ABD-ÇİN ‘TİCARET SAVAŞI’: KESİN SONUÇSUZ AMA SÜREKLİ BİR ÇEKİŞME

ABD-Çin Ticari İlişkisinin Yakın Tarihi Arka Planı 

ABD ve Çin arasındaki anlaşmazlığın temelini anlamak, yakın geçmişte ortaya çıkan ve bir çözüme kavuşturulamadan şimdilik soğutulan çekişmeleri (ticaret savaşları) kavramak için yararlı olacaktır. 

2000’li yılların başından itibaren ABD-Çin arasında ticari ilişkiler yoğunlaşarak gelişti. O dönemdeki ABD Başkanı Bill Clinton iki ülke ilişkilerini bir anlamda normalleştiren ve yasal bir temele oturtan ABD-Çin İlişkileri 2000 Yasası’nı (US-China Relations Act of 2000) onaylamıştır. ABD ile kalıcı normal ilişkiler sayesinde Çin’in 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne katılmasının yolu da açılmış oldu. Çin ile ticarette 1980 ile 2004 yılları arasında 5 milyar dolardan 231 milyar dolara varan artış yaşandı. Çin ticarette büyümesi sonucunda Meksika’yı geçerek Kanada’dan sonra ABD’nin en büyük ikinci ticari partneri konumuna geldi. Eylül 2008’de Çin Japonya’yı da geçerek dünyanın en büyük dolar döviz alacaklısı olmuştur. Bu tablo ışığında, ABD ve Çin arasında büyüyen karşılıklı bağımlılık ilişkisi, küresel ekonomiyi tehdit eden bir finansal kriz durumunda ortaya çıkabilecek ekonomik dengesizlikler bakımından endişe yaratmaktadır. Ağustos 2010’de Çin dünyanın en büyük ikinci ekonomisi konumuna gelmiştir. Çin 2010 yılının ikinci çeyreğinde Japonya’yı geçerek 6,033 trilyon dolar değerinde bir ekonomiye sahip oldu. Goldman Sachs’ın baş ekonomisti Jim O’Neill 2027 yılında Çin’inin ABD’yi geçerek dünyanın en büyük ekonomisi konumuna geleceğini iddia ediyor. 

2011 yılında ABD’nin Çin ile olan ticari açığı 273,1 milyar dolardan 295,5 milyar dolara çıkmış, ayrıca Çin’de yaşanan hızlı büyüme ABD için endişe verici bir hâl almıştır. ABD, AB ve Japonya Çin’in bazı uygulamaları konusunda Dünya Ticaret Örgütünde (DTÖ) müzakere yapılması için talepte bulunmuştur. Temel bir konu Çin’in değerli maden ticareti üzerine uyguladığı kısıtlamalar ve uluslararası ticaret kurallarına uymaması olmuştur. Görüşmeler sonucunda Çin ticari haklarını koruyacağı çıkışını yapmış olmasıyla ticaret alanındaki gerilimler başlamıştır. 2017 yılında eski ABD Başkanı Donald Trump 2018 yılında Çin ürünlerine 34 milyar dolar tutarında gümrük vergisi uygulamıştır. Çin de 500’den fazla ABD mallarına misilleme olarak gümrük vergisi koymuştur. 2019 ve sonrasında iki ülke arasındaki ticari gerilim artarak ‘ticaret savaşları’ olarak da tanımlanan gergin süreç başlamıştır. 

ABD-Çin’in karşılıklı bağımlılığının büyümesini Statista tarafından 1 Mart 2020’de yayınlanan ‘ABD’nin Çin Malları için 1985 ile 2020 yılları arasındaki İthalat Hacmi’ grafiğinde de gözlemleyebiliyoruz:

ABD-Çin Ticaret Savaşı

Kısa bir tarihçeden sonra ticaret savaşlarının başlıca detaylarına bakabiliriz. ABD ile Çin arasında eski ABD Başkanı Donald Trump zamanında başlayan ve uluslararası gözlemciler tarafından ‘Ticaret Savaşları’ olarak adlandırılan sorunlu ve gergin bir dönem yaşanmıştır. Günümüzdeki tanımıyla “ticaret savaşı”, bir ülkenin başka bir ülkeden satın aldığı mallara ek gümrük vergisi veya sınırlama getirmesi, malları satın alınmakta olan ülkenin buna karşılık vererek önleyici adımlar atması, diğer bir tabirle misilleme yapması sonucu oluşan durumdur. ABD-Çin örneğinde iki ülke arasında ekonomik açıdan gerilim artarken, bu iki nükleer büyük gücün dünya ticaretindeki ve siyasetindeki yerleri ve önemleri nedeniyle bu durum diğer ülke ekonomilerini de etkilemiştir.

Yaşanan gerilim karşısında eski ABD Başkanı Trump, ticari savaştan korkmadığını ve bu gerginliğin sonuçlarının ülkesine yararlı olacağını belirtmiştir. Trump’ın bunu yapmasının sebebi neydi? Kısa cevap, ABD’nin Çin ile ticaretinde verdiği büyük ve sürdürülmesi zor ticaret açığı. Biraz açmak gerekirse, bir ülkenin başka bir ülkeden yaptığı ithalat ve o ülkeye ihracatı sonucu bir ticari denge oluşur. Diğer ülkeden yapılan ithalatın değerinin o ülkeye ihracattan daha fazla olması durumunda dış ticaret açığı oluşur. ABD’nin Çin ile ticareti sonucunda ticaret açığı çok fazladır. 2018 yılında bu açığın 375 milyar doları bulduğu, 2019 yılında ise bu rakamın %17,6 oranında bir azalmayla 345 milyar dolar’a gerilediği bilinmektedir. İlke olarak dış ticaret açığı her zaman olumsuz bir anlam içermiyor, zengin ülkeler ekonomilerini canlı tutmak amacıyla yaptıkları ithalat miktarlarını tutarlı bir biçimde arttırabiliyorlar, ancak bu durum ABD için Çin ile ticaretinde geçerli değildir.

Trump başkanlığındaki ABD oluşan bu devasa ticaret açığını ithal Çin mallarına ek vergi koyarak azaltmayı hedeflemiştir. Çin’de üretilen ve ABD’ye ihracat edilen 35 milyar dolar değerindeki mallara yüzde 25 vergi getirilmiştir. Çin tarafı ayrıca ‘fikri mülkiyet haklarına saygı göstermemekle’ suçlanmaktadır. Başkan Trump bu kapsamda Çin’e ‘ucuza mal edilen ürünlerin fikir ve tasarım hırsızlığı’ yoluyla geliştirildiği suçlamasını yöneltmiştir. Trump’ın bu kararının arkasındaki gerekçenin ABD’nin turizm, bankacılık ve servis sektöründen 2018 yılında 242 milyar dolar değerindeki ihracatı olduğu tahmin edilmektedir. Çin’in bu sektörlerde ABD’ye ihracatı yok denecek kadar azdır. İroni olarak, Trump’un ek gümrük vergisi uygulamasından üç yıl sonra ABD ticari açığı kötüye giderken Çin ticaret fazlası artmıştır. Sonuç olarak Başkan Trump’ın getirdiği ticaret açığına karşı korumacı tedbirler uzmanlar tarafından olumsuz değerlendirilmiştir. Bu noktada korumacılık kavramının ne olduğunu hatırlamakta yarar olabilir. Korumacılık, bir ülkenin gümrük vergisini artırarak kendi üreticilerini dış rekabetten koruması, ulusal sanayisini güçlendirmesi ve serbest rekabete nispeten kapalı hale gelmesi demektir. 

ABD’nin ve Çin’in karşılıklı yaptırımlarının süreci ve ticaret savaşının ilerleyişi (UNCTAD Kasım 2019 )

ABD-Çin İş Konseyi (USCBC) ile Oxford Economics’in beraber hazırladığı “ABD-Çin Ekonomik İlişkileri: Kritik dönemeçte önemli bir ortaklık” raporu 2021 Ocak ayında yayımlandı. Raporda, ABD’nin Çin ile başlattığı ticaret savaşının ABD’yi olumsuz etkilediği belirtildi. 2019 yılında iki ülke arasındaki ticaret faaliyetlerin ABD’de 1,2 milyon kişinin işine destek sağladığı kaydedildi. Yaşanan ticari savaşlar sonucunda ABD’nin ekonomik büyümesinin ve istihdamın azaldığına raporda dikkat çekildi. Raporda ayrıca, ticaret savaşının devam etmesi durumunda önümüzdeki 5 yıl içinde ABD’nin GSYH’nın 1,6 trilyon dolar azalabileceği, 2022’de 735 bin ve 2025’te 320 bin kişilik istihdamın kaybedilebileceği belirtildi. 

Trump sonrası (‘post-Trump’) dönemde ticari açıdan Çin’in üstünlük sağlamaya devam edeceği öngörülmektedir. Avrupa Birliği (AB) ile Çin arasında Aralık 2020’de Çin-AB Kapsamlı Yatırım Anlaşması (China-EU Comprehensive Agreement on Investment (CAI)) anlaşması sonuçlandırıldı. ABD’nin 2021 Ocak ayında göreve başlayan yeni Başkanı Joe Biden’ın kıdemli danışmanları anlaşmaya karşı olumlu tepki vermediklerini belirttiler ama Almanya Şansölyesi Angela Merkel ve önde gelen diğer Avrupa ülkeleri anlaşmayı sürdürmekte kararlı görünmekteler. Gelinen aşamada Anlaşma’nın onay süreci AB Parlamentosu’nda takılmış durumda bulunmaktadır. 2021 Ocak ayında Merkel Dünya Ekonomik Forumu’nda (World Economic Forum-WEF) Çin’e karşı hareket etme veya başka bir güç tarafından bu yönde hareket edilmesi fikrine karşı geldiğini ortaya koydu. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da bu yaklaşımı Çin’e karşı hareket etmenin ‘amaca zararlı’ olacağını söyleyerek destekledi. 

Sözün özü, ABD’nin yeni Başkanı Biden ticaret savaşlarında müttefikleriyle çalışacağını belirtti ama destek beklediği müttefikleri Çin ile karşı karşıya gelmeye sıcak bakmıyor gibi görünmekteler. Özellikle AB firmaları, Airbus, L’Oréal ve SAP Çin ile olan ticari ilişkilerini sürdürmekteler. Çin Dışişleri Bakanlığının bir açıklamasında, Çin’in hızla gelişen ve süreklilik gösteren ekonomisinin uzun süredir yatırım yapan Avrupa firmalarına fayda sağladığı belirtildi. Avrupa şirketlerinin bu gerçek ışığında Çin ile iş birliğini sürdürmeye devam edecekleri tahmin edilmektedir. 

ABD Ticaret Temsilcisi Katherine Tai, Ocak 2021 ayında yaptığı konuşmasında ABD’nin insanları sadece tüketici olarak değil ama aynı zamanda çalışan ve maaş alan bireyler olarak görmesi gerektiğini söyledi. Ek olarak, ABD’nin ticari politikalarının Amerikan vatandaşlarına, topluluklarına ve çalışanlarına fayda sağlayacak bir anlayışla şekillenmesi ihtiyacına dikkat çekti. Çin-ABD ticari bağlarının hacmi ve ticari anlaşmazlığının büyüklüğü ve Trump döneminde yaşanan tecrübe dikkate alındığında Biden yönetimindeki ABD’nin AB’nin yaptığı gibi Çin ile CIA benzeri kapsamlı anlaşmalar imzalayabilmesi beklenmiyor.  

ABD İş Dünyası (U.S. Business Community) Trump döneminde yaşanan gerilimi azaltmak için adım atılması yönünde tavsiyede bulunsa da ABD Başkanı Joe Biden ticaret savaşı ve bundan etkilenen siyasi ilişkiler konusunda Trump’ın politikasını devam ettirmektedir. Bunu Çin hükümetine karşı devletlerle müttefiklik ilişkilerini güçlendirerek ve Çin’e karşı ek yaptırımlar getirerek ve Pasifik bölgesinde yeni ittifaklar yaratarak yapmaktadır.

Olası Pratik Adımlar Nedir?

Ticaret savaşlarındaki asıl zorluk uluslararası ekonomik sistemde yüksek gerilimli durumdan uzaklaşacak adımlar atmak olarak görülmektedir. Bu yaklaşım için Avrupa’dan destek alınması gerekli olacaktır çünkü ABD’deki Demokrat ve Cumhuriyetçi partileri ABD’nin Çin’e karşı olan tutumunda aynı görüşe sahip bir görüntü vermektedirler. Avrupa’nın ve ABD’nin Çin ile alakalı konularda benzer objektiflere sahip oldukları gözlemlenmekle birlikte, aralarındaki tek ama önemli bir farkın Avrupa’nın yatırım ve ticari akış açısından Çin’e ekonomik olarak biraz daha entegre ve bağımlı olduğu dikkati çekmektedir. Ek olarak, Avrupa küresel politik üstünlük konusunda ABD gibi aşırı istekli olmadığından Çin’in gelişmesinden ABD kadar rahatsız olmuyor gibi görünüyor. Bu nedenle Avrupa’nın ABD ile Çin arasındaki çekişmede iki tarafa da eşit mesafede durmaya çalışarak uzlaştırıcı/arabulucu rol oynaması ABD’deki siyasi karar vericilerin kolaylıkla kabul etmeseler de sert tepki vermeyecekleri bir pozisyon olması beklenebilir. 

ABD teknolojik açıdan üstünlüğünü korumaya devam etmek istiyorsa iç siyaseti ve ekonomisi ile de yakından ilgilenmesi gerekeceği açıktır. Bunu yapmadan sadece Çin’in haksız ticari politikaları ve otoriter rejimi konusunda şikâyet etmek veya sızlanmak içinde bulunduğu durumdan çıkmasına yardımcı olmayacaktır. Bu yaklaşım yerine ABD kendi iç ekonomik rekabetçiliğini ve iç siyasetinde birliğini güçlendirerek, Avrupa’daki ve Asya’daki müttefikleriyle kalıcı uluslararası bağlar/ kurumlar kurarak ilerlemeyi temel politika yolu olarak belirlemeli ve tutarlı şekilde izlemelidir. 

Kaynaklar:

Leave a Reply