Kampüsten Haberler
“İnsanlar neyi başlatırlarsa onu bitirebilirler de.”
Geçtiğimiz günlerde, bir miktar da son vakit gerçekleşen ufak bir “sürprizle”, okulumuzda Finlandiya Cumhurbaşkanı Alexander Stubb’u ve Dışişleri Bakanı Elina Valtonen’i ağırlamaktan Bilkent Üniversitesi olarak hem büyük bir onur hem de sevinç duyduğumuzu belirtmek isterim.
Bu; en azından biz, öğrenciler için – gerçekten de – ani bir sürpriz niteliği taşıyordu. Etkinliklerin özellikle üst düzey siyasetçilerin sıkışık programlarına göre er ya da daha geç bir zamana ayarlanmak zorunda olması, kanaatimce, e-postalarımıza seminer haberinin yalnızca bir gün öncesinden ulaşmasını yeterince açıklayan, biraz da masumane bir gerekçeydi aslında. Mithat Çoruh’a dersi için gelmiş olup kapıdaki kalabalık ve telaşı görünce şaşıran öğrencilere güvenlik; anlayışlı ve hoşnut bir kahkaha ile durumu açıklıyordu. Cumhurbaşkanı ve delegeler, aslında halihazırda Bilkent’e teşrif etmiş, Sayın Rektör Kürşat Aydoğan tarafından ağırlanmaktaydılar. Yine de biz onları, program başlayınca görme şerefine erişecektik.
Programın başlamasına 20 dakika kalmıştı ki salon, yavaş yavaş doldu. Bize bundan bir gün öncesinde, Avrupa Siyaseti dersinde bu seminerden bahseden sevgili profesörümüzle de orada karşılaşmaktan mutluluk duydum ve kendisiyle ayaküstü biraz hoşbeş ettik. Ben bir yandan kağıt kalemimle açılışı beklerken çok geçmeden artık tüm koltuklar dolmuştu bile.
Daha önceden de planlandığı gibi kabine üyeleri ve refakatçiler, saat 10.00’da salona teşrif ettiler. Dışişleri Bakan Yardımcısı Burhanettin Duran, basın mensupları ve panelistler de bu teşrifi onurlandıran katılımcılar arasındaydı. O gün ele alınacak konuların ehemmiyet ve ciddiyeti su götürmezdi, bundandır ki konuşmaların hemen öncesinde, seminerin ana teması olan “barış” ve “uzlaşma” üzerine parmak basarak bir o kadar da kıymetli mesajlar aktaran kısa bir video sunumu karşılamıştı bizi:
“Barış; düşmanların arasında yapılır, dostların değil.
Barış, dışarıdan gelmez. Eğer savaş insan icadı ise barış da bir o kadar öyledir.”
Hemen sonrasında Finlandiya’ya naklen yayın başlarken üniversitemizin Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölüm Başkanı Sayın H. Tolga Bölükbaşı; açılış konuşmasını yaparak programı arz ettiler. Ardından söz, Sayın Cumhurbaşkanı’na bırakıldı.
Katılımcılara olabildiğince ilgili fakat aynı zamanda makamının ciddiyetini taşıyan Stubb, konuşmasına ufak bir espri yaparak başladı. Ortamın anlaşılabilir gerginliğini hafifleten, telaşesini yumuşatan, ancak hâlâ görevinin ve bu “ana temaların” getirdiği ağırbaşlılığı koruyan bir eda taşıyordu. İlginçtir, belki de birçoğumuzun haberdar olmadığı bir bilgi ise Ekselansları’nın öncesinde, siyasi kariyerinin yanı sıra öğretim üyesi olarak College of Europe’ta ders vermiş olmasıydı. Tıklım tıklım olan salonu görünce de hâliyle bunu şakaya vurdu; dediğine göre kendisi, “derslerinin de bu kadar kalabalık olmasını” dilermiş.
Hepimiz pür dikkatle onu dinlerken bizi çok bekletmeyerek sözlerine başladı Stubb ancak ben, konuşmasını aktarmadan önce şu önemli noktanın altını çizmeyi gerekli görüyorum: Bu programın birden çok şeref konuğu, bir tane ise ilham kaynağı vardı, Martti Ahtisaari. Finlandiya’nın onuncu cumhurbaşkanı, Birleşmiş Milletler diplomatı, aynı zamanda Nobel Barış Ödülü sahibi ve, hepsinden öte, bir arabulucuydu Ahtisaari. Stubb, onu kendisi için bir “mentör”, günümüz politikasında durgun ve yaralı hâle gelmiş arabuluculuk için ise bir örnek olarak gördüğünü ifade etti. Finlandiya’nın eski cumhurbaşkanı, ömründen ayırdığı altmış yıl boyunca “barışı” ve uluslararası camiada uzlaşmacı davranmayı – tıpkı bir sanat icraa eder gibi – büyük bir incelik, özen ve bir o kadar da gerçekçi bir iyimserlikle politikasına aksettirmişti. Ahtisaari’nin 1937’de Rusya topraklarında başlayan hayatı, Kış Savaşı sırasında ailesiyle anayurtları Finlandiya’ya göçmesiyle birlikte gelecekte şekillenecek kesin anlamda barış yanlısı siyasi tutmunun mayasıydı aslında bakılırsa. Devinimli olarak çalışma ve diplomasiye hizmet etme görevinde olan Ahtisaari, tahmin de edilebileceği gibi, durmaksızın yurt dışına çıkıyormuş Stubb’un aktarımına göre; hatta bir gün onunla, Ankara Esenboğa Havalimanı’nda denk gelmeleri – çok da şaşılacak şey olmasa dahi – küçük bir serendipçe olarak hatırlanmış aralarında.
Cumhurbaşkanı, Ahtisaari’ye üç şekilde yaklaşıyor: İlkin, bir insan; sonra bir barış uzmanı; ardından da tarihsel bağlamda Martti olarak. Onun büyük bir empat olduğunu, dış siyasette gösterdiği insanı önemseyen, barışı insan için bir hak gören tavrını aslında en gündelik çevresinde bile gösterdiğini söylüyor Stubb. Sıradan bir vakitte ofisinden çıkıp size yaklaşınca bile sizi gerçekten önemsediğini hissettirecek kadar prensiplerinde samimiyet ve dürüstlük sahibiymiş eski cumhurbaşkanı. Az önce söylediğim gibi, Ahtisaari’nin realist düzeyde, ancak bir o kadar da kararlı şekilde, iyimser olduğunu tekrar hatırlattı bize; Ekselansları’nın buna ilişkin şöyle bir sözünü de iliştirmek isterim hatta: “Bir kötümser her daim dezavantajlı olmaya mâhkumdur” çünkü bu kötümserlik içinde hiç denememiştir. Bir iyimser ise ondan farklı olarak “çaba sarf edecektir.” Buna paralel olarak da Ahtisaari’nin asla nötr bir tavır takınmadığının ve her zaman bir görüşü olduğunun da altını çizdi Stubb. Tekrar espriye vurarak aslında Fincede “bir kötümser asla yanılmaz” gibi bir atasözünün olduğunu söyledi; yine de anlaşıldığı üzere son yarım asırdır süregelen Fin siyasetinde, Martti Ahtisaari’nin de büyük etkisiyle beraber, bu eski görüş bir nebze de olsa kırılmış durumda. Böylesi iyimser bir yaklaşımın önemi tartışılmaz olsa dahi Cumhurbaşkanı; yine de gerektiği takdirde “kafayı masadan kaldırıp” politikaya belli bir müddet “ara vermeyi ve böylece de duygusallıktan kaçınarak daha gerçekçi, daha profesyonel davranılacağını” vurguladı. Konuşmasının sonlarında ise dünyada barış için elbette ki yalnızca bireylerin değil, Birleşmiş Milletler’in ve Martti Ahtisaari’nin tutumunun da gerekli olduğunun üstüne durdu ayrıca.
Ardından dinleyicilerin sorularını alan Stubb, güncel dış politika değerlendirildiğinde adeta yeni bir “demir perde”nin gerildiğini, bu perdenin de Belarus-Rusya ile Batı arasında bulunduğunu kaydetti. Türkiye’nin Avrupa Birliği yolundaki durumunu değerlendirmek üzere ise daha genelleyici de davranarak “teori-pratik” ilişkisinin önemine ve “acquis communautaire” kavramının ülkelerin uluslar üstü bir ahenkte uyuşabilmesi için gerekliliğine değindi.
Sayın Stubb’un soruları bitirmesinin ardından kürsü, Dışişleri Bakanı’na bırakıldı. Valtonen’in konuşması Cumhurbaşkanı’na kıyasla daha genelleyici ve dünya siyasetinin güncel durumu üzerineydi. Barış politikalarının Fin siyasetinin her zaman kalbinde olmaya devam edeceğini vurgulayan Valtonen, bunun haricinde en temel ihtiyaç olan suyun gitgide tükenen kaynaklar sonucunda bir “silah” ve aynı zamanda bir “kurban” olduğunu da ifade etti. Bakan “thinking outside the box” deyiminin siyasetteki ehemmiyetine ve işlevinden bahsettikten sonra ise “barışın da bir insan kararı” olduğunun altını çizdi. Son olarak Burhanettin Duran da benzer şekilde Finlandiya – Türkiye diplomatik ilişkilerine değinerek birlikte atılan adımların hem iki ülke hem de dünya siyaseti için değerini vurguladı.
Sizlere daha da fazlasından bahsetmek isterdim ancak bu verimli geçen bir saatin ardından siyasiler, vazifelerinin gerektirdiği üzere ne yazık ki bizimle daha uzun süre kalamayıp veda etmek zorunda kaldılar. Seminer burada bitmedi elbette, bize bilgi ve yorumlarını aktarmak üzere Finlandiya’dan panelistler ve üniversitemizin Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden Hatice Pınar Bilgin ve Çerağ Esra Çuhadar hocalarımız sözü devraldı. Finlandiya-Türkiye ilişkileri, barış ve uzlaşma, mültecilik, appartheid gibi kavramların tartışıldığı panel formatında Güney Afrika ve Gazze meselelerine de değinildi.
Bu, tam anlamıyla dolu dolu geçen bir iki saati benim için.
Program sona erdiğinde ise konukları, kanımca hemen hemen tüm profesyonel konferanslarda olduğu gibi, çok hoş bir resepsiyon bekliyordu. Kalabalığın arasında az önce bahsettiğim dersimden tanıdık simaları ayırt edince çabukça yanlarına gittim, semineri değerlendirdiğimiz ve benim de oldukça keyif aldığım bir sohbete daldık. İki hukuk dersimi ekmemin rahatsızlığı – ki aslında hiç huyum değildir, lütfen inanın – bu seminerin bana olan katkısıyla gitgide solup gitmişti bu esnada.
O günden beri sizlere bu tecrübemi aktarmak için de oldukça heyecanlıydım. Sabah saatlerinde düzenlendiğinden ötürü sanıyorum ki bir kısmınızın aramıza katılamamış olması doğaldır fakat ben zaten sizler için can kulağıyla en ince ayrıntısına kadar dinledim programı. Dilerim ki tatmin edici bulursunuz bu anektodu!
Sonlandırmadan hemen evvel, bundan bir hafta öncesinde Stubb, Valtonen ve Fidan’ın New York’ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda uluslararası siyaset için önemli çalışmalar yaptıklarını da söylemem gerekir. Bize yoğun programlarına rağmen vakit ayırdıkları için de çok minnettarız. Beyaz Zambaklar Ülkesi’nin önemli isimlerini ağırlamak ve bu kıymetli sözlerine kulak vermek, Bilkent ailesi olarak hepimiz için kıvanç ve övünç kaynağıydı.
Tüm insanlık için huzur, barış ve dayanışma dilemek; her birimizin ortak hakkı. Düşünüldüğü zaman, tarihin bizlere verdiği büyük insanlar; bizim için en güzel idollerdir de aynı zamanda. Martti Ahtisaari’nin siyasi mirası yalnızca Finlandiya için değil, tüm devletler ve siyasiler için ilham niteliğinde bir iyimserlik, gerçekçilik ve kararlılık içeriyor. Unutmamak gerekir: Barış da savaş gibi insan elinde çıkmadır, bu yüzdendir ki çıkarılan sorunları da çözecek olan en nihayetinde bizleriz.
Yazımı, izninizle, büyük bir adam tarafından bizim topraklarımızda söylenmiş bir söze atıfta bulunarak noktalamak isterim.
Barış, evde başlar; dışarıdan size sunulmaz. Bu yüzdendir ki önce “yurtta”, sonra “cihanda sulh”.
Resimler https://x.com/BilkentUniv/status/1841085231668879664 sitesinden alınmıştır.