Bir kadın gece on ikide sokakta yürüyor. Yalnız ve tedirgin. Kulağı gecenin sessizliğinde, en ufak çıtırtıda tüyleri ürperiyor, göz bebekleri adrenaline kocaman oluyor. O korkuyu yaşayan kadın benim annem, kız kardeşim, sevgilim, arkadaşım, sevdiğim. O korkuyu yaşayan kadın korktuğu sürece bu kokuşmuş toplumu düzeltemeyeceğimiz kadın, benim yoldaşım. Beni ben yapan kadınlar, benim en kıymetlilerim.
Yazının sonunda ucuz bir demagoji olarak değerlendirebileceğiniz bu satırları lütfen hissedin; çünkü bir erkek olarak kadınlara tavsiye vereceğim. Belki mansplaining, belki “Bu korkunun kaynağı zaten senin cinsin, kalkıp bir de ne hissedip hissetmem gerektiğini söylüyorsun!” diyeceksiniz. Lütfen demeyin, bizim için yazıyorum.
ERİŞİLEBİLİRLİK KISAYOLU (AVAILABILITY HEURISTIC)
Erişilebilirlik kısayolu, insanın dünyayı algılar ve yorumlarken en çok başvurduğu zihinsel kısayollardan bir tanesidir. Zihnimizin bu yetisi sayesinde etrafımızda şekillenen dünyayı birçok zaman üzerine uzun süreler düşünmeden yorumlarız; zira bir olay gerçekleştiyse muhakkak benzer bir tecrübemiz olmuştur veya benzerini tecrübe edene tanık olmuşuzdur. Bu tecrübelerin frekansı arttıkça zihnimiz o noktada “Evet, bu çok fazla karşıma çıkıyor. Bunu bu kadar sık gördüğüme göre demek ki yaşanması en muhtemel durum budur; ondan ötürü gelecekteki deneyimlerimi bu gerçeklik ışığında değerlendirmeliyim.” gibi oldukça makul ve mantıklı bir yaklaşıma sahiptir. En basitinden şık takım elbiseli bir adam gördüğümüz zaman daha öncesinde tanık olduğumuz takım elbiseli adamların da hep saygıdeğer insanlar olmasından hareketle o kişinin kuvvetle muhtemel saygıdeğer konumda bulunan ciddi bir insan olduğunu düşünür ve bu düşünceye binaen bu “yeni” insana karşı benzer şekillerde yaklaşırız. Hayatın muhteşem hızlı yaşandığı çağımız için gerçekten harika bir özellik! Ancak zihnimizin bu yanının bir o kadar manipülasyona açık olduğu da sugötürmez bir gerçek. Nasıl bir manipülasyon peki? Bunu anlatmak için verilebileceğim en klişe ve bariz örnek köpek balığı saldırısı fenomenidir. Dünya genelinde ortalama olarak yıllık altı ila yedi insanın ölümüne yol açan bu hayvanlar -bir geyikten kaynaklı ölme ihtimaliniz yaklaşık seksen kat daha fazla- milyonlarca insanın okyanusta yüzmekten ölesiye korkmasına yol açıyor.
Peki niçin köpek balıklarından milyonlar delice korkuyor? Çünkü büyük dişlere, etkileyici bir görünüşe sahip ve okyanus gibi insanın ilkel duygularla haşır neşir olmaktan imtina ettiği bir ortamda cirit atan bu canlıya evrimsel olarak korku duymamız gayet doğal. Bu canlının saldırı haberi de doğal olarak insanlar tarafından hayret ve ilgiyle karşılanıyor. Sonuç olarak bu haberlerin reyting potansiyelini gören medya, köpek balığı saldırısı haberlerine yoğun olarak yer veriyor. Medyadaki köpek balığı saldırılarının temsili zihnimizde okyanusta yüzmemiz durumunda saldırıya uğramamızın oldukça olası olduğu mesajını veriyor. Basit ancak hayatımızı çok ciddi bir şekilde etkileyen bir ilişki. Peki kadın cinayetleriyle ne alakası var bunun? Gelin bir göz atalım.
“Az öğrenmek tehlikelidir;
Pierian pınarından tatmak değil, bolca içmek gerekir:
Hafifçe yudumlamak beyni zehirler,
Bilgeliğe ulaşmak için; bolca içmek gerekir.”
Alexander Pope
MEDYA AHLAKI
Gelmiş geçmiş en iyi filmlerden biri olduğunu düşündüğüm Network muhteşem bir medya eleştirisidir. “Bu, UBS TV’nin eski haber spikeri Howard Beale’ın hikayesi.” diye başlayan film “Bu, Howard Beale’ın hikayesiydi, berbat reytingler yüzünden öldürülen ilk adamın hikayesi.” diye biter, filmi sizin için mahvetmek istemediğimden ötürü çok fazla ayrıntı vermek istemiyorum fakat tek başına son repliğin bile medyanın ne kadar rezil bir canavar olduğunu anlamaya yeterli gelir diye düşünüyorum. Ben medyanın bu rezil yüzünün ilk defa Münevver Karabulut cinayetinde farkına vardım sanırım. On yedi yaşında vahşice katledilen o zavallı kadın aylarca haber gündemlerinden inmedi; fakat üzerine düşündüğümüz zaman o kadını öldürülen herhangi bir kadından farklı kılan ve katledilişinin aylarca gündemi meşgul etmesine yol açan nedenin, cinayetin tüm Türkiye tarafından soyadı bilinen bir zengin çocuğu tarafından vahşice işlenmesi ve bu şahsın aylarca kaçak dolaşmasıydı. Yani, medya olayın magazin yönüne yoğunlaştı çünkü medya için böyle bir “hikaye” inanılmaz bir reyting kaynağıydı. İşler o kadar rezil bir hal aldı ki bir yerden sonra baba Süreyya Karabulut’un adım adım çıldırmasını bile Türk hane halkı ellerinde çekirdek ile izleyecek duruma geldi. Medya ahlakını bana en net gösteren örnekti Münevver Karabulut cinayeti, hâlâ aklıma geldikçe öfke doluyorum.
Şimdi de medyanın gündemini kadın cinayetleri belirliyor. Her ana haber bülteninde kadın cinayetleri dakikalarca işleniyor, ölünün anısına ve ailesine yapılan saygısızlık hiç umursanmadan, en vahşi ayrıntısına kadar es geçilmeden yapılıyor bu haberler. Çünkü medya canavarının amacı belli, yalnızca elde edilecek reytinge tapıyor.
Özellikle son on yılda feminist sivil toplum örgütlerinin kamuoyu nezdindeki ağırlıklarının artmasıyla beraber medyada da enformasyon çalışmaları için kadın hakları çalışmaları açısından çok ciddi bir temsil gücü kazanıldı. Ancak medyadaki bu temsil gücü büyük ölçüde kadına yönelik vahşetin daha sansürsüz ve daha yoğun sıklıklarla yayınlanmasıyla sınırlı kaldı. Kadın hareketinin medyadaki temsilinin bu çerçeveyle sınırlı kalması hem ataerkil güç sahipleri açısından hem de medya açısından hiç kuşkusuz daha faydalı zira topluma satılacak “korku” haberleri reyting yönünden çok daha avantajlı olmanın ötesinde mevcut sistemi tehdit etme potansiyeli taşıyan kadınları bile sindirebilecek bir karakter taşımakta.
PIERIAN PINARI
Tehlikeli sulara giriyoruz. Samimi olmam gerekirse yanlış anlaşılmaktan en çok korktuğum kısım burası. Sonuna kadar beni dinlemeye hazırsanız şimdi birlikte, tatmanın ötesinde bolca içmenin sancı verdiği bu pınardan nasibimizi alalım.
Her şeyden önce bir tehlike hakkında konuşuyorsak bu ihtimalin başımıza gelme olasılığından bahsetmemiz gerekiyor. Bu noktada birkaç istatistik paylaşacağım. Sosyal düzeyde büyük kırılmalar yaratan pandemi koşullarını göz ardı edebilmek adına 2018 ve öncesine ait istatistikleri değerlendireceğim.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun yayınladığı rapora göre 2018 yılında Türkiye’de 440 kadın erkekler tarafından katledildi. Yine aynı kaynakta paylaşılan bilgiye göre cinayetlerin çok büyük kısmını ev içi şiddet oluştururken bu 440 cinayetin yalnızca %1’i -yaklaşık olarak beş kadına tekabül ediyor- maktul kadının tanımadığı bir erkek tarafından işlendi.
Öte yandan kadınların yüzleştiği bir diğer önemli tehlike olan cinsel saldırı vakalarını incelediğimizdeyse; World Population Review’ın paylaştığı istatistiklere göre, 2008 yılında, Türkiye’de 1071 kadın cinsel saldırıyla karşı karşıya kaldı. Fakat bu hususta önemli bir şeyi paylaşmak gerekiyor ki dünya genelinde cinsel saldırıya uğrayan kadınların ancak %40 gibi bir oranı yardım almak için başvuruda bulunuyorken yargıya intikal eden vakaların oranı yalnızca %10 gibi bir değerde. Bir diğer önemli istatistikse, aynı kaynağa göre Amerika’da işlenen cinsel saldırı suçlarının %70 gibi bir oranı kurbanın tanıdığı tarafından işleniyor. Demografik olarak Türkiye ile Amerika arasındaki farkı göz önüne aldığımızda, kurbanın bir tanıdığı tarafından işlenen cinsel saldırı suçlarının yargıya intikal oranı muhakkak daha düşüktür ancak yine de Türkiye açısından da bu oranın çok düşük olmadığını düşünüyorum.
Daha geniş bir perspektiften bakabilmek adına dünyadaki verilerle de karşılaştırmakta yarar olduğu kanısındayım. The World Bank verilerine göre, 2018 yılında, 100.000 kadın içerisinde öldürülen kadınların oranı Türkiye’de 0,92 iken bu oran Fransa’da 0,7, Amerika’da 2,2, İsviçre’de dahi 0,7.
Öte yandan cinsel saldırı suçlarında da dünya genelinde benzer oranlara rastlıyoruz. Yine World Population Review’ın verilerine göre, 100.000 kadın içerisinde cinsel saldırıya uğrayan kadınların oranı Türkiye için 1,51 iken, Amerika, Birleşik Krallık gibi ülkelerde 27 civarında olan bu oran, kültürel ve ekonomik olarak benzerlik taşıdığımız İtalya, Rusya, İspanya, Polonya ve Romanya gibi ülkelerde sırasıyla 7,64, 3,43, 3,42, 4,09 ve 4,68 olarak gözüküyor. Bu da bizi suçun doğasına ve dünya genelinde kadınların durumlarıyla ilişkin saptamalara götürüyor.
“DOĞAL” SUÇ
Şu aşamada suçun doğasına göz atmamız gerektiğine inanıyorum. Başlıktaki doğal kelimesi lütfen sizi aldatmasın; doğal demek normal demek değil, suça mazeret hiç değil. Kriminolojinin kurucusu Cesare Lombrosso’nun Suçlu İnsan adlı eserinde suçun gerçekliği anlatılır ve toplum içerisinde meydana gelmemesinin olanaksız olduğu belirtilir. Lombrosso’ya göre, toplum içerisinde mutlaka kriminolojik olaylar yaşanacak ve bu suçun yönü suçu işleme kapasitesini elinde tutandan tutmayana yönelik olacaktır. Kadın cinayetlerini de bu bağlamda incelediğimizde kadın ve erkek arasındaki fizyolojik farklardan ve bence daha da etkili olan sosyolojik farklardan ötürü cinsel ve fiziksel saldırının yönü doğal olarak erkekten kadına doğrudur.
Yine Lombrosso’ya göre bu vakaları tamamen ortadan kaldırmak olanaksızdır; fakat suçun nedenlerinin saptanmasıyla ve zaman alan toplumsal gelişimle birlikte suçu “makul” düzeye çekmek mümkündür. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son dönemde İstanbul Sözleşmesinden ayrılması gibi politik hamlelerle birlikte bu “zaman alan toplumsal gelişim”in sekteye uğradığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ondan ötürü feminist diskurun en hoşuma giden söylemlerinden biri olan “Kadın cinayetleri politiktir” çıkışına da sonuna kadar hak veriyor ve destekliyorum.
Ancak şu da bir gerçek ki; yukarıda da paylaştığım veriler ışığında kadına yönelik suçların yalnızca Türkiye için değil dünya çapında önemli bir sorun olduğu açıkça görülmekte. Yaşadıkları ülkelerin eğitim seviyesi, refah düzeyi gibi etmenlerin kadınların yaşam standartları üzerinde etkisini göz ardı etmek aptallık olur, fakat bu etmenlerden de bağımsız olarak “doğal” suçun dünyanın her yerinde yaşandığı gerçeğini de reddedemeyiz. Evet, bir gerçek var: Kadınlar toplum içerisinde mağdur bir kesim. Bir diğer gerçek de şu ki zihnimizin manipüle edildiği kadar gerçek bir tehdit değil bu. Sonuç olarak: Bu istatistikler ışığında da iki farklı okuma mümkün; kaderciliğe kapılıp “Dünya kadınlar için cehennemdir.” mi diyeceğiz yoksa “Yeni bir dünya mümkün!” mü? Ben ikinci şekilde okuyorum bu durumu; yeni bir dünyanın da korkuyla yaşayan kadınlarla kurulamayacağı kanaatindeyim.
KORKU
Korkmayın! Yalvarıyorum korkmayın. Siz sokağa çıkmaya korktukça daha iyi olamayacağız. Medyanın yarattığı bu rezil korku atmosferi tarafından manipüle edilmeye izin vermeyin. İnanın; ana haber bülteninde kadın cinayetlerini sunan Ece Üner’in dehşete düşmüş maskesi RTÜK’ten gelecek reyting raporunun heyecanını örtmek, Reha Muhtar haberciliği bir halkı akılcılığın ve sorgulamanın zerresini bırakmayacak derecede yozlaştırmak dışında hiçbir işe yaramadı şu güne kadar. Kadına yönelik şiddet haberlerindeki dehşetin dozu ve yayınlanma sıklığı medyanın bu haberlerden elde ettiği “tık”la paralel olarak arttı.
Sonuç? Sokağa çıkamayan, sosyal hayatın içerisinde bir erkeğin saldırısına uğramaktan korktuğu için yaşamın en önemli yanını kaçıran milyonlarca kadın… Bu değil mi peki eril düzenin asıl istediği; sokağa çıkmaktan bile korkan, bir erkeğe bağımlı olmadan güvende hissedemeyen milyonlarca kadın. Korkmayın. Sokaklar sizinle güzelleşecek, bu toplum sizinle onarılacak. Siz olmadan hiçbir şeyin üstesinden gelemeyiz. Köpek balığı saldırısından korkup okyanusta yüzmekten korkan insanın kaybedeceği çok bir şey yok ancak kadınlarsız sokakların, kadınlarsız bir toplumun yozlaşmaktan başka bir çaresi yok. Lütfen, korkmayın. Yeni bir dünya mümkün.
NOT 1:
Bunu paylaşıp paylaşmamak hususunda çok kararsız kaldım fakat konunun daha iyi özümsenebilmesi adına paylaşılması gerektiğini düşünüyorum. Yine The World Bank’ın verilerine göre, 100.000 erkek içerisinde 2018 yılında cinayete kurban giden erkeklerin oranı Türkiye için 4,29, Fransa’da 1,65, Amerika’da 7,75 iken İsveç’te dahi 1.50. Yani; bir erkeğin sokakta dolaşması istatistiksel olarak bir kadına kıyasla ortalama olarak beş kat daha tehlikeli. Bu noktada tabii ki doğrudan bir karşılaştırma yapmak mantıklı değil zira erkek cinayetlerinde erkek agresifliğinden kaynaklı olarak bu ölümlerin karşılıklı bir “düello” sonucu gerçekleşmiş olması bir kadın cinayetine göre çok daha olası fakat medyanın haber değerini -yani reytingini- düşük gördüğünden ötürü yoğun olarak “böbreğine bıçak saplanıp ölen masum genç” haberlerini dolaşıma sokmaması da böyle bir korkunun erkekler arasında yayılmamasında önemli bir neden.
NOT 2:
Bu yazının çok ilkel bir halini eski kız arkadaşım için yazmıştım. Umuyorum ki gittiğin yerde mutlusundur ve güvende hissediyorsundur. Bizi biz yapan tüm kadınlara sonsuz teşekkürlerimle noktalıyorum.
Deniz Aydemir