Yıl 2000, şahsen benim doğum yılım ve ayrıca yeni bir milenyumun başlangıcı. Her alanda olduğu gibi, sinema dünyasında da geçtiğimiz yüzyılda atılan çeşitli adımlar çığır etkisi yaratmış ve daha nice yenilikler dört gözle bekleniyor. Disney’den ayrılan yapımcıların oluşturmuş olduğu DreamWorks Animation daha şimdiki markasını oluşturmamış küçük bir stüdyo. O dönemde kurucularının baş harfleriyle bezeli, DreamWoks SKG olarak anılıyor ve en büyük rakipleri, tahmin edilebilecek şekilde Disney Studios. Her ne kadar hem filmleri hem de animasyonlarıyla sektörde dur durak bilmeden yarışıyor olsalar da DreamWorks’ün, Disney’in baskın varlığına ve hızına yetişemez halde olduğu genel seyirci kitlesi ve sektörün bilirkişilerince tanınmakta. Ancak, başlıca atılması gereken adım bir türlü atılamıyor. DreamWorks’ün kendi stilini ve estetik yönelimini belirleyip, bundan yola çıkarak özgün bir marka yaratması ve böylece ses getirmesi tek çare olarak görülüyor ve böylece “El Dorado Yolu (The Road to El Dorado)” doğuyor. Komiktir ki filmin ismi de içeriği de iki dostun farklı ülkelere seyahat ettiği 1940’ların absürt komedi klasiği “Road To …” serisinden esinlenilmiş ama bu seriye eklenenler 2000 yapımı animasyonu ilham kaynağından yükseklere taşımaya yetmiş.
Filmin ilk sahnesinden, beklentileri tepetaklak edeceği anlaşılıyor çünkü yüksek tempo müzik eşliğinde El Dorado’nun rengarenk tanıtımından oluşan açılışın hemen ardından ilk karakterimizle tanışıyoruz. Ancak alışılmışın aksine bu ana karakterlerden biri değil, kötü karakter. Hatta o kadar kötü bir karakter ki, filmi aşıyor. Hernan Cortes, kötü karakterimiz, tarihte de Aztek soykırımı başta olmak üzere onlarca korkunç katliamın ve sömürgeci politikaların sorumlusu. Bu ilk sahnede görüyoruz ki DreamWorks en baştan Disney’in hepimize dayattığı hikaye akışını reddediyor ve Hernan Cortes’in sahnesi bittiğinde ancak kumarbaz, sahtekar ana karakterlerimizle tanışabiliyoruz. Tulio ve Miguel.
Ahlaki değerlerden kilometrelerce uzak ama (nasıl olduğu bilinmez) bir şekilde şansları sürekli yaver giden ikilinin arasındaki dinamik, izleyebileceğiniz en canlı, en yakın olanlardan diyebilirim. Birbirinden bu denli uzak ama kalpleri yakın bu dolandırıcı partnerleri izlemek insana günümüz ilişkilerini sorgulatıyor doğrusu. Eklemem gerekir ki animasyon tarihindeki en iyi iki yardımcı karakterleri belirtmeden geçemeyeceğim: İlki Altivo, Hernan Cortes’in atı, ve Tulio ve Miguel’in El Dorado’daki başlıca yoldaşı. Bir at, ancak bu denli duygusal derinliğe sahip ve komik olabilirdi. Ayrıca kayda geçmesin ama Altivo bariz bir şekilde Disney’in 2010 yapımı Karmakarışık (Tangled) filmindeki Maximus’un karakter dizaynına büyük ilham kaynağı olmuş bana sorarsanız.
Ve Chel… Modern medyanın kadını objeleştirmesini kendi lehine kullanan ve Tulio ve Miguel’e taş çıkartacak derecede usta bir dolandırıcı olan Chel, sadece ana karakter partnerlerimizi değil, güzelliği ve cilveli tavrıyla izleyen bizleri de başta saf ve naif olduğuna kandırmayı başarıyor. Gerçekten bütünüyle üzerine diğer karakterler kadar düşünülmüş ve imajının kurulması için detaylara özem gösterilmiş olduğu açık. Chel’in herkesi parmağında oynatışı, duygusal derinliğin bile senelerdir kadın karakterlere (hele ki etnik kökeni normalde işlenenin aksi olan kadın karakterlere bkz. Disney’in Jasmine, Esmeralda ve Pocahontas’a yaklaşımı) çok görüldüğü bu sektörde, rahat bir nefes gibi geliyor insana.
Evet, aynı dönemde Disney’in yaptığı farklı kültürleri ele alan animasyonlar ciddi anlamda tepki topladı. Hem kültürlerin çarpıtılarak yansıtılışı hem de Jasmine veya Esmeralda gibi kültürleriyle bütünleşmiş kadınların diğer Disney prenseslerinden katbekat daha cinsel bir ışıkta ele alınmış olması eleştirileri de beraberinde getirdi. Ancak, El Dorado Yolu‘na da bir kültürün veya tarihi gerçekliklerin doğru bir yansıması demek doğru olmaz; ancak genel çerçeveye bakıldığında DreamWorks’ün zaten böylesine bir misyonu hiç olmadı. Kanımca, tarihte söz konusu altyapıda yaşanmış korkunç olayların komedi ışığında su yüzüne çıkarılıyor olmasının olumsuzdan ziyade olumlu bir yöntem olduğu da savunulabilir. Ki şunu da eklemeliyim, DreamWorks’ün filme yönelik asıl planları fazla yetişkinlere yönelik bulunduğu için içeriği birçok noktada düzeltmek ve eksiltmek durumunda kalışından önce; orijinal yapımcı ekip, Aztek harabelerini gezecek ve film müziği için yöresel enstrümanları inceleyecek kadar kültüre saygıda kusur etmemeye çalışmış bir ekip. Hatta bu ziyan olan detaylara o kadar çok bütçe yatırılmış ki, stüdyonun kâr edemediği ilk yapım olmayı da başarmış.
El Dorado Yolu, kendine münhasır animasyon şekliyle, DreamWorks’ün en önemli buluşlarından birini genel seyirciye sunma fırsatı bulduğu yapımı ayrıca. Daha sonrasında Shrek, Madagaskar ve nice efsanevi animasyon filmlerinde kullanılacak olan, daha Disney’in bile zamanında hakim olmadığı çeşitli programlama şekilleri, iki boyutlu medyanın üç boyutluya evrilmesinde çığır açan nitelikte. İnsan yeniden bu emek emek kurulmuş senaryoyu, aylarca üzerinde uğraşılmış pikselleri izlediğinde diyor ki “Keşke daha fazla kişi bunu tanıyıp görebilseydi…”
Çünkü El Dorado Yolu DreamWorks’ün ta kendisi. Stüdyonun esansını ve benliğini oluşturuyor. Bu filmin varlığı demek, küçük bir animasyon stüdyosunun bir sektör devine başkaldırması ve kendini elindeki en güçlü silahıyla, sanatıyla, kuşatması demek. Her ne kadar milyon dolarlık serileri aklımıza ilk gelenler olsa da ben ne kadar büyürsem büyüyeyim, DreamWorks dendiğinde aklıma her zaman ilk El Dorado Yolu gelecek. Çünkü tıpkı Tulio ve Miguel gibi, DreamWorks ve animasyon tarihi gibi, bu film ve benim çocukluğumda mükemmel bir ikili. Yalnızca hayatın gerçekliğini yansıtmakla kalmayıp, insanın faniliğini, hata yapabilirliğini de gözler önüne sermekten korkmayan sayılı yapımlardan biri. Ve gerçekten yorgun, stresli ve yarının getirdiklerinden ödü kopan 21 yaşında biri olmak yerine; iki saatliğine eski bir dostun sesini duymak gibi gelen bu filmi izlemek bazen kendime çok görmemem gereken bir şey olsa gerek.