II. Dünya Savaşı, insanlık tarihinin en büyük felaketlerinden biridir. 70-85 milyon insanın ölümü ile sonuçlanan bu savaşta Hiroşima ve Holokost gibi pek çok kitlesel imhalar da gerçekleşmiştir. Bu savaş sırasında Almanya yerle bir olmuş, Doğu Avrupa’daki ülkeler, özellikle Polonya, büyük bir yıkım yaşamış, Dünya ticareti aksamış, Yahudiler, çingeneler, engelliler soykırıma uğramış, ormanlarda esir alınmış binlerce asker infaz edilmiştir. En büyük zararı gören ülkeler arasında olan Polonya, hem Naziler hem de Sovyetlere karşı savaşmak zorunda kalmıştır. İşte Polonya’nın karşılaştığı bu durum, Türkiye’nin de karşılaşabileceği felaketlerden biriydi. Türk dış politikasına yön veren isimler, Nazilerin olası bir saldırısı sonucunda Sovyetlerin de Nazileri püskürtmek amacıyla Türkiye’ye gireceğinden endişeliydiler. II. Dünya Savaşı yıllarına dönüp baktığımızda, Türk dış politikasının Türkiye’nin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruma amacı doğrultusunda hareket ettiği açıkça görülmektedir.
Bu dış politikanın önde gelen isimleri başta İsmet İnönü olmak üzere Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu ve Başbakan Şükrü Saraçoğlu’dur ve bu isimler Türkiye’nin savaşa katılmasına kesinlikle karşıydılar. Gerçekten de eğer Türkiye savaşa katılsaydı, bugün yaşadığımız tam bağımsız cumhuriyet rejiminde yaşıyor olmayacak ve Atatürk’ün ilke ve inkılapları doğrultusunda kurulan ülkemizin varlığı ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya kalacaktı. İşte herkes bunun farkındaydı ve o yüzden ülkemizi savaştan olabildiğince uzak tuttular. Dışişleri Bakanının şu sözleri de bunu kanıtlar niteliktedir:
İngiliz ve Almanları oyalamak için, Dışişleri Bakanı Almancı, Başbakan ise İngilizci görünüyordu ve bu taktik bizim tarafımızdan kasıtlı yapılıyordu. Herhangi bir tarafın kırmızı çizgilerini aşan bir olay gerçekleştiğinde bu iki bürokrattan biri sorumluluğu üstleniyordu.3
Ayrıca savaşa katılmama politikası sadece yöneticilere bağlı bir karar değildir. Türk milleti de savaş karşıtıydı. Halkın da desteklediği bu barış politikasını anlamak için biraz geriye gitmekte fayda var.
Osmanlı Devleti, duraklama ve çöküş dönemlerinde pek çok savaşa girmiştir ve bu savaşların çoğunu kazanamayıp, kazandıklarından da yeteri kadar çıkar sağlayamamıştır. II. Viyana Kuşatmasından II. İnönü savaşına kadar batı sınırlarında gerileme söz konusudur. Trablusgarp İtalyanlar tarafından işgal edilmiş, hemen ardından Balkan savaşları başlamış ve sonra 1. Dünya Savaşı patlak vermiştir. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Kurtuluş Savaşı başlamıştır ve zaferle sonuçlanmıştır. Bu kadar kısa bir zaman diliminde bu kadar fazla savaş yaşayan halk ve özellikle Osmanlı’nın son dönemleri yetişmiş olan Mustafa Kemal gibi subaylar, savaşın macera olmadığını anlamışlardır çünkü savaşı gören insanlar, savaşın ne kadar büyük felaketlere yol açtığını gördükleri için savaşa engel olmak amacıyla ellerinden geleni yaparlar. İşte bu insanlar arasında Mustafa Kemal Atatürk de vardı ki bu sözü söyledi:
Mustafa Kemal ile silah arkadaşlığı yapmış ve omuz omuza savaşıp cumhuriyetin kadrolarında yer almış kişiler de ülkenin varlığını korumak için bu politikayı kendilerine düstur edinmişlerdir.
İsmet İnönü’nün Rolü
İsmet İnönü 1932 yılında Sovyet Rusya’ya diplomatik bir gezi için gitmiştir ve dönüşünde Sovyetlerin dış politikası hakkındaki öngörülerini Atatürk’e açıklamıştır. İsmet İnönü’ye göre, Rusların, Batı devletlerine güvenmediğini çünkü Batı’nın Rusları soyutladıklarını ve çevrelerini sardıklarını düşündüklerini iletmiştir. Bundan dolayı Türklerle dost ilişkiler sürdürüyorlar ve sürdürmeye de devam edeceklerdir çünkü Ruslar Batı sınırlarını güçlendirmek amacıyla Doğu sınırlarının güvende olmasını istemektedirler.
İnönü elde ettiği bu çıkarımlardan yola çıkarak Sovyetlerin ilerleyen 15 yıl içerisindeki dış politikasını tahmin etmiş ve şöyle demiştir: Sovyetler Batı sınırlarını güvenceye aldıktan sonra Türkiye ile dost olmaya pek önem vermeyeceklerdir. Sovyetler Batı sınırlarının güvende olduğunu hissettikten hemen sonra Doğu sınırlarında daha saldırgan olacaktır.4
İnönü’nün ne kadar ileri görüşlü olduğu yıllar önce belirttiği bu fikir sayesinde kanıtlanmaktadır çünkü bildiğiniz üzere Sovyetler 2. Dünya savaşından sadece birkaç yıl sonra ülkemizden toprak talep etmeğe başlamıştır.
Almanya Neden Türkiye’ye Saldırmadı?
Genellikle ülkemizde II. Dünya Savaşı denildiğinde aklımıza ilk olarak ”Hitler neden Türkiye’ye saldırmadı?” sorusu gelir. Bu sorunun pek çok cevabı vardır ve bu cevaplardan biri de İsmet İnönü’nün uyguladığı dış politika ile alakalıdır. Mesela Hitler, İnönü’ye 3 Mart 1941 yılında bir mektup gönderir ve mektupta Alman birliklerinin Bulgaristan’ı istilasının Türkiye için bir tehdit unsuru olmadığını hatta Türkiye sınırından 60 kilometre içerisinde hiçbir Alman askeri birliğinin bulunmayacağının garantisini verir.5
Bu garantiye karşılık da Türkiye, Meriç nehrindeki köprüleri yıkmıştır.6
Hitler’in Türkiye’ye saldırmamasının nedenlerinden biri, Sovyet ideolojisinin yok edilme düşüncesidir.7 Bir başka argüman da Türkiye’nin altyapı bakımından yeteri kadar genişlemediği ve bu nedenle Alman birliklerinin ilerlemesinin zor olacağını öne sürmektedir.8
Özetlemek gerekirse, dış politikamız ”Yurtta sulh, cihanda sulh!” ilkesini esas almış ve bu doğrultuda ülkemizi korumaya yönelik adımlar atılmıştır. Son günlerde patlak veren Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve yakın coğrafyamızda meydana gelen savaşlar göz önüne alındığında II. Dünya Savaşı sırasındaki dış politikamızın hatırlanması gerekir.
KAYNAKÇA
1.(Alman Büyükelçiliği Belgeleri, II. Dünya Savaşı ve Türkiye, Edward Weisband)
2.(Alman Gizli Belgeleri, Dizi: D, cilt: XII., s. 411.)
3.
4. (Edward Weisband, II. Dünya Savaşı ve Türkiye, sayfa 30)
5. (Birleşik Amerika Dışişleri Bakanlığı, Alman Dış Politikası Belgeleri, Seri D, Savaş Yılları Cilt XII sayfa 201-203)
6. (Türkkaya Ataöv, Turkish Foreign Policy s. 89)
7.
8.