Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın tarihindeki en çetrefilli ve bir o kadar da kırılgan dönemlerinden biri olan Birinci Çözüm Süreci, hafızalarımıza yalnızca bir güvenlik meselesi olarak değil aynı zamanda toplumsal barışın, siyasal uzlaşının ve demokratikleşme çabalarının da sahnesi olarak kazındı. 2009’da “demokratik açılım” adıyla kamuoyuna sunulan ve zamanla “çözüm süreci” olarak anılan bu girişim, devlet ile PKK arasında yıllardır süren kanlı çatışmaları sonlandırmak amacıyla başlatılmıştı. Peki bu süreçte nasıl bir yol izlendi, hangi aktörler sahnedeydi ve en önemlisi neden umutlar tükenerek barış bir kez daha akamete uğradı?
Arka plan
Türkiye Cumhuriyeti ile çeşitli Kürt grupları arasında uzun süredir devam eden silahlı çatışmalar, 1984’ten bu yana ülkenin gündemini meşgul eden en kritik sorunlardan biri olmuştur. Bu çatışmaların merkezinde, Türkiye, ABD, AB ve NATO tarafından terör örgütü olarak kabul edilen PKK yer almaktadır. Kürtler için daha geniş haklar, özerklik veya bağımsız bir devlet talepleriyle ortaya çıkan bu grupların eylemleri, özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yoğunlaşmıştır.
PKK’nın Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) topraklarındaki varlığı, Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarını kaçınılmaz kılmıştır. IKBY’nin PKK’nın faaliyetlerini durdurma konusunda yetersiz kalması, Ankara’nın belirli aralıklarla hava ve kara harekatları düzenlemesine yol açmıştır. Bu uzun soluklu ve maliyetli çatışma süreci, Türk ekonomisine 300 ile 450 milyar dolar arasında devasa bir yük bindirirken, ülkenin turizm sektörünü de ciddi şekilde olumsuz etkilemiştir.
1 Haziran 2004’te PKK, hükümetin çağrılarını görmezden geldiği gerekçesiyle silahlı faaliyetlerine yeniden başladı. Bu dönüş, örgütün savaş taktiklerinde önemli değişiklikleri de beraberinde getirdi. Artık önemli bir devlet desteğinden yoksun olan ve eski militan gücüne sahip olmayan PKK, 15-20 kişilik gruplar yerine 6-8 kişilik daha küçük birimler halinde hareket etmeye başladı. İkinci olarak, orduyla doğrudan sıcak çatışmalardan kaçınarak, mayın döşeme, pusu kurma, keskin nişancı saldırıları ve vur-kaç taktiklerine yöneldi. Üçüncü olarak ise, önceki dönemlerde uyguladığı alan tutma stratejisini tamamen terk etti.
1984-1999 çatışma döneminden farklı olarak, PKK bu kez Batı’daki şehirlerde yaşayan sivilleri de hedef almaya başladı. 2005’te Kuşadası’ndaki, 2006’da Adana, Marmaris, Antalya ve Mersin’deki, 2007’de ise Ankara’daki saldırılar, sivil hedeflere yönelik bu yeni yaklaşımın acı örnekleri oldu. Örgüt, bu dönemde çok sayıda bombalı saldırı gerçekleştirdi. PKK’lı grupların Irak sınırından Türkiye’ye sık sık giriş çıkış yapmaları, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak’a yönelik operasyonlarını tetikledi. Ekim 2007’deki Dağlıca saldırısı ise bardağı taşıran son damla oldu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), TSK’ya Irak’a sınır ötesi operasyon düzenlemesi için tam yetki verdi.
2009 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) hükümeti, çözüm arayışlarına yönelik önemli reformlar yapmaya başladı. Devlet bünyesinde ilk Kürtçe kanal olan TRT Şeş (6) açıldı, Türkçe yerleşim isimleri Kürtçeleştirildi, bazı PKK üyelerine kısmi af ilan edildi, Kürt mültecilere yeniden vatandaşlık teklif edildi, yerel yönetimlere verilen haklar genişletildi ve ifade özgürlüğünü artıran düzenlemeler yapıldı. Bu adımlar üzerine PKK da 13 Nisan 2009’da ateşkes ilan etti. Ancak, Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) kapatılması, ardından yaşanan gösteriler ve son olarak PKK tarafından 7 Aralık 2009 tarihinde gerçekleştirilen Reşadiye saldırısı ile ateşkes yeniden bozuldu.

2011-2012 yılları arasında yaşanan şiddetli çatışmalar, Kürt meselesinin askeri yollarla çözülemeyeceğini bir kez daha acı bir şekilde gösterdi. Bilindiği üzere PKK, 2012’yi “zafer yılı” ilan etmiş ve “devrimci halk savaşı” adını verdiği yeni bir stratejiyi devreye sokmuştu. Ancak bu strateji, halk nezdinde beklenen kabulü görmedi ve örgüt, çok sayıda kayıp vermesine rağmen hedeflerine ulaşamadı.
Yaklaşık bir buçuk yıl süren kanlı bir sürecin sonunda, PKK’nın devleti yenemeyeceği, devletin de PKK’yı tamamen ortadan kaldıramayacağı bir kez daha tescillendi. Taraflar, silahlı mücadeleden sonuç alamayınca kaçınılmaz olarak yeniden görüşme masasına oturmak durumunda kaldılar. Bu durum, Türkiye’nin Kürt meselesindeki çözüm arayışlarında yeni bir dönemin habercisi oldu.
Çözüm Süreci

28 Aralık 2012’de bir televizyon röportajında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Kürt sorununu çözmek amacıyla hükümetin İmralı’da hapis yatan Abdullah Öcalan ile doğrudan görüşmeler yaptığını duyurdu. Bu açıklama, kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Süreç devam ederken, Paris’te üç PKK’lı yöneticinin öldürülmesi, Öcalan’ın konuşmalarının basına sızdırılması ve AK Parti’nin Ankara ofisine yönelik bombalı saldırı gibi olaylar, çözüm sürecini sabote etmeye yönelik girişimler olarak değerlendirildi. Ancak bu eylemler kınandı ve sürecin kararlılıkla sürdürüleceği açıklandı.
Nihayet, 21 Mart 2013’te, hükümet ile Abdullah Öcalan arasındaki görüşmelerin ardından, Öcalan’ın tarihi mektubu Diyarbakır’daki Nevruz etkinliklerinde hem Türkçe hem de Kürtçe olarak okundu. Mektupta, PKK’nın silahlı güçlerinin Türkiye topraklarından çekileceği ve silahlı mücadeleye son verildiği bildirildi. PKK da Öcalan’ın bu emirlerine uyacağını ve Türkiye topraklarından çekileceğini duyurdu. Erdoğan, bu mektubu olumlu karşılayarak, PKK’nın çekilmesiyle daha somut adımların atılacağını belirtti.
25 Nisan 2013’te PKK, tüm silahlı güçlerini Türkiye topraklarından Kuzey Irak’a çekeceğini resmen ilan etti. Hükümete, Kürtlere ve basının büyük bir kısmına göre bu hareket, otuz yıllık çatışmaların sonunu getiren önemli bir adım oldu. Çekilmeyle birlikte ikinci aşama olan anayasal değişikliklere ilişkin çalışmaların da başladığı bildirildi.
Akil İnsanlar Heyeti

Hükümetin çözüm sürecini kamuoyuna taşıma ve toplumsal desteği artırma hedefiyle attığı en dikkat çekici adımlardan biri, 4 Nisan 2013’te yedi bölge komisyonundan oluşan Akil İnsanlar Heyeti’nin açıklanması oldu. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç tarafından duyurulan bu oluşum, haftalar öncesinden entelektüel ve toplumun önde gelen isimlerinden oluşan bir komisyon kurulacağı beklentisini yaratmıştı.
Heyetin temel görevi; yüksek toplumsal destek, huzur ortamının yaratılması,sorunun kapsamının halka gösterilmesi ve anayasa taleplerine cevap oluşturmak idi.
Kobani Krizi

2014 Eylül-Ekim aylarında IŞİD’in Suriye’nin kuzeyindeki Kobani (Ayn el-Arab) şehrine saldırması, çözüm sürecinin en ciddi kırılma noktalarından biri oldu. Kürt halkı, Türkiye devletinden Kobani’ye insani ve lojistik destek bekliyordu. Ancak Türkiye, YPG’yi PKK’nın uzantısı olarak gördüğü için sınırdan geçişleri ve desteği engelledi. Bu dönemde HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Kobani düşerse çözüm süreci de düşer” uyarısında bulundu. HDP tabanı ve Kürt gençliği sokağa çıktı. 6-8 Ekim 2014 tarihlerinde yaşanan Kobani olaylarında 50’den fazla kişi hayatını kaybetti. Hükümet, HDP’yi halkı sokağa dökmekle suçladı. HDP ise devleti Kobani karşısındaki pasifliği nedeniyle eleştirdi. Bu olaylar, taraflar arasındaki güveni büyük ölçüde zedeledi. Devlet süreci sabote edenin HDP olduğunu iddia ederken, Kürt hareketi ise süreci samimiyetle yürütmeyen tarafın Ankara olduğunu savundu. 28 Şubat 2015’te hükümet temsilcileri ile HDP heyeti, İstanbul Dolmabahçe’de ortak bir açıklamayla “Dolmabahçe Mutabakatı”nı ilan etti. Öcalan tarafından gönderilen ve çözüm sürecinin final aşamasını oluşturan 10 maddelik metin okundu. Bu, sürecin somut bir zemine oturduğuna dair kamuoyuna verilmiş en açık mesajdı. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç gün sonra, “Ben Dolmabahçe mutabakatına olumlu bakmıyorum. Böyle bir şeyi doğru bulmuyorum,” diyerek bu zemini açıkça reddetti. Bu açıklama, hükümet içerisinde sürece dair ciddi bir fikir ayrılığı olduğunu ortaya koydu ve güven krizini derinleştirdi.
YPG’nin Kuruluşu
Halk Savunma Birlikleri (YPG), 2011 yılında patlak veren Suriye İç Savaşı’nın ardından, başta Kürt nüfusun yoğunlukta yaşadığı kuzey bölgeleri olmak üzere, Suriye’nin kuzeyinde güvenliği sağlamak ve Kürt halkının haklarını korumak amacıyla fiilen sahaya inmiş silahlı bir örgüt olarak ortaya çıktı. YPG’nin temelleri ise doğrudan Suriye Demokratik Birlik Partisi’ne (PYD) dayanır. 20 Eylül 2003’te kurulan PYD, ideolojik olarak PKK lideri Abdullah Öcalan’ın “demokratik toplum” ve “demokratik uygarlık” fikirlerini benimseyen bir yapıydı. Parti tüzüğünde açıkça Öcalan’ın fikirlerinden gurur duyulduğu ve onun özgürlüğü için mücadele etmenin ahlaki bir görev olduğu belirtiliyordu. Bu durum PYD ile PKK arasındaki organik bağlara işaret eden en belirgin göstergelerden biridir.

PYD’nin askeri gücü konumundaki YPG, ilk kez Suriye rejimi ile Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) arasındaki çatışmaların Kürt bölgelerine yaklaşmasıyla birlikte sahada görünür hale geldi. Suriye ordusunun kuzeydeki bazı şehirlerden çekilmesi üzerine, oluşan otorite boşluğunu PYD’ye bağlı yerel güçler ve YPG hızla doldurdu. Temmuz 2012’de rejime ait birçok kamu binası YPG tarafından ele geçirildi. Bu dönemde YPG’nin resmî açıklamalarında temel hedef Kürt bölgelerini iç savaşın yıkıcı etkilerinden korumak ve dış müdahaleleri engellemek olarak ilan edildi. Ancak bu askeri yapılanmanın yalnızca savunmaya dayalı pasif bir milis kuvveti değil aynı zamanda politik bir programla bağlantılı ve Apocu ideolojik temelleri olan bir yapı olduğu da kısa sürede anlaşıldı.
11 Haziran 2012’de ise Suriye Kürtleri açısından önemli bir gelişme yaşandı. PYD’nin öncülüğünü yaptığı Batı Kürdistan Halk Konseyi ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bağlı Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) etkisindeki KUK (Kürt Ulusal Konseyi), Erbil’de imzalanan anlaşmayla Kürt Yüksek Komitesi’ni kurdular. Bu komite, hem siyasi hem de askeri koordinasyonun sağlanmasını amaçlıyordu. Bu iş birliğinin bir uzantısı olarak, 1 Temmuz 2012’de bir ek protokol imzalandı ve Kürt bölgelerinde halkı korumak amacıyla “halk savunma birlikleri” kurulması kararlaştırıldı. YPG, bu birliklerin temelini oluşturdu.
Her ne kadar YPG Kürt Yüksek Komitesi’nin askeri kanadı olarak tanımlansa da kısa sürede PYD’nin silahlı gücü haline geldiği yorumları kamuoyunda ve uluslararası çevrelerde sıkça dile getirildi. Bu konu PYD ve KCK arasındaki ilişkilerde zaman zaman gerilime de neden oldu. PYD; YPG’nin halk tabanlı, gönüllülük esasına dayanan özerk bir savunma gücü olduğunu vurgularken muhalifler ise onun PYD’nin ideolojik ve örgütsel kontrolünde bir paramiliter yapı olduğunu savundu.
YPG’nin yükselişi, bölgedeki güç dengelerini de etkiledi. Özellikle 2014 sonrası dönemde IŞİD’e karşı ABD öncülüğündeki koalisyonla kurduğu fiili iş birliği, YPG’nin uluslararası görünürlüğünü artırdı. Ancak bu durum aynı zamanda Türkiye başta olmak üzere bazı bölge ülkeleriyle ciddi gerilimlere yol açtı; çünkü YPG’nin PKK ile olan ideolojik ve kadrosal bağları Türkiye tarafından açık bir güvenlik tehdidi olarak görülüyordu ve Türkiye olası bir terör koridoruna izin vermeyeceğine dair defalarca açıklamalar yaptı.
“Seni Başkan Yaptırmayacağız” Çıkışı

Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı makamına geçmesinin ardından başkanlık sistemi talepleri açıkça dillendirilmeye başlandı. 2015’te yapılacak olan genel seçimlerde AKP’nin hedefi, anayasayı değiştirecek çoğunluğu elde etmekti. Bu süreçte HDP’nin rolü belirleyici hâle geldi. HDP, bu yeni rejim projesine net biçimde karşı çıktı. Selahattin Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışı, sadece Erdoğan’ın şahsına değil, onun temsil ettiği otoriter sistem tahayyülüne karşı keskin bir meydan okumaydı. Bu söylem, HDP’ye Kürt seçmen dışında Erdoğan karşıtı seküler, sol ve genç kesimlerden de destek getirdi. Aynı zamanda çözüm sürecini savunmakla birlikte, hükümetin samimiyetine dair şüpheleri yüksek sesle dile getirmeye başlayan bir muhalefet profili de şekillendi.
Sürecin Çöküşü
7 Haziran 2015 seçimlerinde Halkların Demokratik Partisi (HDP) %13 civarında oy alarak barajı aşmış ve Meclis’te 80 milletvekiliyle temsil edilmeye başlamıştı. Bu sonuçla birlikte Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tek başına iktidar olamadı ve siyasette dengeler değişti. Ancak seçim sonrasında çözüm sürecine dair gelişmeler giderek daha karmaşık ve gergin bir hal aldı.
7 Haziran 2015 seçimlerinde tek başına iktidarını kaybeden AKP, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ülkeyi yeniden seçime götürme kararının ardından dönemin başbakanı ve AKP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu önderliğinde 28 Ağustos 2015’te bir seçim hükümeti kurmuştu, ancak CHP ile MHP bakanlık vermemiş ve bu hükümet bir nevi AKP-HDP koalisyon hükümeti olmuştu. O dönem MHP”den sadece Tuğrul Türkeş seçim hükümetine katılmayı kabul etmiş ve sonrasında 5 Eylül 2015”te partisinden ihraç edilmişti.
Resmi adıyla 63. Türkiye Hükümeti’nde HDP’den iki bakan yer almıştı. Ali Haydar Konca, Avrupa Birliği Bakanı olurken Müslüm Doğan’a da Kalkınma Bakanlığı teslim edilmişti. Söz konusu hükümet, ülkeyi 1 Kasım seçimlerine götürmüştü.

12 Haziran 2015 tarihinde HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla PKK’nın silah bırakabileceği yönünde açıklamalarda bulunmuştu. Ancak aynı günlerde KCK (Kürdistan Topluluklar Birliği) tarafından yapılan açıklamada, PKK’nın Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi bırakma iradesinin tamamen hareketin kendi yetkisinde olduğu ve böyle bir çağrıyı HDP veya Öcalan adına yapmanın mümkün olmadığı vurgulandı. KCK, HDP’nin PKK’nın yasal partisi olmadığını ve Öcalan’ın içinde bulunduğu koşullarda böyle bir çağrı yapmasının gerçekçi olmadığını belirtti. Bu açıklama, çözüm sürecinin siyaseten ne kadar kırılgan olduğunu göstermekteydi.

Çözüm sürecinin fiilen sona erdiğini gösteren en net adım ise 11 Temmuz 2015 tarihinde KCK’nın ateşkesi sonlandırdığını açıklaması oldu. KCK, baraj sorunları nedeniyle özgürlük hareketinin istismar edildiğini ve bundan sonra ateşkese bağlı kalınmayacağını belirtti. Ateşkesin sonlanmasıyla birlikte çatışmaların yeniden başlamasının önünde engel kalmamış oldu.
Bu dönemde KCK Eş Başkanı Bese Hozat tarafından yapılan “Devrimci Halk Savaşıdır” çağrısı, sürecin tamamen çatışmalı döneme girdiğinin işaretiydi. 20 Temmuz’da Suruç’ta gerçekleşen canlı bomba saldırısı, bölgedeki gerilimin artmasına zemin hazırladı. Aynı günlerde PKK’ya bağlı güçler askeri ve polis hedeflerine yönelik saldırılar gerçekleştirmeye başladı; bu da çatışmaların yoğunlaştığını gösterdi.
22 Temmuz’da Ceylanpınar’da iki polis memurunun öldürülmesi ise çözüm sürecinin tamamen çöktüğüne dair önemli bir işaret olarak kabul edildi. PKK’nın üstlenmediği ancak PKK bağlantılı bazı unsurların sorumlu tutulduğu bu eylem sonrası, güvenlik güçleri PKK’ya karşı kapsamlı operasyonlara başladı. Temmuz ve Ağustos aylarında Türkiye’nin güneydoğusundaki illerde polis ve asker hedefli saldırılar hız kazandı. Bu dönemde güvenlik güçleri de PKK ve bağlantılı gruplara karşı hava ve kara operasyonları düzenledi.

Eylül ayına gelindiğinde ise özellikle Hakkâri, Şırnak, Mardin, Diyarbakır gibi illerde artan çatışmalar ve sokağa çıkma yasakları gündeme geldi. Polis ve askerlere yönelik bombalı saldırılar, roketatarlı saldırılar ve pusu eylemleri yoğunlaştı. 7-8 Eylül günlerinde PKK’nın düzenlediği saldırılar sonucunda onlarca güvenlik görevlisi yaşamını yitirdi. Bu süreçte HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş hakkında da soruşturma başlatıldı. Aynı zamanda Cizre’de süren sokağa çıkma yasağının ardından bölgede yaşanan sivil kayıplar tartışma konusu oldu. Böylelikle Çözüm Süreci sona ermiş oldu.
Kaynakça
“Akıllara 2015 Yılı Geldi! İşte AKP’nin Atadığı HDP’li Bakanlar.” Yeniçağ, Temmuz 25, 2024.
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/akillara-2015-yili-geldi-iste-akpnin-atadigi-hdpli-bakanlar-576303h.htm.
BBC Türkçe. 2009. “Economist’in Türkiye Raporu.” 27 Ağustos 2009. https://www.bbc.com/turkce/haberler/2009/08/090827_economist.
BBC Türkçe. 2015. “Suruç Saldırısı: IŞİD’in Canlı Bombası 32 Kişiyi Öldürdü.” 20 Temmuz 2015. https://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/07/150720_suruc_saldiri.
BBC Türkçe. 2025. “Yeni Bir Başlangıca İhtiyaç Var.” NTV. https://www.ntv.com.tr/amp/turkiye/yeni-bir-baslangica-ihtiyac-var,fFWR29zGcEm5B2ha6EcDOA.
Coşkun, Veli. 2014. “Çözüm Süreci: Dün, Bugün, Yarın.” Liberal Düşünce Dergisi 75: 7-18. https://anlatilaninotesi.com.tr/20150122/1013580466.html.
Köse, Tolga. 2017. “Çözüm Sürecinin Yükseliş ve Düşüşü.” Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi 4, no. 1: 13–40. https://doi.org/10.26513/tocd.315152.
Resmî Gazete. 2014. “Çözüm Sürecine İlişkin Düzenlemeler.” 16 Temmuz 2014. https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/07/20140716-1.html.
Radikal. 2015. Radikal Gazetesi. https://www.radikal.com.tr/.
Sendika.org. 2015. “Yeni Süreç: Devrimci Halk Savaşı Sürecidir — Bese Hozat.” 21 Temmuz 2015. https://sendika.org/2015/07/yeni-surec-devrimci-halk-savasi-surecidir-bese-hozat-ozgur-gundem-278104.
Şahin, Yılmaz, ve İhsan İrdem. 2017. “PYD-YPG: Suriye’deki PKK.” Güvenlik Çalışmaları Dergisi 19 (1): 21–45.






