Her insanın yaşamında kalbinin tüm vücudunu sarsacak derecede büyük bir heyecan ve beklentiyle attığı, tarif edilemez zamanlar olmuştur. Bu his, insanın etrafındakilerin bulanıklaşmasına, tabiri caizse tünel görüşüne sahip olmasına neden olur. Bu duygunun zamanı büküşü de en güzel anıların sonunun hep gereğinden hızlı gelmesine sebep olur. Sonsuzluk sandıklarına kapatmak istediğimiz heyecan, başladığı gibi tükenmeye mahkumdur. Böyle duyguları en yoğun şekilde yaşadığım yerler genelde konserlerdir çünkü konserlerdeki uyaran sayısının çok olduğu yerler beni her zaman büyüleyip etkilemiştir. Neredeyse konsersiz geçmiş iki seneden sonra sizinle hayatımın en kalıcı ve en mutlu deneyimlerinden birini, son BTS konserimizi, yeniden ziyaret edelim.
10 Mart 2019 Cuma günü sabah saat 8.55’te Bilkent Merkez Kampüs B Binası laboratuvarlarında üç arkadaşımla dokuz bilgisayar başında zamanın geçmesini beklerken tam olarak bu tanımlanamaz duygunun pençesinde kıvranıyordum ben de. 24 saat öncesine kadar haberimiz bile olmayan, ani turne açıklaması sonucunda bir önceki akşam Karanfil Sokak’taki her telefoncuyla pazarlık yaparak eski elektronik aletlerimizi gerekli parayı yetiştirebilmek için satıp o noktaya gelmiştik. 2018 yılında gittiğimiz BTS’in Paris konserinden sonra hepimiz öyle mutluyduk ki birbirimize bir söz vermiştik. Eğer en sevdiğimiz grup yeniden bir dünya turnesi yaparsa bir yolunu bulup gitmek zorundaydık; ancak tam olarak biletler satışa sunulmadan önceki o son dakikalarda eminim ki hiçbirimiz Stade de France’ın 80 bin kapasitesinden birer bilet koparabileceğimizden emin değildik. Günün sonunda, konserin her iki günü için bilet almayı başarabildik ve böylece uzun süre boyunca tutunacağımız ve hayatımızın en güzel zamanları diyerek anacağımız günlere sahne olacak şehir, Paris’e doğru ilk adımımızı atmış olduk.
Konser sabahı dördümüzün içine sığmayan heyecan, hepimizin başını o kadar döndürmüştü ki nasıl hazırlanıp otelden stadyuma gittiğimizi hatırlamıyorum bile. Bir senedir beklediğimiz gün gelip çatmıştı. Stadyum ve çevresinde seksen bin kişi konser için içeri alınmayı bekliyordu ve hava kapalı olsa bile oradaki herkesten yayılan gün ışığını hissetmemek imkansızdı. İlk konseri olanlardan, gittiği onlarca konserden yalnızca biri olan fanlara kadar herkes, o günün ne kadar özel olduğunun farkındaydı. Sanki onca insanın kalbi aynı ritimde dayanılmaz bir hızda atıyordu ve ben kendimi uzun zamandır ilk defa olmam gereken yerdeymişim, beni olduğum gibi kabul eden insanların arasındaymışım gibi hissediyordum. Aynı müziğe olan ilginin bunca insanı gönülden bağladığını görmek sarsıcı derecede dokunaklıydı.
Beklenenin üzerine konserin her iki gününde de BTS’in her üyesi inanılmaz bir sahne gösterisi ortaya koydu. Grubun fanı olan veya olmayan herkesi hayret içinde bırakacak dans performansları, vokalleri ve oradaki herkese bir çok anlam ifade eden şarkı sözleriyle kalpleri yeniden fethettiler. İlk gece dört arkadaş hepimiz yan yana tribünlerin en önünde oturuyorduk ve böylece sahnede olup bitene pür dikkat odaklanmak yerine, beraber geçirdiğimiz zamanın tadını çıkarmayı tercih ettik. Duygularımı paylaşarak kahkahalar atıp, dans edip etrafımızdaki herkesi kendi eğlencemize ortak ettik. Not Today’de üyelerin enerjik koreografisine “Gözlerindeki korkuyu unut/ Diz çökme!/ Kafeslerdeki cam tavanını kır!” diyerek geri seslenişimizi, Epiphany’de “Bu dünyada ilk sevmem gereken kişi benim/ Güzel ve değerli kendim/ Sonsuza dek yanımda olacak tek kişi…” sözlerine hep bir ağızdan eşlik edişimizi hayatımızın kanaviçesinin en güzel parçaları gibi işledik.
Konserin ikinci gecesinde stadyumun sahne önünde dört kişi yan yana koltuk bulmakta zorlandığımız için ikişer kişilik gruplara bölündük ama bir önceki güne nazaran sahneye çok daha yakındık. Sahnenin ve özel efektlerin devasa boyutlarının karşısında hayrete düşmemek imkansızdı. En genç üye Jungkook’un Euphoria adlı şarkısında stadyumun üzerinde kablo sistemi yardımıyla uçuşu, Jimin’in Serendipity’de kar küresi misali bir baloncuğun içinden bir peri gibi çıkışı izleyen her kişiyi büyüleyecek derecede sihirli sahnelerdi. İnanılmaz koreografiler, piryoteknikler, havai fişekler ve kostümlerle bir konserden çok bir festival gibiydi. Şarkılar arasında verilen aralarda stadyumdaki seksen bin kişi beraber şarkılar söylüyorduk ve tezahüratlarımız Paris sokaklarında yankılanıyordu. Herkesin kalbinin aynı hisle dolup taştığını parmak uçlarınızdaki karıncalanmalarda hissedebilirdiniz. Konserin son şarkısı olan Mikrokosmos çalarken “Her insanın bir hikayesi var,/Her biri birer yıldızdır/ 7 milyar ışık parlıyor/7 milyar dünya dönerken” ve BTS logosu sahnede yükselirken hayatımızın en değerli anlarından biri olan bu iki günün nasıl geçtiğini anlayamadan sonuna gelmiştik. Aylarca içimde sakladığım neşe tohumları tomurcuklanmış ve boynu bükük birer kardelen gibi özlem ve hüzün çiçeklerine dönüşmeyi bekliyorlardı. O anı şimdi anımsarken bile aklımdan geçen tek şey bu: Hiç bitmemesi için nefesimi tutsaymışım keşke.
Son konser bittiğinde ve stadyumun ışıkları geri açıldığında, yanımda oturan arkadaşım Ilgın’la gözlerimizden mutluluk gözyaşları süzülürken yine birbirimize söz vermiştik; bir dahaki sefere ne olursa olsun, turneyi beraber görecektik. Yine o sefer olduğu gibi imkansızı imkanlı kılacaktık. Geçen sene şubat ayında açıklanan yeni turneye bilet alırken de böyle düşünüyorduk, ancak ne yazık ki tıpkı dünyanın geri kalanı gibi, hayallerimizi ve geleceğe dair beklentilerimizi bir süreliğine rafa kaldırmak zorunda kaldık. Günümüz koşullarında bilindiği üzere tüm konserler iptal edildi.
Yine de normalliğe yavaş da olsa geri döndüğümüz bu günlerde, benim Bir dahaki sefer olacağına karşı inancım biraz olsun sönmedi çünkü havai fişekler eşliğinde mutluluk çığlıkları attığım ve arkadaşlarımla göz yaşları paylaştığım o şarkılar, bana ne olursa olsun umutlarıma tutunarak zor zamanları atlatabileceğimi söylüyordu. Bu yüzden, o güne kadar bu anıyı değerli bir mücevher gibi kalbimin en özel köşesinde saklamaya devam edeceğim.