Bir Çeşit Hastalık: Football Manager

Football Manager… Bazıları için sadece bir oyun, bazıları için hayatın stresinden daha stresli bir süreç, birçokları için ise hayatın ta kendisi. Yaşı belirli bir yaşı geçmiş insanlar için Cm 01-02 ile başlayan serüven, serinin mirasçısı Fm ile devam ediyor. Bu yazımda bu oyunun bende bıraktığı izleri, neden bu kadar bağlandığımızı ve neden bu kadar iyi bir oyun olduğunu yazacağım.

               Cm serisinin en meşhur dönemlerine maalesef yaşım yetmiyor. Sonrasında neden bu kadar sevildiğini anlamak için baktığımda da Türkiye Ligi’nin korkunç yabancı kuralı, ilkel oyun mekanikleri ve bugünle karşılaştırdığımızda “arcade” sayılacak haliyle hiç de eğlenceli gelmedi. Benim bu seriye girişim, fanatik Galatasaraylı olduğum çocukluk dönemlerimde, o dönemler Bilkent Üniversitesinde öğrenci olan kuzenimi ziyarete gittiğimde gerçekleşti. Odasında birtakım yazılara bakıyor, boncukların etrafa koşuşturmasını izliyordu. Bir süre oturup seyrettiğimde, Galatasaray’ı yönettiğini, istediği oyuncuları alıp, istediklerini gönderdiğin bir oyunun olduğunu keşfeden 7 yaşında bir çocuk heyecanımla babama gidip, bana da bu oyundan alın diye saatlerce baskı yaptığımı hatırlıyorum. Bilgisayarımda o zamanlar yüklü olan ve sadece Galatasaray’ı seçmeyi bildiğim Fifa2002’den sonra bu oyun, benim için hayalini kurduğum her şeyi vadediyordu. Babamın kuzenime nereden aldığını sormasıyla bir teknoloji mağazasına gidip, heyecanla üstünde Football Manager 2010 kutuyu almaya yeltenirken, görevli abinin, “Bunu oynayamıyorsun sadece izleyebiliyorsun, sana PES 2010  vereyim” diye beni ikna çabalarına karşın FM’yi alıp, babama kurulumunu yaptırıp oynamaya başlamıştım.

               Tabii 7 yaşındaki bir çocuk için Fm oynanabilir bir oyun değildi. Ben de beklendiği üzere beceremedim, basit seviyeye bile ulaşmayan İngilizce bilgimle ekrana boş boş bakıp, boşluk tuşuna basıp maçlara geçmeye çalışıyordum. Birkaç gün hevesimi aldıktan sonra, oyunun çok sıkıcı olduğunu söyleyerek aldığımız yere geri götürdük. Görevli abi bana başta da önerildiği gibi PES2010 oyununu verdi. Yaklaşık 3-4 sene Pes’in Analig kısmında vakit geçirdikten sonra, Türkçe dil desteği gelmiş olan Fm13 ile seriye geri dönmeye hazırdım. Yine ailemle gittiğimiz teknoloji mağazasından oyunu aldım, eve döndüm ve gelişen bilgisayar yeteneklerimle oyunu kurdum. Artık boncukların değil, kanlı canlı adamların koştuğu oyun, yeni bağımlılığım oldu. Sabah erkenden kalkıyor, okula gidene kadar bir yandan NTVSpor’da Spor Servisi programını dinliyor, bir yandan da Galatasaray ile başarıdan başarıya koşuyordum. Annemden yine geç kaldığımın azarını yiyerek okula yetişiyor, döner dönmez Fm oynamaya devam ediyordum. Yıllar geçtikçe her yeni oyunu satın almaya başladım.

               Bu şekilde başlayan bağımlılığım, internette bu oyunun benim gibi hastası olan insanlarla ortak gruplara girmemle devam etti. Bütün gün internette insanların taktiklerine bakıyor, oyunu keşfediyordum. Lise yıllarımda yaklaşık 15 kişilik bir online lig kurduk, her hafta cumartesi akşamı İtalya ligini altını üstüne getiriyor, maçlardan sonra Whatsapp grubumuza basın toplantısı düzenleyip gelen soruları cevaplandırıyorduk. Sınav senesi ve üniversiteyle dağılana kadar her cumartesi akşamı bilgisayar başına geçip, gerçekliklerimizden uzaklaşıp, pazartesi itibariyle de ligin kritiğini yapıyorduk. Gerçekten hayatımızın her alanı bu oyuna dönüşmüştü.

               Football Manager sayesinde futbol izleme yeteneğim de arttı. Artık maçları izlerken stoperlerin konumu, beklerin hücuma katılış şekli, derine gelen santraforlar, ayaklarını iyi kullanan kaleciler… Her birine dikkat ediyor, oyunu daha da bir sevmeye başlıyordum. Üniversite yıllarımda (yani şu an) yeni bir takıma gitmeden önce kız arkadaşımı arayıp, x şehirde yaşamak ister misin? Şu kadar maaş veriyorlar gibi saçma sorularla onu sıktıktan sonra, “sarı siteden” beraber o şehirde ev seçiyoruz.

               Benim Fm Hastalığım, büyük ihtimal hayatımın sonuna kadar sürecek. Çünkü hepimiz, o meşin yuvarlağı ilk kez tekmelediğimizde, televizyonda binlerce kişiye oynayan oyuncuları gördüğümüzde, o sahanın içinde olmayı hayal ettik. Birçoğumuz başaramadı, ben de başaramadım. Ama Fm, en azından teknik direktör koltuğunda oturma hissini bize veriyor. Hayalini kurduğumuz yere en yakın noktada bulunma simülasyonu aslında bu oyun. Evine Premier Lig arka planı yaptırıp basın toplantısı düzenleyenler, saatlerce birtakım rasgele adam isimleri ve sayılara bakıp eğlenceli vakit geçirenler, önemli maçlarda takım elbiseyle bilgisayar karşısına geçenler beni çok iyi anlayacaktır bu yazıda. Ne kadar spor ne kadar sanal bilemiyorum ama, bu oyun beni futbola aşık eden oyun, belki de futbola olan aşkım, beni Fm serisine aşık eden şey, bilemiyorum. Bilmek de istemiyorum açıkçası, sanal dünyamda, küme takımlarıyla şampiyonlar ligini alma hedefleriyle çıkılan yolculuklarda kaybolmayı seviyorum ben. Çünkü o gerçekleşmesi “gerçek” hayatta imkansız olan umut, o sanal alemde zor da olsa gerçekleşebiliyor ya, işte onu seviyorum.

Görseller IGN.com’dan alınmıştır*

Leave a Reply