Değerli GazeteBilkent Politika Birimi okurları, siyasette her gün karşımıza çıkan problemlere daha temel bir noktadan yaklaşabilmek ve baktığımız pencere önündeki kaotik gündem bulutlarını biraz olsun dağıtabilmeyi amaçladığımız siyaset felsefesi serimize hoş geldiniz. Serimizin ilk yazısında, yapay devletçilik anlayışına sahip olan Thomas Hobbes’un Leviathan kitabı üzerinden ilerleyeceğiz.
Siyasi felsefenin en önemli eserlerinden olan Leviathan, insan doğasını anlamamıza, toplum düzeni hakkında çeşitli sorgulamalar yapmamıza ve devletin meşruiyeti üzerine aktif bir şekilde tartışmamıza ve fikir geliştirmemize yardımcı olur. Bu nedenle Hobbes’un üzerine etraflıca düşünmemizi istediği başlıca kavramlarından birkaçını şu sırayla sizlere aktaracağım: “doğa durumu, sosyal sözleşme, temel egemenlik hakları, kişi-temsilci-egemenlik üçlemesi ve Leviathan.”
“Doğa Durumu”
Doğa durumu, insanlık tarihinde tam olarak bir örneği olmayan ancak tarihsel süreçte insanı incelediğimizde insan psikolojisine dayalı olarak gözlemleyebildiğimiz bazı olaylar üzerinden Hobbes tarafından ortaya atılmış hipotetik bir kavramdır; bir tür düşünce deneyidir.
Hobbes’a göre insan doğa durumunda kendini güvende hissetmez, yarınını planlayamaz ve dolayısıyla bireysel, toplumsal ve endüstriyel anlamda gelişmekten bir o kadar uzaklaşır. Burada eşitlik kavramını insanın doğa durumundaki halini betimlemek için kullanmış olan Hobbes, kanunsuz bir ortamın sunduğu sınırsız özgürlüğün insanların çıkarları doğrultusunda kötüye kullanılacağını iddia eder. Bu nedenle herkesin eşit derecede birbirine tehdit oluşturduğunu savunur. Doğası gereği bireyler birbirleriyle işbirliği yapmaktan kaçınır, çünkü öncelikleri kendileridir.
Güce sahip olmak, sahip olduğu gücü artırmak ve bu gücü korumak için çabalayan insan, doğa durumunda rekabet içindedir ve bu, sürekli güvenliğini sağlaması gerektiği anlamına gelir. İçgüdülerin hâkim olduğu bu kaotik dünyayı Hobbes, “herkesin herkesle savaş halinde olması” olarak tanımlar.
Burada, Hobbes’un insan psikolojisini incelerken çok temel bir noktayı kaçırdığını düşünüyorum. Empati, evrimsel süreçte insanların duygularına işleyerek yaşama bakış açılarını önemli ölçüde değiştirmiş sosyal bir beceridir. Bu yüzden, insanların bitmek bilmez bir savaş hali içerisinde olacağını iddia etmek biraz karamsar bir bakış açısı gerektirir. Kişisel çıkarlarımız doğrultusunda hareket etsek bile etkileşim hâlindeyken karşı tarafın durumunu anlamaya önem veren sosyal canlılarız.
Her ne kadar kaosun hâkim olmayacağını ve karşılıklı anlayışın da doğada bir noktada var olabileceğini savunsam da, belirli yasalar çerçevesinde insanların birbirlerine uyum içerisinde yaşayacaklarına dair sözler vermesi gerektiğine inanıyorum. Bu yüzden toplum sözleşmesi kavramını açıklamaya değer buluyorum.
Toplum Sözleşmesi ve Doğa Yasaları
Bu doğa durumundan çıkış yolu olarak toplumsal bir sözleşmeye ihtiyaç olduğunu düşünen Hobbes, bu durumu şöyle meşrulaştırır: İnsan dışındaki diğer hayvanlar doğal bir bağlamda, tek bir gaye uğruna bir araya gelmekte sıkıntı çekmez, çünkü onlarda benlik algısı ve akıl bizdeki kadar gelişmemiştir. Bu nedenle bireysel çıkarları toplumsal çıkarlarla çatışmaz.
Hobbes’un doğa durumunda çizdiği insan ise, gelişmiş bilişsel becerileri nedeniyle kendi çıkarlarını ön plana koyan bir yapıya sahiptir. Bu durum, insanların bireysel ve toplumsal çıkarlarının çatışmasına yol açar ve huzurlu bir yaşam için belirli bir düzenin kurulması gerekliliğini doğurur.
Hobbes, burada bir egemenlik tekeline ihtiyaç olduğunu öne sürer ve toplum sözleşmesinin temelini oluşturur. Bu sözleşmenin ilk iki maddesi, Hobbes tarafından “doğa yasaları” olarak nitelendirilir, çünkü bu yasalar, toplumsal düzeni kuran ve koruyan her türlü konuda kaide alınması gereken başlıca noktaları içerir:
- Barışı gözetme ve koruma yasası: Her birey, mümkün olan şartlar altında (nefsi müdafaa dışında) öncelikli olarak barışı sağlamayı ve sonrasında da bu barışı sürdürmeyi amaçlamalıdır.
- Barışı sağlamak uğruna özgürlüklerden vazgeçme yasası: Her birey, barış ve güvenlik uğruna karşılıklı olarak kendi özgürlüklerini ve doğal haklarını bir egemenlik çatısı altında kısıtlamalıdır.
Bu iki temel yasa, diğer tüm yasaların belirleyicisidir; çünkü bu koşullar sağlandığında bireyin yaşam ve mülk hakları gibi diğer konular da barış ve güvenlik çatısı altında korunmuş olur.
Doğa durumunu daha uyumlu bir düzene dönüştüren toplum sözleşmesi; adalet, mülk, aidiyet gibi kavramlarda yaşadığımız fikir ayrılıklarına nispeten bir çözüm sunuyor. Bu nedenle, toplum sözleşmesinin olduğu bir dünyayı, herkesin kendi kurallarını ve kanunlarını birbirine dayattığı bir düzene tercih etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Peki, güvenliği sağlamak için Hobbes’un öngördüğüne benzer nitelikte bir rejime mi ihtiyaç duyuyoruz? Bu tür bir totaliter düzende, özgürlük dediğimiz şey değerini yitirmiş mi oluyor?
Özgürlüğün siyah-beyaz bir kavram olmadığını düşünüyorum. Özgürlük, hayatın kendisi gibi, net cevaplar bulamadığımız bir problem. Bu yüzden bir toplumun yasalarını belirleyen faktörlerin yaşadığı coğrafya, kültürel mirası, gelenekleri gibi birçok unsur olduğuna inanıyorum.
İyi liderlerin toplum sözleşmesini oluştururken barışı koruyarak özgürlük ve kısıtlamalar konusunda dengeli davranmaları, aynı zamanda kendi toplumlarına kulak vermeleri gerekir. Politik yaklaşımlar bağlamında her milletin kendisine uygun bir siyasi yapıya sahip olması, izlenebilecek en sağlıklı yol olacaktır.
Kişi, Temsilci ve Egemenlik Kavramları Arasındaki Bağıntı
Kişi ile egemenlik arasındaki ilişkiyi anlamlı kılan unsur, toplumsal sözleşmenin egemenlik tarafından kişi adına “temsil” edilmesidir. Bu bağlamda devlet, kişinin bazı haklarından feragat ederek toplum sözleşmesindeki yasalara uyması ile varlık bulur.
Kişiyi biz insanlar olarak düşünebiliriz. Her bireyin çıkarları farklı olsa da, hiç kimse doğa durumundaki kaostan memnun değildir; herkesin hemfikir olabileceği ortak nokta bu sürekli savaş halinden kurtulmaktır. Bu nedenle yapay sözleşmenin ilk dayanağı olarak birey ve onun düşünceleri kabul edilebilir.
Bu sözleşmenin anlamlı kılınması ve toplumsal bir düzene dönüşebilmesi için bir temsilciye ihtiyaç duyulur. Temsilci olarak devlet, bireylerin güvenliğini sağlama amacı taşıyan sosyal düzenin simgesidir. Egemenlik ise bireylerin güvenliğini sağlamak üzere bu kuruma verilen yetkilerle tanımlanır. Böylece Leviathan’ın temelleri atılır ve toplum düzeni, bireylerin uyması gereken bir yapıya dönüşür.
Hobbes’un belki de en demokratik sayılabilecek argümanı bu temsilci kavramının çevresinde şekilleniyor olabilir. Tarihsel olarak da değerlendirdiğimde Hobbes’u yorumlarken monarşiye sempati duyduğu söylemek kulağa doğru geliyor. Bir yandan da insanların bir grup tarafından temsil edilebileceğine dair söylemleri, bu aktör rolüne bürünen tarafın tek bir kişi olmak zorunda kılmıyor. Haliyle parlemento fikrini çok hafif de olsa barındırdığı için devletin bu bağlamda meşrulaştırılmasına katılıyorum ve egemenlik haklarının eğitim seviyesi yüksek, bilinçli toplumlarda bir grup insana yüklenmesinde herhangi bir sorun görmüyorum.
Leviathan’ın Toplum Sözleşmesi Bağlamındaki Rolü
Leviathan’ı oluştururken asıl amacı doğa durumunu sona erdirmek olan Hobbes, bireylerin barış uğruna sahip oldukları önemli haklarından karşılıklı olarak feragat edeceklerini ve böylece herkesin herkesi kanunen bağlayacağı bir sözleşmenin ortaya çıkacağını öngörmektedir.
Leviathan, aslında yegâne temsilcidir. Bireyler, feragat ettikleri bireysel egemenliklerini Leviathan’a devreder ve kendi oluşturdukları bu mutlak otoriteye boyun eğerler. Alt metinde mutlakiyetçi ve monarşik bir tavır sergileyen Hobbes, kişi-temsilci-egemenlik üçlemesi üzerinden kurduğu bu etkileşim sayesinde Leviathan’ı sorgulamaya kapalı bir kurum olarak sunar. Sonuç olarak, bireyin herhangi bir yolla devleti eleştirmesi mantıken mümkün değildir, çünkü en başta kendi egemenliğini devreden, yani yetkilendiren köken, bireyin kendisidir.
Leviathan, bireyler arası sözleşme dolayısıyla kişilerden bağımsız, adeta üçüncü bir taraf konumundadır. Bu konumu, topluma düzen sağlamasında önemli bir araç işlevi görür; çünkü eleştiriye kapalı yetkilerin uygulanması, her kafadan bir sesin çıktığı doğa durumunun tam zıttıdır. Rasyonel bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde, Hobbes, doğa durumunda sürekli tedirginlik duyan insan motifine makul bir çözüm sunmuştur.
Son Düşünceler…
Şimdi hayatlarımıza dönüp baktığımızda hangi özgürlüklerimizi farkında bile olmadan güvenlik için takas ettiğimizi fark edebiliyor musunuz? Bu kendi ellerimizle teslim ettiğimiz özgürlüklerimiz sonucunda aldığımız asayiş, hukuk hizmetleri sizce denk mi? Bunu ülkemiz çapında değerlendirirseniz hoşunuza gitmeyecek cevaplar alıcaksınız sorularınıza ancak bu tarz soruları sormak ve bulunduğumuz düzeni, dünyayı sorgulamadan yaşamamak gerekiyor. Sabahın ilk saatlerinden itibaren gece yastığa başınızı koyana kadar hangi kararlarınız sadece sizin hür iradenizden geliyor bir gözlemleyin. Bu egemenlik hakkının teslimi sadece egemenlikte kalmamış ve hayatlarımızın başka alanlarına da yayılmış olabilir.
KAYNAKÇA
Hobbes, T. 1651, Leviathan, Jonahtan Bennett (ver.), https://www.earlymoderntexts.com/authors/hobbes alınmıştır.