MİNİMALİZM, KONFOR, VE SOSYAL MEDYA: POPÜLER KÜLTÜRÜN İRONİSİ

Popüler kültür ve toplumdaki yeri, benim için her zaman çelişkili olmuştur. Bunu anlamlandırabilmek için araştırma yaparken karşıma en çok çıkan yapıtlardan biri ile örnek vererek başlayabiliriz bence. “Into the Wild” kitabının ve film versiyonunun baş kahramanı Christopher McCandless, popüler kültüre karşı ve en önemlisi de tipikleşmiş, ona gerçekçi gelmeyen hayatının verdiği bunalım ile iç dünyasının ona verdiği kaçış arzusuyla her şeyden uzaklaştığı bir duruş sergiliyor. Özetle yorumlamak gerekirse, kitapta tüketim kültürüne karşı isyan, toplumdan kaçış, özgürlük arayışı, kendini keşfetme ve bağımsızlık gibi temaları film boyunca gözlemleyebiliriz. Christopher, tüketim ve materyalizme karşı bir tepki olarak minimalizmi benimseyen geleneksel toplumun beklentilerinden uzaklaşan ve doğanın vahşi doğasında özgürlüğü ve kendini keşfi arayan genç bir adamdır. Bağımsız bir yaşam tarzını tercih eder ve bu, popüler kültürün normlarına karşı bir bağımsızlık öyküsü olarak yorumlanabilir. Christopher’ın duruşu, popüler kültürden kaçmak isteyen insanlara ilham olmakla birlikte, yanında sorgulamalarla izleyicilere ve monotonlaşmış, herkesin birbirinden etkilendiği hayatlara dokunuyor. 

Günümüzde birçok insan, popüler kültürün tüketim çılgınlığından ve dayattığı zorundalık hissiyatından kaçış arayışında. Sadeleşme, minimalizm ve doğaya dönüş gibi kavramlar, insanların basitlik ve özgürlüğe olan özlemlerini yansıtan önemli terimler haline geldi. Ancak, bu kaçış arayışının, tam anlamıyla mümkün olmadığını düşünüyorum. Çünkü günümüz dünyasında sadeleşme ve minimalizmin peşinden giderken paradoksal bir şekilde popüler kültürün başka bir yüzüyle karşılaşmaya devam ediyoruz. Bu konuya açıklık getirmem gerekirse, son zamanlarda okuduğum John Fiske’nin Popüler Kültürü Anlamak isimli kitabı, popüler kültür ve toplum hakkında farklı yaklaşımlar sunarak içgörü edinmemi ve bu paradoksu bir yerde anlamlandırmamı sağladı. Belki size de fikir olur. Fiske, “İlinti gereksiniminin anlamı, popüler kültürün ilerici ya da saldırgan olabileceği, ama asla popüler olduğu toplumun iktidar yapısından köktenci bir şekilde özgür olmayacağıdır.” demesine bakarak popüler kültürün aslında ne kadar kısır bir döngüye sahip olduğunu anlayabiliriz. Başka bir deyişle, her ne kadar özgürleşmek adı altında popüler olanlardan kaçsak da günümüzün bitmek bilmeyen etkileşimler silsilesini barındıran dünyası, bu amacı tamamen gerçekleştirmemizi engelliyor.

Bu noktada en önemli noktalardan birisi sosyal medya ve “influencer” sektörünün yaygın olması. Hepimiz sosyal medya kullanıyoruz ve günlük hayatta yaptığımız en küçük bir eylem, sonunda bir akıma dönüşebiliyor. Örneğin, kahve içmek çok basit bir eylem değil mi? Evde ya da dışarıda yapabileceğimiz, bazen keyif, bazen sosyalleşmek, bazen de uyanık kalmak (şahsen benim en çok tüketme sebebim) için günlük hayatımızın basit bir parçası olan bir eylem. Yani, yeterince sade bir eylem. Fakat, son yıllarda özellikle de ülkemizde kahve tüketimi aslında kahve tüketmekten ziyade yaygın bir popüler kültür aracı olduğunu gözlemleyebiliriz. En başta hızlı tüketim ihtiyacı ile çoğalan al-götür hizmeti veren zincirleşmiş markalar yayıldı fakat hepsinin tipik bir şekilde birbirine benzemesi ve toplumu yeni bir tüketim çılgınlığına sürüklemesi (kahve kültürünün genişlemesi ile birlikte ülkede tüketiminin artması, ülkemizde yetişmemesi dolayısı ile de dışarıdan ithal edilmesi) ister istemez yankı uyandırdı ve bir süre sonra insanlara itici gelen tipik kahve zinciri anlayışı başladı.

İşte bu sefer devreye sosyal medya sektörü giriyor. Al-götür kahve kültürünü yaydıkları gibi, insana ev hissiyatını uyandıran, sade, porselen, hatta belki el yapımı bardakları olan, üçüncü nesil kahve dükkanlarını yayıp, belki 10-15 yıl öncesinde adı bile bilinmeyen, alışıldık kafe konseptinden uzak, yenilikçi ama aynı zamanda verdiği yavaş, minimal ve sade imajı ile konfor alanına hitap eden bu konsept mekanların enflasyonuna sebep oldular. İşte bu kahve dükkanlarının popüler kültürde nasıl bir rol oynadığını açıklayan önemli bir faktör: Konfor duygusu. Üçüncü nesil kahve dükkanları, insanların kendilerini evlerinde hissedecekleri şekilde dizayn ediliyor. Rahatlatıcı bir atmosfer, özenle seçilmiş dekorasyon, hızlı Wi-Fi erişimi ve kişiselleştirilmiş içecek seçenekleri ile müşterilere evlerinin rahatlığını sunuyor. Bu nedenle, insanlar bu mekanları sadece kahve içmek için değil, aynı zamanda sosyal etkileşimlerde bulunmak, çalışmak veya dinlenmek için tercih ediyorlar. Yani, insanların farklı ihtiyaçlarına tek bir yerde hitap etmesi, üçüncü nesil kahve dükkanlarını insanların yaşam tarzına entegre ediyor ve bu nedenle popüler kültürün önemli bir parçası haline gelmesi kaçınılmaz oluyor. Başka bir deyişle, insanlar kendi farklılıklarından yola çıkarak, yeni konfor alanları yaratıyor ve günümüz iletişim araçları, yani sosyal medya ve influencer sektörü, kendi konfor alanlarını güzelleyerek, takipçilerinin bilinçaltına aslında tek tip bir anlayış empoze ediyor. Yani, yukarıda verdiğim kahve dükkanları sadece bir örnek. Bahsettiğim şey, hayatın herhangi bir alanında, kendimiz için diye çıktığımız bir yolda, tamamen kendimizle olamıyoruz. İlla ki popüler kültürden etkileniyoruz. Ona karşı çıkarken bile, ürettiğimiz herhangi bir fikir, popüler kültürün bir parçası olabiliyor. Dolayısıyla da, bu ister kahve olsun, ister başka bir şey fark etmiyor. Nesnelere yüklediğimiz anlamlar değişiyor ve toplumun geri kalanıyla kısmen de olsa ortak bir paydada buluşuyor. Çünkü, biz istemesek de, ne kadar kaçsak da, farklı bir yol arayışında olan sadece biz değiliz. Herkes kendi arayışlarını şekillendirebileceği bir ortam ararken, aslında hepimiz birbirimizden etkileniyoruz. Hayal gücümüzün sınırı olmasa da, yaşamın var. O yüzden John Fiske’nin ilinti anlayışı ile bu durumu açıklayabiliriz. “Bir şeyin ilintili gözükmesi için de izleyicinin gözünün gördüğü dünyada ve onunla birlikte işlemesi gerekir. Avangartın seçkincilik, farklılık, ve alışılmamışlık aurası daima potansiyelini sınırlayacaktır.” Başka bir deyişle, insanların minimalizm, konfor ve sadelik arayışı, aslında herkesin arayışı haline geldiği için ve özellikle de sosyal medya sektörü tarafından pazarlama aracı haline geldiği için, kişisel hayal gücünün ve popüler kültürden sıyrılma arayışlarının, tamamen yok olmasa da sınırlanacağını düşünüyorum.

Kaynaklar

John Fiske. Popüler Kültürü Anlamak. Pharmakon Yayınevi, 2018.

Görseller

https://listelist.com/wp-content/uploads/2016/03/8.into_.the_.wild_.replik.listelist-600×247.jpg

https://cdn.shopify.com/s/files/1/2100/2891/products/1148_pop_culture_1200.jpg

https://ayrancim.org.tr/wp-content/uploads/2022/03/Starbucks-Pickup-M-1024×696.jpg

Leave a Reply