2008 yılının Haziran ayına derinden sarsacak bir haberle başladı moda tutkunları: geçtiğimiz yarım asrın en etkileyici, yetenekli ve yenilikçi isimlerinden Yves Saint Laurent, beyin tümörüne yenik düşerek bizlere veda etmişti.
Başta Catherine Deneuve, Paloma Picasso ve Marie-Hélène de Rotschild olmak üzere pek çok güçlü ve stil sahibi kadının onun imzasını taşıyan kılıklar taşıması ya da eski Fransa cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy tarafından şeref nişanına layık görülmesi değildi yalnızca; O’nu, özellikle de kadınların gözünde bu kadar değerli kılan. 1957’den, 2002’ye kadar sürdürdüğü kariyeri boyunca modern kadının stilini kökten değiştiren, bizleri ‘le smoking’ olarak adlandırılan ceket-pantolon takımlarla ve bu maskülenliği güçlü bir seksapele dönüştüren stilettolarla tanıştıran yaratıcı çizgisiydi.
Yakın geçmişten günümüze geldiğimizdeyse, markanın kurucusunun vefatından bile üzücü bir gerçekle burun buruna geliyoruz: Neredeyse tüm moda evlerinin bir tür ‘yenilenme süreci’nden geçtiği bu bir kaç yılda, belki de en ‘köklü’ ve şaşırtıcı değişikliğe maruz kalan Yves Saint Laurent oluyor, ya da 2012’den bu yana yeni ismi ve kimliğiyle Saint Laurent. Halef Hedi Slimane, markadan bir önisim eksiltmekten çok daha ileriye gidiyor.
Kuşkusuz Slimane, moda dünyasında kendine önemli bir yer edinmiş, başarılı bir tasarımcı. Nitekim 2000-2007 yılları arasında kreatif direktörlüğünü yürüttüğü Dior Homme’da yarattığı daracık silüetlerle, bütün dikkatlerin üstünde topladı ve otoritelerin takdirini kazandı. Yves Saint Laurent’in çatısı altına katılmadan once kendine ayırdığı 5 yılda işin editöryel boyutuna girip, fotoğraf çekmeye başladı, özellikle Rusya Vogue ile başarılı işlere imza attı.
Ancak, eski yaşam temposuna kıyasla ‘rölanti’ olarak adlandırabileceğimiz bu zaman diliminin Yves Saint Laurent ile kapanması, son iki sezon koleksiyonlarına yansıdığı kadarıyla pek tatmin edici gözükmüyor. Saint Laurent’in Paris sokaklarından harmanlayarak yarattığı maskülen, çekici ve elegan kadın, Slimane’in yaşadığı yer olan Los Angeles’ın rahat ve nispeten sıradan havasında barınamıyor ve ortaya şu güne kadar hiç de alışık olmadığımız koleksiyonlar çıkıyor.
2002 yılında ilk halefi Tom Ford’a koleksiyonunu teslim ettikten sonra bile, koleksiyon tanıtımının hemen akabinde ‘Zavallı bir adam ancak yapabileceğini yapar’ şeklindeki ağır ithamlarını esirgemeyen Saint Laurent; stilden çok satışın hedef haline geldiği günümüzde, Slimane’in bu anlayışla mayaladığı koleksiyonları karşısında nasıl bir eleştiri getireceği hiç bir zaman cevaplanamayacak bir soru işareti. Bizim de bu esnada dileğimiz, alışkın ve hayran olduğumuz ‘Yves Saint Laurent’ kalıplarını ve siluetlerini en kısa zamanda tekrar görebilmek oluyor.