Bu yaz Muğla Milas’ın incisi Kıyıkışlacık sokaklarında gezerken fotoğraf çekmekten kendimi alıkoyamadığım bir manzarayla karşılaştım. Tarihi Iasos Antik Kenti’nin hemen yanı başındaki bu Ege köyü, kendine has bir sanat devrimini yaşıyor gibiydi. Gördüklerimi yalnızca “duvar resmi“ diye adlandırmak haksızlık olur, orada yaşayan insanların ruhunu, duygularını ve hayata bakışını hissedebiliyordum. Bir anne kuğu ile yavrularının huzur dolu gölet sahnesi, mor ve pembe tonların uyumuyla bezenmiş çiçek motifleri, cesur renklerle çizilmiş Picasso tarzında modern portreleri izlerken şunu düşündüm: Sanat, atölyelerin steril ortamından çıkıp sokakla, güneşle ve tozla buluşmayı neden bu kadar ertelemiş? Böylece sadece bir hobi olmaktan çıkmış ve bambaşka bir güce dönüşmüş.

Aslında sokak resimleri yalnızca gözümüze hitap etmez, aynı zamanda sosyal yaşamı besleyen insanları birbirine yakınlaştıran psikolojik bir destektir. Betonun soğuk yüzeyine atılan ilk fırça darbesi bile, sanatçıya nefes alması için ideal alanı yaratır. Yaratma süreci onu zihnin gürültüsünden uzaklaştırır, âdeta bir sığınaktır. Yaratma süreci boyunca insan hem kendine hem çevresine yaklaşır. Ona çay ikram eden esnafla tanışır, sokakta oynayan çocuklara selam verir. Bu merhabalaşmalar ya da samimiyet göstergesi ikramlar, tanıdıkları arkadaş seviyesine çıkartır. Bu yüzden bu çizimler sadece “vakit geçirme” değil, tamamen hayata kısa bir mola vermesi ve enerjinin yenilenmesi gibidir.
Bu muralların en güzel yanı, köy halkının onlara sahip çıkmasıdır. Sanatın yalnızca sanatçıya değil de tüm topluma ait olması gerektiğini daha net bir şekilde gördüm. Bir zamanlar kimsenin dikkat etmediği o çirkin duvar, şimdi insanların fotoğraf çekilmek için durduğu, çocukların önünde oyun oynadığı, turistlerin hayranlıkla incelediği bir sanat durağına dönüşmüştür. Üstelik bu dönüşüm yalnızca duvarın değildir, aynı dönüşüm insanlarda da görülebilir. Bahsettiğim gibi, yeni tanışıklılar insanın benliğini de değiştirir. Böylece duvar artık sadece bir duvar değildir, ziyaretçiyi köye bağlayan ve sokaklarda dolaşan herkesin ilgisini çeken bir köprü haline gelmiştir.
Sokaklardaki bu serginin beni en çok şaşırtan özelliği, resimlerin çeşitliliğiydi. Bir yandan modern portreler, diğer yanda geleneksel çiçek motifler ve başka bir tarafta da doğa sahneleri… Bu farklılıklar köyün kültürel kimliğini anlamak için kelimelere bağlı kalmamanızı sağlıyor. Kıyıkışlacık, hem köklerine bağlı hem de yeniliğe açık olduğunu ispat ediyor. Bir duvarda gördüğünüz detay, diğer duvarda sizi bambaşka bir dünyaya taşıyor. Bana göre bu, bir köyün kendini ifade etmek için seçebileceği en anlamlı ve güçlü yönü.

Tüm bu eserlerin arkasında ortak bir mesaj var: Tek bir fırça darbesinin bile tahmin edilemeyecek bir gücü var. Bir duvar boyamak, bir sokağa renk katmak… Bunlar küçük gibi görünen ama etkisi yıllarca sürebilecek kadar büyük. Bu tür dokunuşlar sadece estetik bir dokunuştan ziyade insanların bakışını tazeleyen, günlük yaşamın sıradanlığını kıran ve bir beldenin enerjisini tamamen tazeleyen değişimlerdir. Gördüğüm bu murallar hobilerin kişisel uğraştan çok yaşadığımız çevreyi nasıl betimleyebileceklerini gösteriyor.
Sokaklarda yürüyüp farklı çizimleri incelerken fark ettim, bu dönüşüm sadece turizmi canlandırmıyor. Aynı zamanda köyde yaşayanların kendi yaşam alanlarına duyduğu bağı güçlendiriyor. İnsanlar duvarların yanından geçerken tek amaçları istedikleri yere gitmekten çıkıyor, aksine hayranlıkla bakıyorlar. Bir beldenin kimliğini anlatmak istesek aklımıza gelen ilk şeyler konum, mutfak ve diğer somut detaylarından çıkıp ruhu besleyen sokak resimlerine dönüşüyor. Kıyıkışlacık’ın kimliği de işte bu renklere, bu çizgilere ve bu cesur ifadelere sinmiş durumda. Sokakta yürürken bir portre ya da doğa sahnesiyle karşılaştığınızda dikkatiniz küçük problemlerden uzaklaşıyor ve anda kalmaya başlıyorsunuz. Renkler, çizgiler ve motifler birer hatırlatıcı gibi hayatın küçük ama değerli anlarını size işaret ediyor. Her mural bulunduğu mahalle arasına bir enerji katıyor, sohbetleri ve gülüşleri çoğaltıyor ve sosyal dokuyu onarıyor.
Sanatçının kendi ifadesi olmasının ötesinde, köyün kolektif bilincine dokunuyor bu murallar. Çocuklar resimlerin önünde oyunlar oynarken yetişkinler sohbet ediyor, köy halkı duvarlara bakarken geçmişini, köklerini ve geleceğe dair umutlarını yeniden hatırlıyor. Her fırça darbesi, bir köyün enerjisini ve kültürel mirasını tazeleyen sessiz ama etkili bir manifesto gibi.

Bizlere düşen şey çok basit: amatör ya da profesyonel fark etmeksizin tüm sanatçıları alkışlamak, çabalarını takdir etmek. Böylece daha fazla duvar hikayeler ve hayallerle süslenebilir. Kıyıkışlacık’ın bu örnek duruşunu Türkiye’deki diğer köy ve kasabalara ilham vermesini umuyorum. Sanat, doğru yere dokunduğunda sadece tuvali değiştirmez. Bir toplumun ruhunu da değiştirir. Kıyıkışlacık bunu başarmış, umarım sıra diğerlerindedir.
Sanat, bazen sessiz ama derin etkileri olan bir devrimdir. Kıyıkışlacık’ta gördüğüm gibi, doğru dokunuşlarla bir köyün ruhunu tazelemek, insanların yaşam alanlarını daha anlamlı kılmak mümkün. Her fırça darbesi, küçük bir eylem gibi görünse de uzun vadede büyük bir dönüşüm yaratıyor. Bu yüzden sokak resimleri sadece estetik bir haz değil, aynı zamanda toplumun kendine dair farkındalığını güçlendiren bir araçtır.





