Didem Madak
Birçoğumuzun farklı süslemeler yapabilmek için kullandığı yumuşak dokulu ve parlak renkli olan grapon ya da krapon kağıtları nasıl olur da bir şiir kitabının başlığı olur? Sıradan bir kağıttan çok da farkı olmayan bu kağıt türü insan gibi kompleks bir varlıkta nasıl duygular uyandırabilir ki? Bir metafor mudur bu kağıtlar parlak ve canlı hayatları temsil eden yoksa insanın tekdüzeliğinin ve kolay şekillendirilebildiğinin bir sembolü mü? Haydi gelin, ünlü Türk şairlerinden Didem Madak’ın içinde on sekiz şiir bulunduran “Grapon Kağıtları” adlı eserini inceleyelim.
Ne kadar çok yazıya grapon kağıtlarının canlı ve parlak olduğunu söyleyerek başlamış olsam da daha kitabın ilk eserlerini okurken hüzün kaplar içimi. O parlak grapon kağıtları yok olur gözümün önünden. Belki de etrafı süslemek için elime aldığım bu renkli kağıtlar Madak’ın sözleri ile renklerini kaybederler. Buna verebileceğim en güzel örnek de Didem Madak’ın “Annemle İlgili Şeyler” şiiridir. Bu şiiri kendi annesine ithafen yazdığı satırlar oluşturur. Sadece bir kadının değil adeta hassas bir kelebeğin narinliğinde yazılmış olan bu satırların okuyan herkesin yüreğine dokunduğuna inancım tamdır. Tabi bunun için önce Madak ve annesinin hikayesini bilmek gerekir. Madak daha on iki yaşındayken annesi Füsun’a beyin kanseri teşhisi konulmuştur. Bu tanıdan çok zaman geçmeden Madak ve kız kardeşi annelerini kaybetmişlerdir. Şiirinin en sonunda da belirttiği gibi “Artık bütün üzgün oluşlarımın adı: Anne.” Didem’in ruhu annesinin kaybıyla çok büyük yaralar almıştır. Şiire de o sayede başlamıştır. Sonuçta insan acılarını paylaşmaz ise nasıl başa çıkabilir ki bu hayat denilen zalim oyunla?
Teyzesinin Didem’e annesinin gençlik yıllarında tutmuş olduğu defteri vermesi ile başlar Madak’ın yazma hikayesi. Annesi zamanının ünlü şiirlerini yazmıştır bu deftere. Buruk bir acı ve keder ile başlamıştır Didem şiirlerine. Gerek dertleştiği gerekse sitem ettiği bir üslubu vardır. Okuyucuya yazarların da insan olduğunu acı çektiğini, üzüldüğünü, pişman olduğunu hatırlatır. Annesine ithaf ettiği şiirlerini hep bir hasret ele geçirmektedir. Okuyucu anlar; o özlemin küçük bir kız çocuğunun kalbinden geldiğini, sokakta yaşıtları oyun oynarken on iki yaşındaki bir kız çocuğunun evdeki duvarlarda annesinin sesinin yankısını aramasının kalbinde ne kadar büyük yaralara neden olduğunu. Bu buruk acıyı şöyle dile getirmiştir Madak, “Bazen ölmek istiyorum, beni yeniden doğurman için.” Nedir ki bir kız çocuğu için dünyadaki bütün zorluklar ile yeniden mücadele etmek, eğer annesinin sesini bir kez daha duyabilecek ise.
Yarıda bıraktığı üniversitesine af çıktığı için hukuk okumaya geri dönen Madak, mezun olduktan sonra eşi Timur ile evlenip İstanbul’a taşınır. Orada doğurduğu kızına bir tanecik annesinin adını, Füsun, verir. Hayat bir nebze de olsa yüzüne gülmüştür Didem’in. Kızının doğumundan sonra şiir yazmayı bırakır. Belki de ruhundaki yaraları acemice de olsa dikebilmeyi başarabilmiştir. Ya da kırgınlığı veyahut kızgınlığı azalmıştır bu dünyaya karşı. Uzun ve zor yollar kat ettikten sonra mutlu sonu hak eden kişilerden biridir, benim için Madak. Hani nasıl peri masallarında zorluklarla karşılaştıktan sonra ana karakter mutlu sona kavuşur, Madak’ta böylesi büyülü ve mutlu bir sonu hak etmiştir. Ama kader hiçbir zaman adil değildir ve Madak’ın yüzü kaderden yana hiç gülmemiştir. Daha genç yaşında, 41, yakalandığı kolon kanseri yüzünden hayata gözlerini yummuştur.
Anlayacağınız kendi kaderi artık kızının kaderidir. Bozulmasını beklediğimiz döngüler aslında hayatın inatçı birer parçasıdır. Madak’ın Füsun ile başlayan döngüsü, Füsun ile sonlanmıştır.
Didem’in kızına yazdığı son mektup ise bir vedadan çok tavsiye gibidir, annesiz bir kız çocuğundan annesiz bir kız çocuğuna.
“Canım Kızım
Sana mektup yazacağım. Çünkü artık başka bir şey yazamıyorum. Bu konuda pek de dertli değilim doğrusunu istersen. Sen bana belki bugüne kadar yazdığımdan başka türlü bir yazı yazmayı öğretirsin. Kendimi bir sonbahar ağacı gibi hissediyorum. Mutlu bir sonbahar ağacıyım ben. Yere düşen yapraklarımı eğilip topluyorum. Saçıma tutuyorum. Bakın yakışmış mı diye soruyorum. Sonra yaprakları havaya savuruyorum. Ben iki kişilik bir kabilenin me isimli kölesiyim. Çünkü sen acıktığında me diye ağlıyorsun ve bu ismimi seviyorum reis!
Canım kızım, cehaletimden şair oldum… Annesizlikten. Sen sakın şair olma!”
Benimse tavsiyem, hayat etraftaki sesleri duyamayacak ve bulutlara bakamayacak kadar ağırlaştığında Didem Madak’ı okumaktır. Didemin de dediği gibi “İnanın kendimin yokluğunda çok kitap okudum.” Çünkü insan kaybolduğunda bir yol arar. Didem’in şiirleri de sizleri kaybolduğunuz karanlık yoldan çıkartacak bir ışık olabilir.
Kaynakça: