Moda ve tasarımcılık alanında yıldızı hızlı ve sağlam bir biçimde parlayan, Londra’da ismini sıkça duyduğum, Top Model UK ve Top Model Worldwide’ın tasarımcısı, Türkiye’nin gurur kaynaklarından biri olan Sayın Serap Pollard ile tatilini geçirdiği Çırağan Kempinski Palace’ta buluştuk ve keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Kendisine bu fırsatı bize verdiği için çok teşekkür ediyor, sizlere keyifli okumalar diliyoruz.
- Serap Hanım öncelikle bize kendinizden bahsedebilir misiniz? Eğitim hayatınızdan iş hayatınıza geçişi, Londra maceranızı ve iş hayatınızdaki tecrübelerinizi bize aktarabilir misiniz?
2000 senesinde Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Moda ve Tekstil Tasarımı mezunu oldum. Öğrencilik yıllarımda en parlak öğrenci ben değildim fakat en çalışkan öğrencilerden bir tanesiydim. Çalışkan derken neyi öğrenmem gerektiğini çok iyi biliyordum. Dokuma bölümünü okurken hocalar ile görüşüp aynı zamanda moda tasarımını okudum. Birçok yarışmaya da katıldım öğrencilik yıllarımda dereceler de aldım. Bunları yaparken amacım daha çok öğrenmek kendime faydalı olmak, kendimi geliştirmekti. Sanırım farkındalığım çok fazla arttı bu süre içerisinde. Etrafımda olan bitenin farkındayım. Genelde insanlar 10 sene sonrasının hesabını yapmıyor. Ama ben o zamanlardan bugünlerin hesabını yapmaya başlamıştım.
Tabi benim bu durumun farkında olmamın en büyük kaynaklarından biri de o zaman Marmara Üniversitesi’nde olan Şahin Kaan’dı. Şu anda Yeditepe Üniversitesi’nde görev yapıyor sanırım. O bize bazı arkadaşlarla iş buldu ve çalışmaya başladık. O zamanlarda pek fazla büyük hayalleri olan insanlar yoktu moda tasarımı bölümünde. Genelde iyi bir firmada tasarımcı olarak çalışmak istiyordu öğrenciler. Ancak bizim mezun olduğumuz sene bir kırılma oldu ve bizimle mezun olan Özgür Mansur, Elif Cizreoğlu gibi isimler Türkiye’de başarılı oldular. Ben ilk birkaç ay çalıştıktan sonra hedefimin bu olmadığını daha ileriye gitmem gerektiğini düşündüm. Bunun üzerine Londra’ya taşındım. Öncelikli hedefim İngilizcemi geliştirmekti. Daha sonra farkettim ki sadece dil konusunda değil, Londra’dan almam gereken başka şeyler de var. Türkiye tekstil konusunda çok iyi, üretimde, pazarlamada vs. ancak modacı o zamanlar çok fazla yoktu. Şu anda da Türkiye’de bu kavramın tam olarak oturduğunu söyleyemem, oturma evresinde olduğunu düşünmekteyim. Ben de Londra’da moda eğitimi almaya karar verdim. London College of Fashion, University of the Arts, and Central Saint Martins College eğitim aldığım yerlerdir. Daha sonra iş hayatına atılmanın kariyerim açısından daha iyi olacağını düşündüm ve bir modacının yanında 6 ay kadar çalıştım. Fakat bu işin bana bir getirisi olmalı diye düşündüm. İyi bir iş bulmak öncelikli hedefimdi. 100 kadar yere CV’mi gönderdim, hemen hemen her yere gönderdim ama bir türlü cevap gelmiyordu. Ama en sonunda bir şirketten bana olumsuz bir cevap geldi. Bu aslında benim için güzel bir durumdu. Ben de bunun üzerine bir e-mail yazdım, bana neden olmadığını söylerlerse kendimi geliştirebileceğimi düşündüm ve ona göre bir mail attım. Benden daha iyi bir tasarımcı olduğunu ve o yüzden onu aldıklarını söylediler. Fakat iki gün sonra bana geri döndüler böyle bir e-mail nezakati gösteren insana başka bir pozisyon için teklif getirdiler. Fakat Türkçe bilgime de ihtiyaçları olduklarını belirttiler. Böylece ben normal maaştan daha fazla istedim ve kabul ettiler. Dolayısıyla iki gün önce kabul edilmediğim yere ben daha fazla bir maaşla işbaşı yaptım. Orada bir sene çalıştıktan sonra başka bir firmaya geçtim.
- Kendi markanızı nasıl oluşturdunuz?
Tabi o sırada benim iki çocuğum oldu ve ben onlara daha iyi bir gelecek sunmak istiyordum, dolayısıyla Laura Ashley’de çalışmaya başladım. Ama benim çevremdeki büyüklerimin bana söyledikleri hep aynıydı, herkes kendi markamı oluşturmamı öğütlüyordu. Ben de üç sene önce kendi markamı kurdum, Serap Pollard London adı altında. Fakat tekstil dünyasında eğer bir firmadaysanız yaratıcılığınız o firmanın markası üzerinden gidiyor yani yeri geldiğinde o firmaya nasıl katkıda bulunabilirsiniz diye düşünüyorsunuz. Daha sonra bu şekilde çalıştığınızda bir on sene sonra piyasa işleri yapmaya başlıyorsunuz. Dolayısıyla yaratıcılığınız ölüyor. Bunu ben kendim içimde fark ettim ve ona göre planlamamı yaptım. Bunun için master yapmayı düşündüm ve yüksek lisansa başladım. Bunun için seçtiğim okul University of the Arts London / Chelsea College of Art and Design / Textile Design oldu. Bunun yanında kendi markam da devam ediyordu tabi. Fakat bizim sektörümüzde kendi markanı oluşturmak gerçek anlamda çok zor. Hatta %95 başarısız olacaksın diyebilirim. Bunun sebebi eline kumaş alan herkesin ben modacıyım demesidir. Birçok özel üniversite var, onlara şu anda özel yetenek sınavıyla girmiyorsunuz. Eskiden hepsi özel yetenek sınavıyla alıyordu. Sadece Türkiye’de değil bu durum her yerde aynı. Bunların içinde elbette çok yetenekli tasarımcılar ve milyonlarca tasarımcıyım diye geçinen insanlar da var. Tabi bu çok yeteneklilerin arasında da çok başarısız olanlar var. Çünkü onlar stratejik yaklaşamıyorlar. Ben bu yüzden markamı oluşturmadan önce sadece kağıt üzerinde çalıştım “nasıl stratejik yaklaşırımı” araştırdım.
Ben stratejimi Sustainable Fashion üzerinden geliştirdim. Sustainable Fashion İngiltere’de son 7-8 yıldır bütün üniversitelerin çalıştığı bir konu. Sadece modada değil bu sustainable olayı, gemicilik üzerine çalışan bir arkadaşım var mesela, gemilerin sustainable yürümeleri üzerine çalışıyor. Ben de moda üzerinden çalıştım. Mezun olduğumda çok fazla yoktu. Ama şu anda büyük markaların çoğu bunun üzerine çalışmalar yapıyor. Türkiye’deki üniversiteler bunun üzerine yeterince ağırlık vermiyor, bu beni üzen bir durum. Birçok üniversitede seminerler verdim bu konu üzerine. Moğolistan’da da seminerler verdim ve televizyon programlarına katıldım. London College of Fashion’da seminerler verdim. Kendi mezun olduğum okulda seminer vermek çok mutluluk verici bir durum. Ancak Türkiye’de bu kavramın çok bilinmediği kanaatindeyim.
- Sustainable Fashion konusunu bize biraz daha açabilir misiniz? Bu konudaki hassasiyetinizin sebebini açıklayabilir misiniz? Az malzemeyle başarılı ürünler ortaya koyma fikri sizde nasıl gelişti?
Sanatçılar, modacılar, tasarımcılar çok hassas insanlardır. Dolayısıyla yaşantılarında ne varsa onu eserlerine koymak isterler. Ben de yediğime içtiğime dikkat ederdim. Sonra düşündüm, yediklerimiz organik ya giyindiklerimiz organik mi? O halde ben de bir şeyler yapmalıyım bu konuda diye düşündüm. Bunun üzerine Laura Ashley’de bir proje gerçekleştirdik. Yatak örtülerini tamamen ekolojik üretebileceğimizi düşündük.
Sustainable denildiğinde 10 önemli kural var. “Zero Waste” bunlardan bir tanesi, ben onu kullandım. “Zero Waste”de kesim yapılırken sıradan bir gömleğin %15’i atılır çöpe. Aslında bu rakam çok büyük bir rakam, küçümsememek lazım. Sadece bu konuda değil farklı alanlarda da bu verimlilik için çalıştım. Laura Ashley’nin bütün departmanları tanır beni, her departmanda bir şeyler yapmışımdır. Örneğin, mağazalara gittim. Oralarda büyük avizeler var ama aydınlatma o kadar etkili değil. Tasarımcılığın yanı sıra ben de bunun üzerinde çalışmıştım. Sustainable benim hem iş hayatımın hem sosyal hayatımın her alanında var demek istediğim. Biz böylece 1 ampulde 12 pound yılda kar edebileceğimizi bulduk. Aslında benim ekolojik ve dönüşebilir ürün fikrim burada başladı. Ancak malesef bunların farkına Türkiye’de varılmıyor. Ben elimden geldiği kadar konferanslarda belirtiyorum ama sadece benim eforum yetmiyor bu bilincin arttırılması için.
- Türkiye’de aslında dünyaya sunulabilecek birçok malzeme var. Siz de Gaziantep’ten Kutnu Kumaşı kullanıyorsunuz ve Kastamonu’dan Selalmaz Kumaşı kullanıyorsunuz. Çizginizden de ödün vermiyorsunuz? Önümüzdeki projelerde neler kullanmayı planlıyorsunuz?
Ben çok Türk bir insanım. Her şehrin farklı desenleri var. Tasarımcılar da aslında buralardan etkileniyorlar. İtalya’dan etkilene kadar kendimizden etkilenmek daha güzel duruyor. İtalyan tasarımcılar da buralardan etkileniyor. Geçen gün gördüm o beşi bir yerlerden kolyeler yapmış bir tasarımcı harika durmuş ya da Alexander McQueen mesela çintemani desenini kullanmış, ben de yazdım bu desen çintemani desenidir lütfen belirtin diye. Türkiye’de çok fazla değerimiz var. Ben Türkiye’yi dünyaya tanıtma derdinde değilim aslında bizi dünya tanıyor. Bizim kendimizde başka problemler var, onu halletmemiz lazım. Benim bir sonraki projem de yine Türk desenleriyle ilgili olacak zaten.
- İsterseniz bizim kumaşlarımızdan konuşalım, onların yerini nasıl görüyorsunuz projelerinizde?
Selalmaz Kumaşı zaten sustainable bir ürün. %100 pamuk ve dönüşebilir bir ürün. Dolayısıyla bizim ürünlerimiz zaten kriterlere uyuyor. Ama bunu öne çıkarmak yerine oturtmak önemli. Kutnu Kumaşı çok hızlı gidiyor, onu tutamıyorum artık. Onu tekrar istediler ve bu sene tekrar Kutnu Kumaşından defile yaptım. Kutnudan ayakkabılar yaptım, kıyafetler yaptım. Onunla ilgili güzel şeyler oluyor.
- Siz genellikle canlı ve parlak renkler kullanıyorsunuz, Türk desenleri bu renklere ne kadar uygun?
Türk renkleri muhteşem. En basitinden başlayalım, saraya gidelim ve gözlemleyelim. Görürüz ki altınlar, kırmızılar bir renk cümbüşü vardır. Zaten çok renkliyizdir biz. Üniversitedeyken hocalarım da bana hep renk kullanmamı önerirdi. 10 sene boyunca High Street markalarında çalışınca insandaki o tasarımcılığın yerini pazarlama kaygısı başlıyor ve bazı renkleri kullanamıyor. Fakat iki yol vardır tekstilde modada, ya trendleri siz yaratırsınız ya da ya da trendlere uyarsınız.
Eski Türk kültüründen esinlenme konusunda şunu söyleyebilirim, bunu Türk modacılara söylüyorum, öğrencilere tavsiye ediyorum: Osmanlı’dan yanlış şekilde esinlenmek moda tasarımcılarını bitiriyor, bunu yapmayın. Evet ben Osmanlı torunuyum ama benim şimdi tekrardan sarıklı bir kadın ya da erkek kıyafeti yapmam çok üzgünüm bana hiçbir adım attırmaz. Türkiye’de dahi ilgi görmez. Sadece dizi konseptinde işe yarar bu durum. Ben buna karşıyım. Öyle defileler yapıp insanların kafasını karıştırmak hoş değil. Lisede de yaptırıyorlarmış dönem ödevi tarzında bir şeyler. Ben ona da karşıyım lisede de yaptırmayın. Orada ayırın; kostüm tasarımcısı ve moda tasarımcısı diyerek. Ancak o şekilde kostüm tasarımı olarak yapılabilir. Ama moda alanında lider olmak istiyorsanız, esinlen, araştır, yaratıcılığını ortaya koy ve herkes desin bu da Türk tasarımcısı bravo!
- Yurtdışında da alanında başarılı olmuş Türkler ile tanıştım. Bunlardan bir tanesi sizin de tanıdığınız Mehmet Öğütçü’ydü. Şunu farkettim, Mehmet Bey hemen hemen her makalesinde kendi memleketi olan Çeşme’yi bir yere koyuyor. Sizin de podyumda kullandığınız atmosferde de bu tarz bir hava seziyorum, haksız mıyım?
Tabi ki haklısın. Bilerek yapıyorum bunu. Yaptığınız tasarım ile kullandığınız müzik birbirini tamamlaması gerekiyor. Bir keresinde mehter marşını kullandım, bir keresinde 10. Yıl Marşını kullandım. Bir kere Dombıra’yı kullandım. Muhteşem oldu. Moğolistan’da ilişkilerin 45. Yılı münasebetiyle bir defile gerçekleştirdik, inanılmaz bir organizasyon oldu.
- İngiltere’de ne gibi tepkiler geldi?
İngiltere’de Mehter Marşını kullandım. Benim içimde vardı zaten. Top Model UK ve Top Model Worldwide kullandım Mehter Marşı’nı. Onların tasarımcısı bendim. Ben Mehter Marşı’nın çok yakışacağını düşündüm her ikisine de. Benim Türk arkadaşlarım tepki toplayacağımı düşündüler ama ben zaten kafaya koymuştum. İngiliz arkadaşlarım çok olumlu yaklaştı. Modeller çıktığında inanılmaz bir atmosfer oluşturdu ve çok başarılı oldu. Podyumdaki modeller de müziğin etkisine girdiler ve ona göre yürümeye başladılar, şahane bir akşamdı.
- Tasarımlarınızın ürünleri Galata Building’te ve Akmerkez’de alıcısıyla buluşuyor. Bunun yanında online shopping imkanı da mevcut. Ama daha farklı yerlerde satışa sunmayı düşünüyor musunuz?
İngiltere’de birçok butikte satılıyor. Ama Türkiye ile uğraşmak çok zor. Birincisi benim ürünlerimin fiyatı biraz yüksek, ikincisi satış ile uğraşmak için bir ekip gerekiyor. Bense biraz daha yükselmek istiyorum. Ben bu şekilde büyümenin beni yavaşlatacağı kanaatindeyim. O yüzden ticari olarak biraz daha yurtdışında büyümeyi düşünüyorum. Birçok insan Londra’ya açılmak istiyor. Ben zaten Londra’dayım, buranın piyasasını biliyorum ve burada hareket etmenin benim açımdan daha rahat olacağı kanaatindeyim. Belki daha sonrası Fransa olur ama ilk büyüme merkezim Londra olacak.
- Türkiye’de bir sosyal sorumluluk projesinde yer almayı düşünüyor musunuz? “Kadına Şiddete Hayır” defileleri düzenleniyor, siz bu projeleri nasıl görüyorsunuz?
Doğrusunu söylemek gerekirse ben ona inanmıyorum. Kadına Şiddete Hayır defilelerini ele alalım. Kadına katkısı ne oluyor? Bunu düşünmek lazım. Orada benim süslenmem, parti yapmam o kadına bir katkı sağlamayacak. Daha farklı yöntemler deneyebilirler bu hususlarda. O parayı alıp kadınlara bir el işi öğretmek daha faydalı olur diye düşünüyorum.
- Buradan öğrencilere ne mesaj vermek istersiniz?
Araştırmak ve çalışmak çok önemli bizim işimizde. İstemek yerine çalışmak en mantıklısı. Herkes istiyor ama çalışan kazanıyor. Fırsatları takip etsinler, farkındalıklarını arttırmaya özen göstersinler. Hayal etmeyin onun için gecenizi gündüzünüze katın. Eğer bunları yapıyorsanız başarılı olmuşsunuzdur zaten.
- Serap Hanım size çalışmalarınızda başarılar diliyoruz ve ülkemizi de başarılı şekilde temsil ettiğiniz için teşekkür ediyoruz.
Ben de size ve Bilkent Üniversitesi öğrencilerine eğitim hayatlarında başarılar dilerim.