Malumunuz, ülkenin; hatta dünyanın gidişatı son zamanlarda biraz karışık. Maalesef 2020, onu ziyadesiyle coşkulu kutlamamıza rağmen beklediğimiz neşe ve mutluluğu bizlere sağlamakta yetersiz kalmayı sürdürüyor. Koronavirüs (Covid-19) ve ondan kaynaklı dünya karantinası, bu duruma verilebilecek en yerinde örneklerden yalnızca birkaçı.
Karantina demişken, dünyanın tamamı gibi sizler de eve kapanmaktan memnun değilsinizdir eminim.
Bunun için hayli aksiyonlu bir önerim var: Prince of Persia.
Ve hayır, mükemmel kadrosuna karşın korkunç olan filminden bahsetmiyorum, üç serilik (sonradan çıkan oyunlarını hiç oynamadım ve orijinal üçlüye kıyasla güzel de görünmüyorlar zaten) bilgisayar oyunundan bahsediyorum, zira filmine kıyasla kendisi hayli bağımlılık yaratıcı.
Hemen konuya girip seriyi biraz yüceltmem gerekirse, 2000’lerin en sevilen oyunlarındandır ve bence muazzam bir hikâye örgüsüne sahip. Modası asla geçmiyor (daha dün ilk oyununu bitirdim mesela). İnsana, “Ah, nerede o eski, güzel hikayesi olan oyunlar!” diye iç çektirten oyunların başında yer alıyor – hatta kimi sitelerde Assassin’s Creed serisinin ilham kaynağı, babası gibi tatlı yorumlara bile rastladım.
Üstelik, benim gibi değil vurdulu kırdılı dövüş oyunları sevmeyen, Sims dışında doğru düzgün oyun oynamayan kızları bile kendine bağlama yeteneğine sahip çünkü karakteri her kim yaratmışsa bayağı şirin yaratmış. Şahsen çocukluğumdan beri sürmekte olan bir vurgunluğum var sevgili prensimize.
Ha, bu arada, oyunda sayısız bubi tuzağı, engeller ve daha nicesi var. O yüzden hırs yapıp sinir krizi geçirmekte son derece haklısınız.
Bu kadar övdüm, her birinin öyküsünü –fazla ayrıntıya girmeden– anlatmaya başlayayım hemen!
- Prince of Persia: The Sands of Time
İsimsiz prensimiz, ilk oyunda fazlasıyla genç olmasının yanı sıra, bir hayli de egoist ve bütün kibirli soylular gibi savaşa katılarak şan, şöhret kazanabileceğini ummak gibi saçma yanılgıları var. Fakat istediğini alır ve babasıyla birlikte, Hindistan Kralı Maharaja’nın şehrine saldırır. Çatışma sırasında askerleri Zamanın Kumları’nın olduğu bir kum saatinin peşindeyken, hazine odasına sızmayı başaran karakterimiz “zaman hançeri” adlı bir hançer bulur. Şehri fethetmelerinin ardından, kum saatini hediye etmek üzere Azad’a yola çıkarlar. Kutlama sırasında, ihanet peşinde koşan vezir, ölümsüz olma amacıyla prensimizi kum saatini açması için kandırır ve böylelikle şehrin popülasyonunun neredeyse tamamı büyülü kumlar tarafından canavarlara çevrilir.
Prensimiz de Sultan Maharaja’nın kızı Farah ile birlikte, prensin egosundan kaynaklı hatayı düzeltmek için harekete geçerler.
Şahsen ben ikisini acayip yakıştırıyorum ve ne zaman oyunu bitirsem ya da YouTube’dan videolarını izlesem içim burkuluyor.
Oyun 2003 yapımı, ancak Steam’de ve internet sitelerinde halen bulabilirsiniz. Üstelik grafikleri de 17 senelik bir oyun için ziyadesiyle iyi.
- Prince of Persia: Warrior Within
Önceki bol mavili, gece manzaralı duvar kağıdımızdan sonra bu biraz kanlı ve karanlık gelmiş olabilir gözünüze, haklısınız. 2004 yılında çıkan Warrior Within; serinin en kanlı, en karanlık, hatta yer yer en korkutucu oyunu olabilir. Efektleri etkileyici, hikayesi ise hayli derin, gizemlerle dolu bir oyun. Birazdan bilmem kaçıncı defa indirecek olmama rağmen hala kendisinden biraz çekiniyorum.
İkinci oyunumuzda, son macerasından bu yana aradan yedi yıl geçen Pers Prensi; peşine düşen Dahaka isimli bir canavardan kaçmak zorundadır. Zaman Çizelgesi Gardiyanı olan Dahaka’nın görevi, Zamanın Kumları’nı açıp çizelgeyi bozan prensi öldürmektir. Bu sebeple prensimiz avlanmaktan nasıl kurtulacağını öğrenme gayesiyle yaşlı bir bilgeyle görüşür ve kumların yaratılışını önleyip kaderini değiştirme umuduyla Zaman Adası’na gitmek üzere yola çıkar.
Burada korkunç gardiyan dışında da bir yığın kum yaratığıyla mücadele eden prensimiz, Zaman İmparatoriçesi, aynı zamanda Zamanın Kumları’nın yaratıcısı Kaileena ile birbirlerini öldürme üzerine kurulu kıyasıya ve romantik bir maceranın içine düşer.
Gidişata göre iki tane alternatif bitişi var. Bu yüzden oynarken dikkatli olmanızı ve karşılaştığınız bütün yolları denemenizi öneririm zira nereden ne çıkacağı asla belli olmuyor.
- Prince of Persia: Two Thrones
Üçüncü oyunumuzda, kaderini nihayet düzene soktuğuna dair ufak umutları olan karakterimiz, Pers Krallığı’nın başkenti Babylon’a dönüp şehri alevler ve kuşatma altında görünce aslında hiçbir şeyi başaramadığını anlar. Gemisi alevli ok yağmuruna tutularak batırılır; kendini terk edilmiş bir kıyıda silahsız olarak bulur. Yol arkadaşı ve yeni aşkı Kaileena ise gözlerinin önünde kaçırılır (eh, Farah’yı bırakıp, kızdan aldığın madalyonu denize atarsan olacağı buydu).
Prensimiz tabii ki hiç vakit kaybetmeden sevgili aşkını kurtarmak için harekete geçer ve sonunda şehrini işgal eden vezir ile yüzleşir (kendisi hala ölümsüz hayat peşinde koşuyordur).
Vezir, ölümsüzlük için Zamanın Kumları’nı ikinci defa serbest bırakır ve karakterimizin de lanetlenmesine sebep olur. Prensimiz, karakterinden daha egoist, umursamaz ve manipülatör ikinci “karanlık” kişiliğiyle vezirin peşine düşerken birkaç tanıdık yüzle de yeniden karşılaşır.
Evet, detaylarda boğulmadan elimden geldiğince anlatmaya çalıştım oyunların öyküsünü. Kendileri, bu karantina sürecini katlanılır kılmamda bana fazlasıyla yardımcı oluyorlar, umarım sizlere de olurlar!
Sağlıkla kalın!