“TL’de sert düşüş”, “Dolar aldı başını gitti.” Sanıyorum ki bunlar gibi haber başlıklarına ve gazete manşetlerine hepimiz ülke olarak alışığız, hatta halk olarak artık günlük rutinimiz bile diyebilirim bu tarz haberleri okumak. Normal olarak, ne zaman bu tarz başlıklar görsek herhangi bir ekonomi bilgisine sahip olmadan dahi bunların ekonomi açısından iyiye işaret olan şeyler olmadığını rahatlıkla anlayabiliyoruz. Ülke olarak patates ve soğan gibi ürünleri bile ithal ettiğimiz düşünüldüğünde ve bunların ödemesi dolarla yapıldığından dolayı, doların yükselişi insanların da düşündüğü gibi ekonomi için iyiye işaret olmuyor.

Eminim hepimiz isteriz ki 1 dolar şöyle 1 TL olsa da istediğimiz telefonu, bilgisayarı daha rahatça alabilsek veya yurt dışına rahatlıkla seyahat edip tatil yapabilsek. Harika görünüyor değil mi her şey? Evet, bence de harika görünüyor ama tam da bu noktada ilk başta önemsiz bir nokta gibi görünen ama aslında çok büyük öneme sahip bir soru sorulması gerekiyor: Paramızın böyle değer kazanmasının sebebi nedir? İlk duyulduğunda kulağa çok anlamsız gelebilir, “sonuçta paramız bu denli değer kazanıyor ve bunun sebebinin ne önemi var?” gibi soruları duyuyor gibiyim. İşte bugün bu sorunun cevabını bulmak için tarihe ufak bir yolculukla, günümüz ekonomi literatüründe de yer alan “Hollanda hastalığı” (Dutch Disease) kavramını dünyanın dört bir yanından örnekleri ele alarak anlamaya çalışacağız ve bir ülkenin para biriminin tek bir ürüne bağlı ihracat sonrası aşırı değer kazanmasıyla, ülke ekonomisinin nasıl negatif şekilde etkilendiğini göreceğiz.

Hollanda yüzölçümü olarak çok küçük olmasına rağmen şehirlerinin içinden geçen kanallarıyla, bisiklet kültürüyle ve refah seviyesinin yüksekliğiyle hepimiz için çekici bir Avrupa ülkesi olsa gerek. Hollanda’nın geçmişine gidip 1959 yılına baktığımızda Hollanda’nın ekonomik çehresini tamamen değiştiren bir olay yaşanıyor ve Groningen kentinde devasa bir doğal gaz kaynağı bulunuyor (Avrupa’nın en büyük, dünyanın onuncu büyük doğal gaz sahası). Tabii ki adeta bir piyango oluyor Hollanda ekonomisi için bu durum, doğal gaz ihracatı tavan yapıyor ve haliyle Hollanda Florini (zamanın Hollanda para birimi) aşırı değer kazanıyor. Parasının değer kazanmasıyla Hollanda için dışarıdan ürün satın almak çok daha ucuz hale geliyor ve ithalat ciddi derecede yükseliyor. Şu ana kadar ekonomi açısından çok da can sıkıcı bir durum görünmüyor değil mi? Sonuçta yazının başında bahsettiğimiz gibi 1 dolar eşittir 1 TL gibi bir durum söz konusu ve bu hepimizin kabul edeceği hatta hayal edeceği bir durum. Ancak işler Hollanda için göründüğü kadar iyiye gitmiyor çünkü dışarıdan her şey daha ucuza alınabileceği için insanlar ülke içinde üretilen ürünlerin yerine daha ucuz olmaları sebebiyle ithal ürünlere yöneliyor. Örnekleyecek olursak, Hollanda’da üretilen bir elbisenin fiyatı 40 florinken aynı elbise ithal edildiğinde 20 florin oluyor, tabii ki bu durumda insanlar ithal ürünü tercih ediyor. Üretici kesim de bu durum sebebiyle bulundukları sektörlerdeki üretimlerine son vererek artık ülkenin en büyük gelir kapısı olan, daha fazla kazanabilecekleri doğal gaz ve ona bağlı olan sektörlerde çalışmaya başlıyorlar. Ayrıca ithal edilen ucuz ürünlerle rekabet edemeyen işletmeler de kapısına kilit vuruyor ve işsizlik yüzde 1’den yüzde 5’e yükseliyor. Hollanda için kırılma tam da bu noktada başlıyor diyebiliriz çünkü ülkede artık üretimde ve ihraç edilen ürünlerde çeşitlilik kalmıyor, tüm üretim ve ihracat doğal gaza bağımlı hale geliyor. Şimdi gelelim en kritik noktaya: Ya ülke ekonomisinin tek dayanağı ve gelir kaynağı olan doğal gaz fiyatları ucuzlarsa? İşte bu olabilecek en kötü senaryolardan birisi, sebebi ise çok açık; bir eviniz var ve bu evin kira getirisi sizin tek gelir kaynağınız diyelim, evinizin kirası 2000 lirayken birden 1000 liraya düştü, yaşayabileceğiniz ekonomik krizi düşünmek çok da zor değil. Ev kirasında böyle keskin bir düşüş imkansıza yakın bir durum olsa da aynı durum doğal gaz veya petrol gibi doğal kaynaklar için geçerli değil, başka bir doğal gaz kaynağının bulunmasıyla veya talebin azalmasıyla fiyatların düşmesi gayet olası bir durum. Bunun en reel örneklerinden birini şu anki petrol fiyatlarına bakarak anlayabiliriz, Şubat ayında 60 dolara dayanan petrolün varil fiyatı, üretici ülkeler arası fiyat rekabeti ve Koronavirüs sonucu talebin adeta dibe vurması sonucu şu anda 24 dolar seviyesinde. Sadece petrol ihracatıyla ekonomisini ayakta tutan bir ülke hayal edelim, bu ülkenin bu şartlarda ciddi bir ekonomik krizle karşılaşması hiç de sürpriz olmasa gerek.

Peki bu durum sadece Hollanda’da görüldü ve bitti mi? Elbette hayır, tarihte ve günümüzde pek çok ülke, ekonomi literatürüne “Hollanda hastalığı” olarak geçen bu hastalığa yakalanmaktan kurtulamadı. Venezuela en yakın zamanda tanık olduğumuz örneklerden biri. Petrol zengini bir ülke olan Venezuela’da (dünyanın en büyük kanıtlanmış petrol rezervine sahip) petrol ihracatı ülkede toplam ihracatın yüzde 95’ini oluşturuyor. Bu durum 2014 yılına kadar ülke için herhangi bir sorun yaratmadı. Venezuela, bu kadar fazla petrole sahip olduğu için başka hiçbir şey üretme ihtiyacı hissetmedi. Ülke, petrolünü ihraç ediyor, kazandığı dolarlarla da halkın istediği ürünleri dışarıdan ithal ediyordu. Bu şartlar altında ülkenin Hollanda hastalığına yakalanması inkar edilemez bir gerçek oluyordu. 2014 yılında petrol fiyatlarının düşmeye başlaması, Venezuela için kabusun başlangıcı oldu. Döviz gelirleri azalan Venezuela ithalat yapamayacak duruma geldi, ki ülkede zaten üretim de çok düşük olduğundan fiyatlar akıl almaz derecede pahalandı, yıllık enflasyon yüzde 1 milyon 300 bine dayandı. Bu süreç hepimizin bildiği üzere Venezuela’da iç savaş boyutuna gelen olaylara sebep oldu, ülkeden 2014’ten beri en az 4.6 milyon insan başka ülkelere göç etti. Kısacası Hollanda hastalığı, Venezuela’yı bitkisel hayata soktu.

Venezuela’daki hiperenflasyonun seviyesini anlatan bir görsel

Aklınıza elbette “Bu doğal kaynak zenginliği bu kadar berbat bir şey mi, hiç mi ekonomiye faydası yok, eğer gerçek buysa devletler petrol, doğal gaz bulmak için neden savaşıyor?” gibi gayet doğal soruların geldiğini duyar gibiyim. Buraya kadar doğal gaz, petrol gibi doğal kaynakların bulunmasıyla ülke ekonomilerinin nasıl zarar gördüğünden bahsettik, gelin biraz da bardağın dolu tarafından bakalım ve İskandinavya’ya doğru yol alalım. Norveç’in hikayesi, 1967 yılında Kuzey Denizi’nde petrol bulmasıyla başlıyor ve ilerleyen yıllarda da doğal gaz kaynaklarının bulunmasıyla devam ediyor. Şu ana kadar hikaye önceden bahsettiğimiz Venezuela ve Hollanda’yla benzer görünüyor, en nihayetinde doğal kaynak zengini olan bir ülke aynı onlar gibi. Ancak kırılma noktası ve Norveç’in bu ülkelerden farklı olmasını sağlayan şu oluyor; Norveç, petrol ve doğal gazdan elde ettiği gelirleri bu iki ülke gibi delice ithalat yaparak harcamıyor ve Norveç Varlık Fonu’nu kuruyor, elde ettiği gelirleri bu fona aktarıyor. Böylece Hollanda’da ve Venezuela’da olduğu gibi ülkede üretimin azalması ve tek bir ürüne bağlı ihracat gibi bir durum söz konusu olmuyor. Norveç Merkez Bankası tarafından yönetilen varlık fonunun günümüzdeki değeri tamı tamına 1.1 trilyon dolar. Fon tüm faaliyetlerini ve yatırımlarını belli periyotlarla kamuoyuna açıklıyor ve raporlarını yayınlıyor kısacası gayet şeffaf bir şekilde yönetiliyor. Fon bu yapısı ve zenginliğiyle Norveçli çocukların geleceğinin sigortası olarak adlandırılıyor.

Genel konumuzdan bağımsız olarak, ülkemizin varlık fonu ne durumda diye soracak olursanız, cevabı pek iç açıcı değil, cumhurbaşkanının yönetim kurulu başkanı olduğu ve Ziraat Bankası, BOTAŞ, Borsa İstanbul, THY, Halkbank gibi kurumları bünyesinde bulunduran varlık fonunun borcu 75 milyar TL’yi aşkın. Aslında bizim varlık fonumuz için, belki de varlık içinde yokluk demek daha doğru olan…

Tüm bahsettiğimiz ülkelere ve durumlarına şöyle bir bakarsak, artık “ülkenin zenginleşmesi, paranın değer kazanması” gibi durumlarda sanıyorum ki olaya daha temkinli yaklaşmak ve bunun sebep, sonuçlarını anlamak, daha sağlıklı yorumlar yapmamızı sağlayacak. Aslında Hollanda hastalığından bahsederken belki de ana fikrimiz doğru politika uygulamanın ne kadar büyük öneme sahip olduğu olmalı. Norveç ve Venezuela gibi iki uç noktada olan ülkeye şahit olduğumuzda tam da bunu görüyoruz. Bir tarafta petrolle gelen zenginliği doğru politikalarla destekleyemeyen ve iç savaşın eşiğine kadar giden Venezuela, diğer yanda ise gelecek nesillerine dev bir miras bırakan Norveç…

Leave a Reply