Küba’nın genel hatlarından ve gitmeden önce bilmeniz gerekenlerden ilk yazımda bahsetmiştim. Bu yazımda Küba’da bulunduğum sürede gezdiğim şehirlerden bahsedeceğim. Her yazıda bulabileceğiniz, o şehir için olmazsa olmaz sayılabilecek önerilere de değineceğim tabii ama benim için o şehrin ruhunu en iyi yansıtan ve bir kere gitmekle yetinemediğim yerlere daha fazla yer vereceğim. O halde, başkent Havana’dan başlayalım!
-
Havana
Havana, tarihin her döneminde acılar yaşamış, özgürlüğü için direnmiş bir şehir; dolayısıyla bu durum onu büyük bir açık hava müzesine dönüştürmüş. Renkli arabalar, boyası dökülmüş klasik evler, her köşe başında dans eden insanlar… Havana, her detayıyla Küba’yı en iyi özetleyen şehir. Ülkenin en önemli yapıları da bu şehirde bulunuyor. Bu yüzden Küba’nın başkenti olmasından öte Küba’nın kalbi diyebiliriz. Bazı sokaklarda şehrin en kötü yönlerine rastlayıp yaka silkeceksiniz, bazı sokaklarına ise hayran kalacaksınız. Zaten gelişmişlik düzeyine göre üç ana bölgeye ayrılmış durumda: Centro Habana (Havana Merkez), Habana Vieja (Eski Havana) ve Vedado. Şehrin duygusunu en çok yaşayacağınız yer şüphesiz Habana Vieja. Gezmeniz gereken yerler de genellikle burada bulunuyor, bu sebeple turistler bu bölgede konaklamayı tercih ediyor. Centro Habana ise çok turistik bir bölge değil; koloniyal yapıları burada göremeyeceksiniz. Burası daha çok eski yapılarla beton yapıların sentezlendiği bir bölge. Modernleşmeye çalıştığı için böyle bir sentez ortaya çıkmış ama bana göre çok da estetik durmuyor. Şehre daha sonra eklenen Vedado, şehrin en gelişmiş ve modern kısmı. Devrim öncesinde burada çok fazla kumarhane ve kulüp bulunuyormuş. Küba’nın ruhuyla pek uyuştuğunu söyleyemem o yüzden “mutlaka gidin” diyebileceğim yerlerden biri değil.
Öncelikle her Küba yazısında bulabileceğiniz klişelerle başlayalım. Havana’nın olmazsa olmazları, şüphesiz; Devrim Müzesi, Plaza de la Revolucion (Devrim Meydanı) ve El Capitolio. Küba denince akla en başta devrim geliyor, bu yüzden Devrim Müzesi için beklentimi çok yüksek tutmuştum ve Havana’daki rotamı da Devrim Müzesi’nden başlattım. Maalesef beklentileri karşılayan bir müze değil. Küba’nın tarihi düşünülünce bu müzenin böylesi bir tarihi anlatmaya yetersiz kaldığı hemen anlaşılıyor. Öncelikle Küba’daki en büyük sorunumuz olan dil problemini burada da yaşadık. Müze içindeki açıklamaların neredeyse tamamı İspanyolcaydı. Sadece birkaç yerde İngilizce açıklama bulabildik. O yüzden size tavsiyem, Küba tarihini ve Küba devrimini oraya gitmeden önce mutlaka okuyun. Müzenin içinde devrim öncesi Küba, Batista yönetimindeki işkenceler ve devrim tarihi ile ilgili fotoğraflar bulunuyor. Müzenin arka kısmında ise o dönem kullanılan uçaklar ve arabalar sergileniyor. Bir yandan hayal kırıklığı, bir yandan da çok fazla Che fotoğrafı görmüş olmanın mutluluğu ile müzeden ayrılıyoruz.
Birkaç sokak ileride bulunan El Capitolio’ya doğru gidiyoruz. Burası Küba’nın simgesi haline gelen bir bina. Birçok Küba fotoğrafında da rastlamış olmanız çok muhtemel. Hemen karşısında, yine çok sık rastlanan Küba görsellerinden rengarenk neo-klasik evler bulunuyor. Capitoli’nin sadece dışını gezebiliyorsunuz, maalesef içeri girilmesi yasak; burası sadece önemli devlet toplantıları için kullanılıyormuş.
Son olarak ise Plaza de la Revolucion’dan bahsederek klişelere son verelim. Plaza de la Revolucion, yani Devrim Meydanı, gösterilerin, konuşmaların ve birçok önemli etkinliğin yapıldığı meydan. 1 Mayıs kutlamaları da yine bu meydanda yapılmıştı. Meydanın hemen karşısındaki binada Che silüeti bulunuyor. Silüetin altında ise o meşhur söz: “Hasta la Victore Siempre”. Che silüetinin yanında bir başka devrim kahramanı olan Camilo Cienfuegos’un silüetini göreceksiniz. Meydanın hemen ortasına baktığınızda ise Jose Marti anıtını göreceksiniz.
Devrim Meydanı, Devrim Müzesi ve El Capitolio şüphesiz Havana’nın olmazsa olmazları. Bunlar şehirdeki ilk adresleriniz olsun. Ama şehrin ruhunu yaşayabilmeniz için daha fazlasına ihtiyacınız olacak. O yüzden size tavsiyem, şimdi sıralayacaklarımı yapmadan Havana’dan dönmeyin!
1. Hemingway’in İzinden Gidin
“Hayatımın geri kalanında Küba’yı anlamaya çalışacağım”
Ernest Hemingway
Hemingway Küba’ya ilk kez 1928’de geliyor. İlk gelişinde hayran kaldığı Küba’ya daha sonra 1932’de ve 1933’te tekrar geliyor. 1933’te geldiğinde ise uzun süre burada kalıyor. Bu süreçte kaldığı Ambos Mundos otelinin 511 numaralı odası bugün restore edilerek müze haline dönüştürülmüş durumda. En önemli eserlerinden “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” burada kaldığı sürede ortaya çıkmış. Mutlaka Ambos Mundos’un 511 numaralı odasını ziyaret edin, bu sayede Roberto’nun, General Golz’un nasıl bir atmosferde yaratıldığına tanıklık etmiş olacaksınız. Bir yandan kitabını yazarken bir yandan da Havana gecelerini ihmal etmemiş sevgili Hemingway… Havana’da en çok takıldığı iki yer bugün turistlerin en çok ilgisini çeken yerlerden: El Floridita ve Bodeguita del Medio.
“My Mojito in La Bodeguita. My Daiquiri in el Floridita”
Ernest Hemingway
Havana’daki açık ara en çok beğendiğim yeri oldu Floridita. Sanırım bu sebeple de her günümü burada noktaladım. Küba’nın ünlü kokteyllerinden daiquiri‘nin mucidi olan yer, Hemingway’in de favorisi. El Floridita, Hemingway’e ilham veren ve onunla özdeşleşmiş olan yerlerden, bu sebeple de içeride Hemingway’in büstü bulunuyor. Bunların ötesinde, El Floridita, günün her saati Küba müzikleri dinleyip dans edebileceğiniz ve Küba’daki en güzel daiquiriyi içebileceğiniz şahane bir yer. Aynı zamanda internet erişimi sağlayan birkaç noktadan biri, bu yüzden gittiğiniz her saatte kalabalık olacak. Ancak bu kalabalık sizi vazgeçirmesin, beklemeye kesinlikle değer.
Hemingway’in diğer favorisi ise Bodeguita del Medio. Yine müzikler, danslar, kokteyller… Konsept olarak Floridita’nın aynısı diyebilirim ama tek bir farkla: buraya uğradıysanız daiquiri değil mojito içmeniz gerekiyor. Havana’daki en iyi mojito kesinlikle burada yapılıyor. Bodeguita del Medio “bloğun ortasındaki küçük bar” anlamına geliyormuş. Gerçekten de isminin hakkını veriyor: Küçük, salaş ve her daim kalabalık bir mekan. Duvarlarında Hemingway graffitileri bulunuyor. Kısaca, Havana’dan bu iki mekana uğramadan dönerseniz çok şey kaybedersiniz.
Hemingway’in izlerine devam etmek istiyorsanız Havana’ya 15 km uzaklıkta bulunan evini (şu anda müzeye dönüştürülmüş durumda) ve ona İhtiyar Balıkçı ve Deniz kitabını yazdıran balıkçı kasabası Cojimar‘ı da ziyaret edebilirsiniz.
2. Coppelia’da Fidel’in Dondurmasını Deneyin
Dondurma severler buraya! Coppelia, Havana’daki çok ünlü bir dondurmacı ve şehrin birkaç noktasında şubesi bulunuyor. Coppelia’ya gidiyorsanız 30-40 dakika sıra beklemeyi göze alarak gidin. Biraz sıra beklemeli ve haliyle zaman kaybetmeli bir etkinlik. “Dondurma için değer mi” diyebilirsiniz, kesinlikle değer! Çünkü burası Fidel’in dondurmacısı. Fidel, 1960’ta Kanada büyükelçisine dondurma yollamasını emretmiş. Her çeşidi tek tek denedikten sonra daha iyisinin Küba’da yapılması için sağ kolu Cecilia Sanchez’i bu işle görevlendirmiş. Coppelia’da ilk başta 26 çeşit dondurma çıkartılmış. 26 sayısının önemi elbette ki 26 Temmuz hareketinden geliyor. Dondurma bile olsan Küba’daysan devrimle bir alakan olmalı elbette. Her ne kadar Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından Küba ekonomisi de çökmüş ve Coppelia’nın eski kalitesi kalmamış olsa da Kübalılar hala buraya bayılıyorlar.
3. Bocoy Factory’de Kahve Molası Verin
Bocoy Factory; her yeri Küba bayrakları, Che ve Fidel fotoğraflarıyla dolu, çeşit çeşit kahve, rom ve puro satan bir fabrika. Ayrıca, buraya gittiğinizde dünyanın en iyi kahvelerinden biri olan Küba kahvesinin nasıl yapıldığını izleyebiliyorsunuz. Yine içinde bulunan küçük bir barda rom çeşitlerini de deneme fırsatını sunuyorlar. Buraya daha çok rom, puro ve kahve alışverişi için gelmenizi tavsiye edeceğim. Hem ürün çeşitliliği açısından sizi memnun edecek, hem de ürünlerin orijinalliği konusunda hiçbir şüphe duymanıza gerek olmayan bir yer. Ürünleri deneme imkanınız olduğu için satın almadan önce deneyip zevkinize göre karar vermeniz mümkün oluyor.
4. Fabrica De Arte Cubano’da Eğlenin
Şehrin modern kısmı olan Vadedo’daki tek favorim. Burası Küba’da alışkın olduğunuz manzaraların dışında bir yer olacak. Bir sanat merkezi olarak kurulan Fabrica De Arte Cubano, resimden müziğe birçok etkinliğin yapıldığı modern bir merkez. Şehrin en popüler eğlence mekanı Tropicana olmasına rağmen ben Fabrica De Arte Cubano’yu gerek konsept, gerekse müzikler yönünden daha çok beğendim.
5. Hotel Nacional’de Konaklayın
Gezmeniz gereken yerler genellikle Habana Vieja’da, bu sebeple de turistlerin konaklamak için tercih ettiği yer genellikle bu bölge oluyor. Ancak ben konaklamak için kesinlikle Hotel Nacional’i tavsiye ediyorum. En eski otellerden biri ve tarihi bir öneme sahip. Birçok ünlü isim de burada konaklamış: Frank Sinatra, Marlon Brando, Kate Moss, Leonardo DiCaprio… Konaklamayacaksanız bile mutlaka gezmenizi öneririm. Otel çalışanları turistler için otelin tarihini anlattıkları küçük turlar düzenliyorlar. Otelde konaklamasanız bile bu turlara katılabiliyorsunuz. Kokteylinizi yudumlarken Küba müzikleri dinleyebileceğiniz çok keyifli bir bahçesi de bulunuyor. Kısaca, mutlaka uğrayın ve deniz kenarında bulunan bahçesinde bir mojito için!
-
Vinales
Havana, Trinidad ve Santa Clara kadar popüler olmasa da benim Havana’dan sonraki favorim kesinlikle Vinales oldu. Küba’ya turla gitmedim ancak Vinales Vadisi için özel bir tura katıldım. Eğer gitmeye karar verirseniz siz de mutlaka tur satın alın çünkü bireysel gezmek için uygun bir rota değil. Vinales’i bir günde gezebilmeniz mümkün, bu yüzden konaklamanıza gerek yok; Havana’dan yapılan günlük turlara katılmanız en mantıklısı olacaktır.
Vinales pek çok açıdan görülmeye değer, ama bence en önemlisi dünyanın en büyük duvar resminin Vinales’te bulunuyor olması. Bu yüzden ilk durağınız mural de la prehistoria olsun. Dünyanın en büyük duvar resmi olan mural de la prehistoria, Vinales’e 3-4 km’lik mesafede bulunuyor. Resim, 1961 yılında Leovigildo Gonzalez Morillo tarafından tasarlanmış. 4 senede bitirilebilen resmin yapımında 18 ressam çalışmış. Bu ressamlardan birinin Frida Kahlo’nun büyük aşkı Diego olduğuna dair bir rivayet de var. Evrimi sembolize eden resimde sırasıyla salyangoz, dinozorlar ve ilkel insan figürleri yer alıyor. Resmin olduğu alanda küçük bir bar bulunuyor. Eğer giderseniz buraya da mutlaka uğrayın, Küba’daki en güzel pina coladayı burada içtim. Mutlaka deneyiniz!
Vinales puro fabrikalarının ve tütün tarlalarının çok sık bulunduğu bir yer, dolayısıyla buraya gidince puronun yapım aşamasını izleme fırsatınız olacak. Sadece fabrikada sarılan puroların değil, çiftçilerin evini ziyaret ederek çiftçi purosunun yapımını da izleyebilirsiniz.
Yeşilin her tonunu barındıran, dünyanın en büyük duvar resmini görebileceğiniz, puronun yapım aşamasını izleyebileceğiniz ve tütün tarlalarının arasında at binebileceğiniz türden bir yer Vinales. İklimi ve doğasıyla kendine hayran bırakıyor. Kısacası, Vinales’i mutlaka rotanıza ekleyin.
-
Trinidad
Havana’ya yaklaşık 6 saatlik mesafede bulunan Trinidad, Havana’dan oldukça farklı bir yapıya sahip. Eski evleri ve renkli arabaları burada daha az göreceksiniz. Trinidad, Küba’nın en eski yerleşimlerinden ama şeker üretiminde çalışan köleler, isyandan kaçıp buraya yerleşene kadar bu bölgede çok fazla yerleşim yokmuş. 1800lerde burada kurulan şeker değirmenleri sayesinde Trinidad en görkemli dönemini yaşamış. Şeker o zamanlarda sadece aristokratların sofrasında görülen bir şey olduğu için, ithal edilen şekerlerle burada saraycıklar yapılmış. Keza evler için İtalya’dan mermerler, Fransa’dan kiremitler, Almanya’dan yer döşemeleri getirilmiş. Sadece evler değil, bu evlerle çevrili Plaza Mayor meydanı bile dünyanın her köşesinden gelen malzemelerle yapılmış.
Plaza Mayor
Bahsettiğim evlerin hepsi bu meydanda yer alıyor. Dolayısıyla Plaza Mayor’da bu evleri gezerek rotanıza başlayabilirsiniz. Bunların dışında yine Plaza Mayor’da bulunan Romantik Dönem Müzesi, Arkeoloji Müzesi ve Kolonyal Mimari Müzesi’ni gezmenizi tavsiye ederim. Meydanda çevrili yapıları gezdikten sonra gelelim Trinidad’a asıl ruhunu veren yerlere…
- Casa Templo de Santeria Yemaya: Küba ve din, dünyadaki diğer sosyalist ülkelere göre değerlendirildiğinde farklı bir yapıya sahip. Ülkenin büyük çoğunluğu bir inancı benimsemiş durumda ve dinlerine çok bağlılar. İspanyolların Afrika’dan getirdikleri köleleri Katolik yapmak için verdikleri çaba sonucu ülkenin %60’ı Katolik, %5’i ise Protestan olmuş. Ülkenin %15 gibi hiç de azımsanmayacak bir kısmı ise Santeria inancına sahip. Afrika’dan getirilen köleler, Antik Yunan inancına benzer, bir sürü tanrının olduğu Yoruba inancını getirmişler. Ancak İspanyollar köleleri zorla vaftiz ederek Hristiyan yapmış ve Yoruba’yı da yasaklamışlar. Köleler, İspanyollara itaatkar görünmek için Hristiyan azizleri Yoruba inancından tanrılarla eşleştirmiş ve onlara dua etmeye başlamışlar. Kilisede dua ediyor gibi görünürken aslında içlerinden Yoruba tanrısı ile konuşuyorlarmış. Yıllar içinde bu iki inanç birbiriyle iç içe geçmiş ve yeni bir din olan Santeria ortaya çıkmış. Tanrılarını genellikle siyah İsa heykelleri ve zenci bebeklerle tasvir ediyorlar. Bunları tanrı anlamına gelen orisha olarak adlandırıyorlar. Yemaya da Santeria’nın en önemli orishalardan biri. Yemaya’nın evi Trinidad’da yine Plaza Mayor’a çok yakın bir yerde bulunuyor. Burası aynı zamanda bir ibadethane. İçeride Yemaya’yı tasvir eden zenci bir bebek bulunuyor, duvarlara ise okyanus dalgaları ve balıklar resmedilmiş çünkü Santeria’ya göre en güçlü orishalardan biri olan Yemaya, okyanusların tanrıçası. Dünya üzerindeki bütün suların Yemaya tarafından yönetildiğine inanılıyor ve o aynı zamanda bütün canlıların annesi olarak görülüyor. Farklı dinlere merakınız varsa Santeria mutlaka ilginizi çekecektir. Bu sebeple Trinidad’da Santeria için büyük öneme sahip Yemaya’nın evini mutlaka ziyaret edin.
- La Canchanchara: Güzel müzik ve kokteyl isteyenler için şehrin en doğru adresi diyebilirim. Trinidad’ın en popüler barlarından biri olduğu için her daim çok kalabalık oluyor. Gerek Küba’dayken, gerek Küba’ya gitmeden önce çok fazla tavsiye edildiği için yolum Trinidad’a düşünce hemen uğradım. Canlı müzik sadece akşamları değil günün her saatinde oluyor, bu yüzden siz de benim gibi her mola verdiğinizde buraya kaçabilirsiniz.
- Museo Restaurant 1514: Tepeden tırnağa antika ile dekore edilmiş; buram buram nostalji kokan bir müze restoran burası. Dantelli masa örtülerinde yemek yemeye, porselenlerinde çay içmeye kıyamayacaksınız. Mutlaka bir akşam yemeğinizi buraya ayırmalısınız. Burası Küba yolculuğunuz boyunca gelebileceğiniz en lüks ve romantik yerlerden biri. Ama gitmeden önce rezervasyon yaptırmayı unutmayın!
-
Santa Clara
Santa Clara’da konaklamanızı, hatta birkaç saatten fazlasını ayırmanızı tavsiye etmem. Che’nin mezarı dışında görmeniz gereken önemli bir yer yok. O yüzden Trinidad dönüşü Havana’ya geçerken uğrayabilirsiniz Santa Clara’ya. Che’nin mezarının burada olmasından dolayı Santa Clara, Che ile özdeşleşmiş bir şehir. Che, şüphesiz dünyanın en çok tanınan lideri. Meşhur portresine dünyanın her köşesinde rastlamak mümkün. Che’nin Küba için önemine önceki yazımda değinmiştim. Devrimin en önemli lideri Che’nin mezarını ziyaret etmek bence Küba gezisinin olmazsa olmazlarından. Müze ve anıt mezardan oluşan yapının önünde Che’nin heykeli yer alıyor. Heykelin yanında devrimi anlatan duvar resmi ve Fidel’e yazdığı mektubun kabartma şeklinde yapılmış duvar yazısı bulunuyor. Müzenin içinde Che’nin çocukluğundan ölümüne kadar olan fotoğrafları, özel eşyaları, silahları, mektupları bulunuyor. Ayrıca müzeye girerken ciddi bir güvenlik önleminden geçiyorsunuz; içeriye telefon ve çanta dahil hiçbir şey sokmanıza izin verilmiyor.
Küba gezisi için on günlük süre ayırmıştım ve bu sayede istediğim şehirleri rahatça gezebildim. Ama siz bunlarla da sınırlı kalmayın; Küba’nın altını üstüne getirin çünkü Küba, her köşesi keşfedilmeye değer bir ülke.