Hayattaki en keyif aldığın şeyleri listele deseler hiç düşünmeden seyahat etmeyi listemdeki ilk beşe eklerim. Seyahat etmek benim için bir yerden bir yere gitmek değil sadece. Yeni kültürler tanımak, yeni coğrafyalara gitmek, o kültürün lezzetlerini tatmak, yepyeni insanlarla tanışmaktır. Kısacası seyahat etmek hayatıma anlam katan en önemli faktörlerden biridir. Eğer siz de böyle düşünüyorsanız gelin birlikte farklı bir kültüre gidelim, Belçika’nın incisi Brugge’e bizi bekliyor…
Bundan yaklaşık 3 yıl önce ilk kez Brugge’de bulundum. Gittiğim zaman fazlasıyla etkilendiğimi hatırlıyorum ve o gün içimden bir ses buraya tekrar geleceğimi söylemişti. Yanılmadım. Sömestr tatilimde bir arkadaşımı ziyaret etme bahanesiyle Avrupa’nın orta çağ şehirlerinden birine yani Brugge’e tekrar gitme olanağı sağladım.
Daha önce Belçika’ya gittiğimde doğrusunu söylemek gerekirse bu ülkeyi pek sevememiştim. İnsanları soğuktu ve özellikle Brüksel’de her şey oldukça monotondu. Gri şehir Ankara bile daha eğlenceli diyebilirim. Fakat son gidişimde Brugge’e bir kez daha hayran kaldım. Siz de benim gibi orta çağ mimarisine hayran ve o dönemlere meraklıysanız Brugge sizin için biçilmiş kaftan !
İsterseniz öncelikle Brugge hakkında biraz detaylı bilgiler vereyim. Brugge, Belçika’da Batı Flandra ilinin başkenti. 11. yüzyılda Avrupa’nın ticaret merkeziymiş. Fakat seller ve coğrafi değişikliklerden dolayı denizle bağlantısı bir iki kanal dışında kesilmiştir. Günümüzde şehir merkezinin Kuzey Denizinin kıyısında bulunmamasına rağmen, denize yakınlığı nedeniyle hâlâ bir liman kenti olarak anılmaktadır. Şehrin içinde bulunan kanallar günümüzde ulaşım maksadıyla kullanılmaktadır ve bu kanallarda turistik geziler de düzenlenmektedir. Brugge bir bakıma Belçika’nın Venedik’i olarak anılmaktadır.
Brugge, İkinci Dünya Savaşı’nda zarar görmeyen nadir şehirlerden birisidir. Bu nedenle Orta Çağ mimarisini şehrin her kısmında görebilirsiniz. Biraz tarihi bilgi verdikten sonra gelelim benim izlenimlerime :)
Brugge diğer Avrupa şehirlerine kıyasla oldukça küçük bir şehir. Resmi rakamlara göre 117.351 kişi yaşıyormuş Brugge’de. Buradaki nüfusun çoğunun yaşlılardan oluşturduğunu düşünürsek belli bir saatten sonra şehirde yaşam duruyor ve akşam yapacak hiçbir şey bulamıyorsunuz ne yazık ki. Bu nedenle bu bu şehri gezmek için 3-4 gün fazlasıyla yeterli diye düşünüyorum.
Başta da belirttiğim gibi ben küçüklüğümden beri Orta Çağ mimarisine oldukça ilgiliyimdir. Şansıma şehrin bütün mimarisi Orta Çağ döneminden kalmaydı. Bu nedenle bir günümü Brugge sokaklarında kaybolmaya adadım. Bir yerin en iyi orada kaybolarak gezileceğini ve öğrenileceğini düşünüyorum :) Fark ettiğim ilk şeylerden biri şehir oldukça temiz. Sokaklarda bir tane bile çöp göremezsiniz. Ne yalan söyleyeyim bu duruma oldukça özendim…
Brugge’de gezilebilecek her yer birbirine yakın. Bu nedenle otobüs kullanmadan yürüyerek pek çok yere ulaşabiliyorsunuz. Şehrin kalbi meydanıydı. Bu meydanda büyük bir katedral bulunuyor. Gerçekten fazlasıyla görkemliydi. Fakat kış mevsiminde gitmeme rağmen ne yazık ki meydan kalabalıktı bu nedenle istediğim gibi gezemedim bu meydanda. Meydana ilişkin hatırladığım en güzel şey patatesleriydi. Burada yediğim patatesi hâlâ unutamıyorum ve Türkiye’de böyle bir patatese henüz rastlamadım . Meydan dışında gidilebilecek birkaç müze var şehirde.
Brugge’nin diğer bir güzel tarafı ise şehrin çikolata kokusu. Şüphesiz Belçika’nın çikolataları ve waffleı oldukça meşhurdur. Bu nedenle bu şehir de bu iki lezzetten oluşuyor. Binlerce çeşit çikolata var. Ve hepsi o kadar güzel kutularda size sunuluyor ki birkaç tane almadan çıkamıyorsunuz. Ayrıca sıcak çikolataları kesinlikle harika. Hepsini denerseniz bu biraz sıkıntılı olabilir ama en azından çoğundan denemeye çalışın :)
Brugge, benim için çok farklı bir tecrübe oldu. Buraya bir kez daha gelmek belki fazla olabilir ama benim için çok güzel bir anı olarak kaldı. Eğer yolunuz Belçika’ya düşersen ve Brüksel’in sıkıcı havasından arınmak isterseniz mutlaka Brugge’e uğrayın hiç pişman olmayacaksınız :)