Merhabalar! Kendimi geliştirmek için birden fazla edebi teknik ile çeşitli yazılar yazmaya çalışıyorum. Bu yazımda da “Bilinç akışı” tekniğini kullanmaya çalıştım. Umarım beğenirsiniz.
Rutubetin yavaş yavaş yıllar içerisinde yarattığı boğucu kokunun zehirden farkı olmayan bir şekilde işlenmiş olduğu beyaz duvarların arasında, yere diktiği gözleri ve aklından istemsizce geçirdiği anıları; iki arabanın bile geçerken birbirine yol vermesinin zorlaştığı daracık sokaktan gelen bisiklet zilleri ile yarıda kesildi. Çocukların gülücük sesleri, adamın ruh halini daha da düşürmüştü. “Bisiklete binmeyi bile beceremedin!” adamın sesi dışarıdaki bisiklet zilleri ile yaptığı gizli bir anlaşma ile yankılanmış gibiydi. “İşe yaramazsın.” diye söylendi kendine sözlerinin ne kadar kırıcı olduğunun farkına varmadan. “El kadar çocuklar bile bisiklet sürebiliyor.” diye kendi kendine sitem etti. Bu sitemin nedeni ne bisikletler ne de bisiklet sürememesiydi. Sinirinin nedeni kendisine duyduğu hayal kırıklığıydı.
Şu hayatta hep başarılarını düşünürdü ya insanlar, sürekli bir şekilde bu anları yeniden yaşayıp gurur duyarlardı kendileri ile. Bir alışkanlık haline gelirdi bu durum, kimisi bilinçsizce devam ederdi bu alışkanlığa, kimisi ise farkında olup. Ama ortak bir değere sahiptir bu iki zıt grup. Sürekli eski başarılarını yâd etmek veyahut geçmişe dönüp bu anıları tekrardan yaşamak çoğu kişinin yüzleşmekten korktuğu gerçeklerden kaçmanın bir yolu olabilirdi.
Sonuçta kim sevmezdi ki başarıyı, başarılı biri olmayı? Başarı bir bal gibiydi, onun gözünde. Bir kere tadına baktın mı bağımlılık yapardı. O tatlı tadı hep isterdi insanın canı, vazgeçemezdi. Herkesin az da olsa çok da olsa tadına bakabildiği bu tad, bir tek ona kısmet olmamıştı; en azından o öyle anlatırdı. Okumayı geç öğrenmesinden, kendi mezuniyetine geç kalmasına, başladığı her işin yarım kalmasından, bir şekilde sürdüremediği evliliğine kadar; bu zalim hayat ona bu baldan ufak bir çay kaşığı bile vaat etmemişti. Şimdi İstanbul’un dar sokaklarından birinin en ücra köşesinde, yıkılmaya yüz tutmuş eski bir evde; başarılı bir adam olsaydı hayatın ona hangi yüzünü göstereceğini düşünüyordu. Eğer düzgün bir işte çalışabilmiş ve düzenli bir birliktelik sürdürebilmiş olsaydım, belki de bir kızım olabilirdi diye düşündü. Adını da Pera koyardım, uzun kumral saçları olurdu; cam mavisi gözleri, belki geceleri korktuğunda odasında tek başına bırakmaya kıyamadığı oyuncağı ile yanıma gelir. “Baba, bu gece yanında yatabilir miyim?” diye sorardı. Cevap vermeye yeltenmeden, yorganın sol tarafını hafifçe kaldırıp kafam ile yanıma gelmesi için işaret yapar, yanıma geldiğinde de ona o kadar sıkı sarılırdım ki bu dünyadaki hiçbir yalnızlık aramıza giremezdi diye düşündü. Çok büyük bir ah çekti. Bu ah, evdeki duvarları rahatsız etmesi için sinir bozucu yankıyı uyandırmış “Hadi artık, mesai saati.” demiş gibiydi. Hiçbir hayal kırıklığı yaşamamasını sağlayan bu zarasız ama üzücü hayalleri, aslında kendisine ve hayatına acırken yazdığı ufak çaplı mektuplardı. Uzun yola gitmiş ve dönmesini dört gözle beklediğin bir sevgiliye yazılan mektuplar gibi değildi ama bu ufak çaplı mektuplar. Daha çok nereden geldiğini, nereye gittiğini veya ne zaman döneceğini bilmediğin bir aşığa yazdığın mektuplar gibiydi. Bu aşık, kalbini deli gibi attırtmaz, akciğerlerine sıkı düğümler atıp nefes almanı zorlaştırmaz veya midende kelebekler uçurtup seni heyecanlandırmazdı. Sıradan bir insandı bu sevgili, özel olmayan. Kendi hayal dünyanda yarattığın görünmez bir bağ ile bağlandığın bir kişiydi, bu sevgili. Bu yüzden de yazdığın mektuplara herhangi bir cevap beklemezdin. Sadece yoğun bir ilgi ve alaka ile yazdığın bu mektubu posta kutusuna koyarken bir kuş geçerse gökyüzünden kalbin çarpardı yavaşça. “İşte bu benim cevabım!” Der ve bu tesadüfe anlam yüklerdin. Belki de sürüsünden ayrı kalmış ve yolunu bulmaya çalışan o kuşu, mektuplarına bir cevap olarak kabul ederdin. Yıkık binadaki, yoğun düşünceli ve yorgun kalpli bu yalnız adam mektuplarına cevap beklemeyen umutsuz bir adama dönüşmüştü. Duygularının yansıması düşüncelerini ele geçirmişti ve düşünceleri sokakta oyun oynayan çocukların çığlıkları ile bölünmüştü.