Zamanınız daralıyor. Yelkovan ve akrep sizi kovalarken arkanıza bakmaktan korkar olmuşsunuz. Bir yolda ilerliyorsunuz ama varacağınız yerin sizin için çok önceden belirlenmiş olduğunu fark etmiyorsunuz. Her birimiz hayatta farklı patikalar deniyoruz, farklı engelleri aşıyoruz ama yolun sonu neden hep aynı yere varıyor? Hayatta her şey elimizden kayıp, ufalanıp kaybolmaya mahkum mü? Her hikaye bir sona sahip olmak zorunda mı?
“Her yol Roma’ya çıkar” ifadesi yıllardır dillerde dolanıp dururken son günlerde de kendini sosyal medyanın elinde buldu. Aslında bu ifade Fransız şair Alain de Lille’den geliyor. Roma İmparatorluğu’nun yollarının tamamının Roma’nın merkezinden dallanmasına, yani hangi yoldan yürünürse yürünsün varış noktasının daima Roma olacağına dayanıyor. Roma burada bir sonu, bir kaybı, bir hayal kırıklığını, belki de ölümlülüğü simgeliyor. Herhangi bir hedefe ulaşmak için hangi yolu seçersek seçelim, sonun hep aynı yerde biteceğini hatırlatıyor.
Sosyal medyada ise bu düşünce Alice Harikalar Diyarında kitabından karakterler ile ele alınıyor. Beyaz tavşan cep saati ve endişeli tavrıyla “geç kaldım” diye sayıklarken peşinde koştuğu dakikalar da eriyip kayboluyor. Zaman gittikçe daralıyor. Hayatta her şey yolunda gitmeye başladığı anlarda tıkırdayan saatini göstererek biraz da alaycı bir şekilde bize hiçbir şeyin sonsuza kadar süremeyeceğini ve her hikâyenin bir sonu olması gerektiğini hatırlatıyor. Okuduğumuz her kitabın er ya da geç son sayfasını çeviriyoruz. Bu “kitap” aslında hayatı, takip edilen patikayı ifade ediyor. Peki, bu kitabın sonu sizin elinizde değilse kim bu hikâyeyi yazıyor? Sonuçta kendi öykünüzü kaleme alan siz değilseniz, son sayfada istenmeyen bir sonuçla karşılaşmak kaçınılmaz olmaz mı?

Her yol Roma’ya çıkıyorsa, Roma da her yola çıkar. Klişe ama doğru. En dipten başlarsanız gidebileceğiniz tek yön yukarı olacaktır. Başlangıç noktanız zaten “Roma” ise kitabı tersten okuyarak istenmeyen sonlardan uzaklaşabilirsiniz. Sonuçta varış noktasını seçmekte özgürsünüz. Hatta kendi yolunuzu kendiniz çizip inşa ederseniz, kitabınıza neyi dâhil edeceğinizi seçerseniz, yolunuzun Roma’ya düşmemesi için elinizden geleni yapabilirsiniz. Ancak düşündüğünüzün aksine hikâyenizin belki bir sona bile ihtiyacı olmayabilir.
Şu an aklınıza gelen bilinçli ya da bilinçsiz olarak yaptığınız herhangi bir şeyin temel sebebi ne olabilir? Hayattaki çırpınışlarımız, bir şeyleri kovalamamız aslında bir şeyler başarma, bir hedefe ulaşma arzusundan budaklanır. Bir amaç uğruna yaşamak ve bir tamamlanmışlık hissine kavuşmak isteriz. Belki de aslında hikâyeye, yazmak değil bitirmek için başlarız. Tavşana göre de her hikâyenin bir sonu olması gerekirken, Cheshire kedisi öykülerin belirsizlik içinde de var olabileceğini fısıldar. Sonsuza kadar yazamazsınız belki ama bütün olasılıkları askıda tutabilir, ne yazacağınızı seçebilirsiniz. Kedinin herhangi bir yere koşturmaya ihtiyacı yoktur çünkü neyin ne zaman olacağını o belirler. Kendi gerçekliğini kendi yaratabileceğinin farkındadır.

Ben de çevremde gördüğüm çoğu kişi gibi hep bir şeylerin çözümlenmesini istedim. İçinde bulunmaktan rahatsızlık duyduğum o meçhulden daima uzaklaştım, olayları nihayetine kavuşturmak için çabaladım. Sabırsızlığımın kurbanı oldum. Beyaz tavşan gibi hayata geç kalmamak için hep koşturdum ama bir süre sonra arkama baktığımda sapmak istemediğim belirsiz yollardan değil hayatın kendisinden kaçtığımı fark ettim. Kitabın tozlu sayfaları arasında kendimi kaybettim. Ne yazdığım öykü ne de sonu artık bana ait değildi. O noktadan sonra ne yazsam fayda olmazdı çünkü hikâyem başlamadan bitmişti.
Peki, neyi yanlış yaptım? Belki de yolun nereye çıkacağından oldukça emin şekilde ilerlediğim için her seferinde kendimi aynı yerde buldum. En başından her yolun aynı noktaya varacağını düşünerek diğer ihtimalleri eledim.
Hayat, belirsiz bir serüven. Dizginlemesi bize kalmış. Yürümek istediğim o yolun hikâyesini yazmaya baştan başladığım sefer, sonunu da açık uçlu bırakabilirim. Yaşamak istediklerimi birer birer öyküme dâhil edebilirim. Akıntıya kapılıp başıma buyruk sürüklenip gidebilirim ve bundan tarifsiz bir keyif alabilirim. Hayatta geriye saymaktansa, her bir saniyeyi sindirerek, her anı dilediğimce yaşayabilirim. Zaten yalnızca sonsuza dek süremeyecek şeylerin keyfi gerçekten çıkartılabilir.
Bu sebeple her hikâyenin şüphesiz sona ermek zorunda olduğunun kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum. Fakat her zaman bu sona hazırlıklı olmak zorunda değiliz. Bazen önümüze bakınca pustan başka bir şey göremeyiz. Hayat burnumuzun ucunda olsa da ulaşamayacak kadar uzakta gelir. İşte o zaman, hayatın belirsizliğini korkusuzca kucaklamaktan başka çaremiz kalmaz. Kaybolmuş hissederiz belki ama o muğlaklığın içinde kendimizi buluruz. Yolun ne kadar uzun süreceği ve varış noktası önemini yitirir. O yolculukta attığımız her bir adımın açtığı binlerce kapı ile keşfederiz hayatı.
Her hikâyenin bir sonu varsa mutlaka bir başlangıcı, ortası da vardır. Her yol Roma’ya çıkıyorsa bu yolda korkusuzca yürümek de marifettir. Patikamız dolambaçlı olabilir ama kalem hep bizim elimizdedir.

Kaynakça
Caroll, L. (2006). Alice Harikalar Diyarında. New York.






