzdeki konumlarına nispeten yaklaştığında “kurumsal güven” adını vereceğimiz güven yapıları oluştu. Devletler ve özel kurumlar büyük kitlelerin güvencesi haline geldi. Bu sebeple de güvenin bu etkileşimdeki yeri büyük kurumlarda toplandı, kişisellikten uzaklaştı. Güvencemiz, garantimiz yavaş yavaş bizim omuzlarımıza ve hislerimize yüklenmiş oldu. İşin içine internet ve ulaşım kolaylığı da eklenince tüm sistem bir üst boyuta taşındı. Artık bir şekilde kurumsallıkla bireysellik neredeyse iç içe geçmiş durumda.

Örneğin bugün satın aldığımız bir ürün ile herhangi bir sorun yaşadığımızda veya satın aldığımız kurum ile yaşadığımız bir aksaklıkta büyük oranda bir yetkiyi elimize alabiliyor ve hakkımızı arayabiliyoruz. Gerektiği durumlarda bize sahip çıkacak, sözümüzü dinleyecek birçok kuruma da sahibiz. Ancak artık tek pazarımız mağazalar değil. E-ticaret dünyanın neredeyse her yerinde kusursuza yakın bir şekilde işliyor. Bu durmaksızın devam eden alış-veriş çok büyük oranda güven sayesinde yürüyor. Oturduğunuz yerden Japonya’dan bir kıyafet sipariş etmeye karar verdiğinizde gelecek kıyafetin tam olarak resmini gördüğünüz kıyafet olup olmayacağı, bedeninin yanlış gelip gelmeyeceği hatta elinize ulaşıp ulaşmayacağı bile kesin olmasa da her gün milyonlarca insan kurdukları güven bağları sayesinde bu alışverişlerini gerçekleştirebiliyorlar.

Fakat her ne kadar teknolojinin ticareti kontrol altına aldığını görüyor olsak da her etkileşim bu şekilde ilerlemiyor. Çünkü alışveriş adını verdiğimiz şey mutlaka bir ürün üzerinden olmak zorunda değil. Bu yazıda dikkat çekeceğim nokta “paylaşım ekonomisi” adı verilen kavram. Bu son yıllarda anlamını kazanmış bir terim. Teknolojinin getirdiği imkanlar insan güvenini tekrardan bireysel boyuta indirerek paylaşım ekonomisi ya da işbirlikçi kullanım adı verilen yepyeni bir sektör yarattı. Hepimizin mutlaka duymuş olacağı Airbnb, Blablacar, Zipcar ya da Uber gibi internet bazlı ve artık pratik birer fikir olmaktan kocaman birer şirket olma noktasına gelmiş markalar tam olarak da paylaşım ekonomisinin en güzel örnekleri. 

Airbnb bilindiği üzere kalacak yer arayan müşterilerle bunu sağlamaya gönüllü olan mülk sahiplerinin buluştuğu, 192 ülkede faaliyet gösteren bir platform. Yani, bir yere gidiyorsunuz ve kalacak yere ihtiyacınız var. Airbnb sayesinde gideceğiniz yerde size ayıracak yeri olan birçok kişiye ulaşabiliyor ve kendinize en uygun olanını seçebiliyorsunuz. Misafiri olacağınız ev sahibinin sizden dikkat etmenizi talep ettiği her türlü kural veya detayı da öğrenebiliyorsunuz. Tamamen güven üzerine kurulmuş bir etkileşim değil mi? Evinize gittiğiniz ya da davet ettiğiniz kişinin hayatınızda daha önce görmüş olma olasılığınız oldukça düşük. Yani burada tamamen isteklerin ve ihtiyaçların uyuşması ile ayarlanan bir eşleştirmeden bahsediyoruz. Daha önce en ufak bir etkileşimde bulunmayan ve tamamen birbirine yabancı olan iki kişi sağlayacakları bireysel faydalar için aynı çatı altında birleşmiş oluyor. Bu uyuşmayı sağlıklı işleyen bir iş modeli haline getiren ise yeteri miktarda kurulan bir güven bağı.

Aşağıdaki görüntüler Paris’te ev paylaşımı fikrine olan güvenin ikişer yıl arayla nasıl arttığını gösteriyor. Mor renkli gözükenler paylaşıma açık yerleri temsil ediyor.

Bir diğer “ortak kullanım” ürünü ise Blablacar. Fransa merkezli bu platform ise kullanıcılarına paylaşımlı araç yolculuğu sunuyor. Yolları ortak noktada kesişen araç sahipleri ve yolcular tek bir araç ile istedikleri yerlere ulaşabilmekteler. Bu hem zamandan hem de maddi tasarruf anlamına geliyor. Bir diğer deyişle otostopunuzu evden çıkmadan çoktan çekmiş oluyorsunuz.

Aslında araç paylaşımı fikri, ortak kullanımın en yaygın görüldüğü alanlardan birisi. Bu yönde akla gelen diğer markalara örnek olarak Lyft ve Uber verilebilir. Lyft ve Uber gibi taksi anlayışını bir adım öteye taşıyan platformlar özel araç sahibiymiş hissiyatı veren, ama aynı zamanda bir samimiyet bağı da kurmanıza engel olmayan bir ulaşım deneyimi sunuyorlar. Gitmek istediğiniz yere olabildiğince doğal ve arkadaş canlısı bir atmosferde ulaşabilmek oldukça kulağa hoş geliyor. Bu yolculuğa başlamadan önce de sizi alacak sürücü hakkında detaylı bilgi edinebiliyorsunuz. Zaten daha önceden onlara verilmiş olan yıldız oyları ve değerlendirme yorumları ile de doğru bir karar verip vermediğinizi kolaylıkla anlayabilirsiniz. Güven, siz araca binmeden kurulmuş oluyor.

Yaşamış olduğunuz olumlu deneyimler de güveninizin sağlamlaşmasını sağlıyor. Ne de olsa daha önce güvenmiş olmanız ikinci ya da üçüncü seferde de güvenmeniz için yeterli bir sebeptir. Hatta “Asla yapmam!” diyecek bir kişi bile etrafından olumlu deneyimler duydukça bir sonraki kararını o yönde kullanmak için artık daha az şüpheli hale gelebilir. Güven bulaşıcıdır.

Şöyle ilginç bir istatistik de var. Chicago Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmanın verilerine göre 1972 ile 2016 yılları arasında Amerikanların yabancılara olan güvenlerinde gözle görülür bir düşüş var. Fakat, benzer şekilde aynı dönemde Harvard Üniversitesi tarafından yapılan bir diğer araştırmada da katılımcılar %88’lik bir oran ile en çok araçlarına misafir oldukları sürücülere güvendiklerini belirtti. Tabloda da görüleceği üzere bu oran katılımcıların iş arkadaşlarına ya da komşularına duydukları güvenden bile bir hayli yüksek.

Taskrabbit ise paylaşımcılığın ulaştığı ilginç bir nokta. Daha önce bağımsız bir marka olarak ortaya çıkan Taskrabbit geçtiğimiz yıllar içinde İsveçli mobilya markası IKEA tarafından satın alındı. Taskrabbit, onarılması ya da kurulması gereken eşyalar için uygun montaj elemanı bulmaya yardımcı oluyor. Yine aynı şekilde işçilerin daha önceden aldıkları oylar ve yorumlar da görülebiliyor. Yani, mobilyayı kuracak kişiyi bile kendi tercihlerinize göre güveninizi maksimuma ulaştırarak seçiyorsunuz. Artık sadece ürünler veya mekanlar beğeni puanı almıyor. Kişiler ve çalışanlar da tercih edilme oranını artırabiliyor. Güvenilirlik sanal ortamda bu şekilde takdir görüyor.

Rachel Botsman, TED konuşmasında günümüz iş fikirlerinde güven bağının öneminin artmış olduğuna dikkat çekiyor. Botsman, aynı konuşmasında Airbnb üzerinden son 6 ay içerisinde 5 milyon gecelik yer ayırtıldığını ve Blablacar ile de yaklaşık 30 milyon araç yolculuğunun paylaşıldığını belirtiyor. Airbnb kendisine ait bir otele ya da herhangi bir mülke sahip değil, Blablacar’da da kullanılan araçların şirketle doğrudan bir bağı yok. Yani tüm olay milyonlarca güven bağının kurulması ile dönen bir çarktan ibaret. Güvenin geçirdiği bu evrim her şeyin daha hızlı ve az maliyetli olmasına yardımcı oluyor. Fakat Botsman şunun da altını çiziyor: “Teknoloji, insanların güveninin yayılmasını hızlandırmaktansa doğru kararlar alabilmek için bu güvenin boşa gitmemesine yönelik işlemeli.”

Görüldüğü üzere artık bir şeylerden emin olabilmek ya da güven kazanmak için sadece medyaya ya da tanınmış kuruluşlara ihtiyacımız yok. Kurumsal güven kendini artık dijital dünyada birçok sanal kanaldan kişilere ulaşarak bireysel hale getirebiliyor. Gelişen teknolojinin ortaya çıkardığı bu “sanal güven” de diyebileceğimiz mekanizma iş ve ekonomi dünyasında yeni bir kilidi açıyor gibi gözüküyor. Milyonlara ulaşıp milyonlarca gelir elde etmek belki de artık sadece insanoğlunun en temel duygularını kuvvetlendirmekten ve de onları doğru şekilde yaymaktan geçiyor.

Konuyla ilgili TEDx konuşmalarına https://www.ted.com/playlists/366/the_economy_of_trust ile ulaşabilirsiniz.

 

Kaynakça:

https://www.nbforum.com/nbreport/rachel-botsman-economy-trust/

https://thehustle.co/sharing-economy-trust/

https://www.fastcompany.com/90300072/its-time-to-ditch-google-analytics

 

Leave a Reply