DEĞİŞMEYEN GÜNDEM: FAİZ. NEDİR? NELERE SEBEP OLUR?

Faiz konusu neredeyse cumhurbaşkanının her konuşmasında kendine yer buluyor veya her Merkez Bankası toplantısı zamanı ülke gündemine oturuyor. Haliyle de bu konu üzerine belli aralıklarla şiddetli bir şekilde tartışılıyor. Bu konuya biraz da olsa açıklık getirmek için bu yazımızda faizin dinamiklerinden, nedenlerinden ve sonuçlarından bahsedeceğiz.

Daha resmî tanımından başlayacak olursak faiz; bir borç anlaşmasının satışı sonucu elde edilen gelir oranıdır. Daha anlaşılır tanım olarak faizi birine borç verdiğinizdeki motivasyonunuz olarak nitelendirebiliriz, bugün gelip bir banka sizden 100 lira borç istese ve seneye tekrar 100 lira olarak ödeyeceğim dese, sanıyorum ki hiç birimiz bunu kabul etmeyiz. Çünkü 100 liralık tüketimimizi 1 sene erteliyoruz ancak karşılığında yeniden aynı miktarı alıyoruz (enflasyonun olmadığını varsayalım). Ancak bu banka size seneye için 110 lira teklif ettiği takdirde düşünceniz değişebilir ve borç vermek için bir motivasyonunuz oluşabilir. Faizi, enflasyon olmayan kapalı bir ekonomide böyle örnekleyebiliriz ancak gelgelelim bu kadar basit ve düz bir dünyada yaşamıyoruz. O nedenle gelin şimdi enflasyonla beraber faiz tanımını biraz daha genişletelim.

Enflasyon da aynı faiz gibi gündemimizin olmazsa olmazlarından ve her ayın 3’ünde açıklandığında tartışmalara sebep olan bir konu ancak bu yazımızda daha çok faiz üzerine yoğunlaşacağımızdan enflasyonun fazla üzerinde duramayacağız. Enflasyon en basitçe fiyatların artış hızıdır, yani bugün yaptığımız 100 liralık aynı alışveriş seneye aynı zamanda 120 lira olmuşsa bu sepetteki enflasyon %20’dir. Peki faizin enflasyonla ilişkisi ne diye sorarsak cevabı için az önceki bankaya borç verme örneğimize geri dönelim, enflasyonun %20 olduğu bir ekonomide 100 liramıza karşılık bankanın bir sene sonrasına bize 110 lira verme sözü verdiğini düşünelim. Yani %10’luk bir faiz oranı olduğunu varsayalım, sizce herhangi birimiz bunu kabul eder mi? Sanıyorum herkesin cevabı “hayır” çünkü bir sene öncesinde 100 liraya alabildiğimiz ürünler artık 120 lira olduğunda bankanın bize geri ödediği miktar 110 lira. Yani alım gücümüz 10 lira azalmış oldu, bankaya borç vermemiz için herhangi bir sebep/motivasyonumuz kalmadı kısacası.

Bu aslında faiz dinamiğinin en önemli noktası diyebiliriz; bir ekonomide faiz oranları enflasyon tarafından belirlenir, yani minimum faiz oranı enflasyon kadar olmalı ki siz aynı alım gücüne, borcunuz geri ödendiğinde de sahip olabilesiniz. Buradan şunu anlıyoruz ki (ısrarla “bazıları” tarafından karıştırıldığı için büyük harflerle yazacağım): ENFLASYON SEBEP, FAİZ SONUÇTUR. Enflasyonun çok düşük olduğu bir ekonomide dinamikleri gereği faiz de çok yüksek olamaz.

Şimdi gelelim neden hükümet tarafından hep düşük faiz istendiği ve bunun için baskı uygulandığı noktasına. Açıkçası bu kısım biraz daha “çokomelli”. Aslında sadece ülkemizde değil ABD’de bile hükümetin FED’e (ABD Merkez Bankası) düşük faiz için baskısı yaptığını görüyoruz. Bunun sebebini resmi bir tanımlamadan ziyade örnekle anlatmak istiyorum; orta/küçük ölçekli bir sermaye sahibi olduğunuzu düşünelim, 6 işçi çalıştırdığınız bir matbaanız var ve haliyle içinde üretim için gerekli makinelere sahipsiniz. Bu sermayenizin yani makinelerinizin değeri 1 milyon lira diyelim ve aylık tüm kira, isçi, diğer maliyetleri ödediğinizde elde ettiğiniz net kâr 5 bin lira diyelim. Ülkede ise enflasyonun %20 seviyelerinde dolaştığını varsayalım (2018’de ülkemizde %25’i gördü). Haliyle faizin de o civarlarda olacağını öngörebiliyoruz, bu nedenle de faizi %20 olarak varsayalım. İşte faizler böyle yüksek olduğunda şöyle kritik bir noktayla karşılaşabiliyoruz: 1 milyon liralık sermaye sahibi olan ve 6 işçi çalıştıran siz, “o kadar uğraşıp aylık 5 bin lira kazanacağıma, dükkanımı kapatıp tüm sermayemi satarım, oradan elde edeceğim 1 milyonu da bankaya yatırıp aylık 16 bin liradan fazla faiz getirisi alırım.” diyebiliyorsunuz ve bu durum ülke ekonomisi için çok tehlikeli bir duruma yol açma ihtimali doğuruyor çünkü bu kararı aldığınızda hem üretimden çıkıp ülkedeki üretimi düşürmüş hem de 6 kişiyi işten çıkararak işsizliği arttırmış oluyorsunuz. İşsizliğin yükselip üretimin düşmesi de ülke ekonomisi için en kötü senaryolardan biri malumunuz. İşte tam bu noktada hükümetlerin faiz korkusu devreye giriyor çünkü işsizliğin artması iktidarların gücünü derinden etkileyip iktidarı kaybetmelerine sebep olabilecek büyük bir tehdit. Bu nedenle iktidarlar enflasyona bakmaksızın merkez bankalarına baskı uygulayarak düşük faiz için çabalamaktan çekinmiyor ve faizin enflasyonun sonucu olmadığını, tam tersine yüksek enflasyona sebep olduğunu iddia ederek halkı manipüle etmeye çalışabiliyorlar.

Peki hükümet tamamen merkez bankasını kontrolü altına alsa dahi neden faizi 0’a indirip kendi çıkarı için en iyisini yapmıyor? Burada da faizin ülkenin para biriminin değerine olan etkisi devreye giriyor. Aslında bunu da çok basit bir örnekle açıklayabiliriz. Kendinizi bir sürü evin olduğu bir mahallede düşünün ve her ev bir ülkeyi temsil etsin, siz ise elinde bir çuval parası olan ve parayı nereye yatıracağını bilmeyen birisiniz. Yalnız şöyle bir bilgi daha verelim, her evin güvenlik durumu farklı yani bazıları yüksek güvenlikle korunurken bazıları o kadar güven vermiyor. E sonuçta bir çuval parayı bir eve bırakacaksınız, güvenlik tabii ki de şart oluyor. Bakıyorsunuz bir yerde bahçesinde 3 Alman kurdu, her tarafta güvenlik kamerası olan bir Amerika diğer tarafta ise o kadar güven vermeyen tek güvenlik kamerasıyla Türkiye. Sadece güvenliğe bakarsak şunu demeliyiz: “Neden bir çuval parayı Türkiye’ye yatırayım, ABD varken?”. Ama burada şu devreye giriyor, iki ülkenin size teklif ettiği faiz oranı farklı mesela ABD 100 liranıza karşılık bir sene sonra 101 lira veriyor, Türkiye ise 110 lira. Şimdi kafamız biraz karıştı, “hangisini seçsem acaba?” diyoruz kendi kendimize. Sonra TCMB (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası) çıkıp diyor ki: “Ben artık 100 lira için 1 sene sonrasına 115 lira veriyorum.” Şimdi bizim gibi çuval çuval parayla bekleyen yatırımcılar şunu diyebiliyor: “Bu ABD’de 1 lira kazanmak varken parayı Türkiye’ye koyarım 15 lira kazanırım”. Tabii ki bunun tam tersi de geçerli yani FED faiz arttırdığında yatırımcının ABD’yi daha çok tercih etmesi gibi. Kısaca iki ülkenin size teklif ettiği kar oranları arasındaki fark açıldıkça yatırımcı risk alıp parasını Türkiye’ye yatırmaya daha fazla meyilli oluyor, azaldığı zaman da ABD gibi güvenli limanı tercih etmeye. Özetlemek gerekirse faiz oranı yatırımcının bizim ülkemize o parayı yatırıp yatırmayacağı konusunda önemli rol oynuyor.

Ülkemize daha fazla yatırım geldiğinde TL’nin değer kazanacağını sanırım hepimiz biliyoruz ve soğanından doğalgazına kadar ithal eden bir ülke olarak bunun bizim için ne kadar hayati olduğunun da farkındayız.

Sonuç olarak, hükümet baskılarla faizi 0’a indirse dahi ülke ekonomisi için ciddi sonuçları olacak, aynı faizler yükseldiğinde işsizlik ve üretimde oluşacak ciddi sorunlar gibi… Bu nedenle hükümetin enflasyonun sonucu olarak doğan faizle uğraşarak sorunlara çözüm bulma çabası yerine sebebe odaklanıp enflasyonu hedeflenen seviyede nasıl tutacağı üzerine çabalaması daha mantıklı ve sürdürülebilir bir çözüm gibi görünüyor.

Leave a Reply