Bilmiyorum ne zamandı, insanların bu garip ve sebepsiz öldürme isteğiyle tanıştığım zaman. Şaşırdım mı, korktum mu… Ne hissettiğimi hatırlamıyorum bile.
İnsan soruyor, dokunduğu, okuduğu, bir şekilde müdahil olduğu çoğu şey yıkım ve acı içeriyor. Tarih iki büyük savaş içeriyor, ki tarih aslında insanlığın bir reçetesi. Şimdi burada öyle keskin, öyle isabetli bir formül verip bu kin ve nefret yumağını o kilit ipliği çekerek çözeceğim, diyemem. Hatta, eğer doğruluğundan şüphe duymuyorsanız fikrinizi dahi değiştirebileceğimi sanmıyorum ama… Kendim için, denemek zorundayım.
Diyebilirsiniz ki, nedir yani? Savaşı mı yaşadın? Neyi gördün, eline silah mı aldın? Öldün mü, öldürüldün mü?
Hayır.
Daha yeni The Pianist‘i izledim ve dehşete düştüm. Sadece bir film, manipülatif ve aşırı kısımları da var üstelik. Biliyorum, biliyorum ama bozuk saat bile günde iki kere doğruyu gösterir, derler. Gerçek olabilecekleri düşünmek beni korkutuyor. Öte yandan öyle sarsıldım ki insanın sebepsiz öldürme arzusundan. Bize dayatılan herhangi bir şeyi sorgulamayışımızdan. Almanlar, Yahudileri katletti ama doğru olanın bu olduğunu düşündüler. Çünkü liderleri, Hitler, Kavgam‘da bahsettiği gibi doğru olanın bu olduğunu söyledi. Belki, buna gerçekten inanıyordu da. Ondan çıkan bu nefret ve öldürme arzusu milyonların zihnine de bir tohum gibi ekildi. Bir kısmına ekilmedi de, filizlendi.
İşte bu beni korkutuyor çünkü çok tanıdık. Kendi etrafımdaki insanlarda görüyorum, bazen kendimde görüyorum. Sabah kalkıp ait olduğumu hissettiğim bir toplumda, sosyal medya ya da haberler vasıtasıyla şunlara ölüm, bunlara ölüm tarzı ifadelere denk geldikçe aklıma üst paragrafta bahsettiğimiz Nazi Almanyasının durumu geliyor. Çünkü bize de bu söyleniyor. Siz Türksünüz , siz Müslümansınız, siz solcusunuz-sağcısınız… Aklınıza ne gelirse artık. Biz de sırf başka görüşte, inanışta, inançta vs. olduğu için birilerinin ölmesini istiyoruz.
Şimdi de diyeceksiniz ki,
“Sadece çıkar çatışmasından dolayı biz kimseyi öldürmeyiz; biz kimseye benzemeyiz, biz merhametli insanlarız. Hem ayrıca sen bir ütopyadan bahsediyorsun çünkü dışarıda senin herhangi bir özelliğinden dolayı sana düşman olacak bir sürü insan var. En basitinden, tarihine bak. Yoksa, neler yaşadığını unuttun mu?”
– Acaba her devlet ya da her insan da aynı şeyi söylüyor mudur? –
Bu sorular ya da nefreti meşru çıkaracak cevapları, benim için birer kılıf. Bayramlarda dağıtılan altın kaplı çikolatalar vardı bilir misiniz? İşte sorular ve cevapları üstündeki o altın kaplamaya benziyor, insanları kandırmak için. Aklınız başınıza geldiğinde anlıyorsunuz aslında onun sadece bir çikolata olduğunu.
Geçenlerde başka bir yere yazmıştım, biri sizden birini öldürdü diye siz de başkasından birini mi öldüreceksiniz? Göze göz, dişe diş. Adalet midir bu? Söyleyeyim, ölüme ölüm adalet değil, deliliktir. Ayrıca birini öldürerek, birini öldürmeyi meşru sayarak adaletli falan olmuyorsunuz.
Ben her haber izlediğimde arkadaşlarımın, yakınlarımın, ailemin “düşman”ların başına gelen herhangi bir şeyde ‘Beter olsunlar!’ dediğini duymak zorunda mıyım? Belli bir görüşe, belli bir inanca, belli bır ırka mensup olmadığım için düşman kazanıyorum. Ne büyük ahmaklık! Ne büyük hata! Ne fark edecek? Hepimiz insan değil miyiz, ortak paydamız belli değil mi? Niye bölünüyoruz, niye bölüyoruz? Allah aşkına neden? Ben çok sıkıldım, hain ilan edilmemek için kendi düşüncemi saklamaktan.
Neden birilerinin ölümünü isteyip ölen insanları da kahraman ilan ediyoruz? Neden nefrete bu kadar tutunuyoruz? Şimdi de diyeceksiniz ki, “İyi de biri kalkıp senin anne babanı öldürse sen de onun ölmesini istemez misin?”
Size Polyannacılık oynamanın bir anlamı yok, kendime yalan söylemenin de öyle. İsterim ama ben temelde insanların birbirinden çok da farklı olduğuna inanmıyorum. Yollarımız ne kadar ayrılmış olursa olsun, temelde aynı yerden başlıyoruz. Dolayısıyla, daha önce Türkçe blog yazılarımın birinde de yazdığım gibi, insana kıymak kendine kıymaktır. Anlayacağınız, nefretin tutunulacak bir dal olmadığını biliyorum. Size Müslüm filmini neden çok sevdiğimi anlatayım, merak etmeyin konudan çıkmıyorum. Burası biraz spoiler olacak -ölmüş birinin hayatından spoiler vermek de garip bir his doğrusu-. Müslüm Gürses konseri sırasında bir hayranı tarafından bıçaklandı. Sonra, hayranını affetti. Gözyaşlarına boğuldum ve hem film sırasında, hem de filmden sonra uzun uzun ağladım. Çünkü bu bence, herhangi birinin yapabileceği bir şey değildi; affetmek yani. Sonra bir gün anladım ki, beni bu denli şoka uğratan şey benim asla yapamayacağımı düşündüğüm “affetmenin”, aslında mümkün olduğunu görmemdi, yani affedebileceğimi fark etmemdi. İnsanlığın bu denli kudretli bir erdeminin varlığına tanık olmak, varlığından haberdar olmayan ruhumu var olduğunu bilmediğim limanlara savurdu. Kurtuldum, biliyor musunuz? Nefretin sürekli taşımak zorunda olduğum dikeninden kurtuldum, sönmeyen dalgalarından sessiz limanlara sığındım. Şimdi de size diyorum ki, nefret etmek kolay olabilir ama affetmek insanı insan yapan yegane şey. Affetmek, zor olabilir ama bir gün birini affederseniz, anlıyorsunuz ki kendinizi de affedebilirsiniz.
Bütün bunları anlattıktan sonra, bana diyebilirsiniz ki, “İyi de ben değişsem bile dünya aynı kalacak”. Haklısınız belki ve birden fazla insandan sorumlu olduğunuz bir konumdaysanız dediklerimi uygulama şansı da bulamayabilirsiniz, ama ben sıradan bir vatandaşım. İnsanlar için insanlığımdan olmaya gerek yok. O yüzden de haykırabiliyorum gönlümce: Dünya istediği kadar bozulmuş kalsın, ben düzelmeye çalışacağım!
Merve Koç
Bu yazıya cevaben ikinci bir yazı yazmak istiyordum fakat burası yeterli. En çok okunan yazım olan bu yazı ile bugün aynı noktada durmuyorum. Daha sonra yayımlanan Huzursuzluk ile başlayan yazılarıma bakacak olursanız, dünyanın benim sandığım kadar toz pembe olmadığını yavaş yavaş kavradığımı göreceksiniz. Bu yazıyı yazarken, iyi ya da kötü, her insanın aynı noktada başladığını ve ne olursa olsun insan olduğunu söylemiştim. Basitçe, bu cümlenin bugün bir değeri yoktur benim için. Çünkü zamanla gördüm ki, insanlık benim hayal edebileceğimin ötesinde bir bozulma ile karşı karşıya. PKK’yı örnek alın, sırf mehmetçiğin vuramayacağını bildikleri için canlı bomba olarak çocukları kullanan PKK’yı. Nasıl olur da onlar da insan diyebilirim? Hayır. Kendini savunma ve insanlık onurunun değerinin farkına varma bu yazıda üstünde durmadığım kavramlar ama çok önemliler. İnsan olmak insan kalmak için yeterli değil. Bazı hataların affedilmesi mümkün değil. İntikamı delilik olarak adlandırmak, onu hiç taşımayan bana düşecek bir şey değil. Fazla merhamet vatana ihanettir.
Bu yazı, henüz dünyayı tanımamış ve bu sebeple de cismen insan görünenleri ismen insan olarak sınıflandıran 18 yaşında deneyimsiz bir gencin, hatta çocuğun, kaleminden çıkmıştır. Bu yazı asla ve asla başka amaçlara alet edilmemeli, sadece bir film üzerine şaşkınlık olarak yorumlanmalıdır. Maalesef, öğrendim ki, herkes insan kalmıyormuş. Benim rahatım için can verenlere ne yapıp ne yapmayacaklarını bir kere bile düşman saldırısına uğramamış ve dolayısıyla yüzleştikleri tehdidin büyüklüğünü anlamamış benim söylemem çocukluğumdandır ve haddime değildir. İyi günler dilerim herkese.