Bu yazıyı okumadan önce, 23 Nisan 2016 tarihinde yazdığım “Hukuk Kliniği, Neden Olmasın?” başlıklı yazıyı okumanız, hem bahsedeceğim sürecin neden üzücü olduğunu, hem de hukuk kliniklerinin ne olduğunu anlamanız açısından faydalı olacaktır.
Yukarıdaki yazıyı yazalı altı aydan fazla oldu. Bu altı aylık süreçte yaşananları ve hukuk kliniklerinin fakültemizde neden ol(a)madığını sizlerle paylaşmak istiyorum. Öncelikle altı ay önceye gidelim. Ben ve hukuk fakültesinden arkadaşım, İbrahim Bulut, Hukuk Fakültesi Dekanlığı’na hukuk kliniklerinin fakültemiz bünyesinde de kurulmasına dair geniş kapsamlı bir proje sunduk. Bu projenin kapsamı oldukça genişti. Kliniklerin neden kurulması gerektiğinden tutun, kurulması halinde iki yıl içerisinde hangi seviyelere gelmesi gerektiğine dair gelecek planlarını da içeriyordu proje (Proje metnini arzulayan arkadaşlarla paylaşabilirim).
Proje dosyasında Adalet Bakanlığı yetkilileri ile temasa geçtiğimiz, onların desteğini aldığımız, fakat somut adımların atılabilmesi için dekanlığın bir talepte bulunması gerektiği yazıyordu. Adalet Bakanlığı ile temas oldukça verimliydi, zira Bakanlığın çıkardığı Adalet Reformu Strateji Belgesine göre hukuk klinikleri için Adalet Bakanlığı sponsor olacaktı.
Dosyada Ankara Barosu ile görüşmemiz de yer alıyordu. Baro başkanı Hakan Canduran çalışmalarımızı ve klinik girişimlerini hem biz öğrencilerin hem de ülkenin geleceği açısından çok faydalı buldular, desteğe hazır olduklarını ifade ettiler. Avukatların tecrübelerini paylaşacağı seminerlerden tutun, münhasıran klinikte faaliyet gösteren öğrencilerin katılabileceği staj programlarına kadar, büyük ölçüde destekçi olacaklarını ifade ettiler. Tabi, önce dekanlığın kabul etmesi gerekiyordu.
Ardından Ankara Üniversitesi’nde on yıla yakındır hukuk kliniği koordinatörlüğünü yürüten ve hukuk kliniği konseptini Türkiye’de en iyi bilen isimlerden birine, Gülriz Uygur’a gittik. Kendisi projemize dahil etmemiz için bir taslak müfredat (syllabus) hazırlamanın yanında, Bilkent gibi bir üniversitede hukuk kliniklerinin açılması durumunda, bunlara koordinatörlük yapabileceğini ifade etti. Tabi bunun için de öncelikle dekanlığın projeyi kabul etmesi gerekiyordu.
En nihayetinde yurt dışında klinik faaliyetlerini araştırdık. ABD ve Avrupa’da bu faaliyetlerin 100 yıla yakın süredir yapıldığını öğrenince sunduk projemizi dekanlığa. Proje, dönem başlamadan yapılan bir Fakülte Kurul toplantısında “gerekli görülmedi” ve reddedildi.
Peki ben bu yazıyı neden yazıyorum? Uğraşlarımın boşa çıkmasının verdiği hazımsızlıkla mı? Belki de… Ama şu bir gerçek ki, her geçen günle hukuk kliniklerine duyduğumuz ihtiyaç belirginleşerek arttı ve projemizin reddedildiği tarihten bugüne kadar ülke çapından 13 farklı üniversite bünyesinde hukuk kliniği açıldı.
Yukarıda linkini verdiğim yazının son kısmını ufak bir değişiklikle yine bu yazının sonuna koyuyorum. Ayrıca merak ediyorum, yaklaşan hukuk fakültesi öğrenci temsilciliği seçimlerinde adaylar bu konuyla ilgili ne düşünüyorlar?
Hukuk kliniklerinin;
- Türkiye’de on yıldır yürütülüyor olmasına,
- Toplumda dezavantajlı bireylerin sayılarının fazla, durumlarının vahim olmasına,
- Hukuk fakültelerimizde yoğun teorik eğitime rağmen pratik eğitime çok az yer verilmesine,
- Uluslararası sıralamalarda hukuk kliniklerinin, fakültenin sıralamasına ciddi etki etmesine,
- Kaliteli CV’ler için klinik faaliyetlerinin olmazsa olmaz olmasına, klinik tecrübesinin CV’lerde “iş tecrübesi” başlığı altında konumlanmasına
- Ve okulumuzda topluma faydalı olma arzusu içerisinde olan onlarca hukuk öğrencisi olmasına rağmen…
Neden bir hukuk kliniğimiz yok?
Neden olmadı?
Ömer Furkan Parmak
Sevgili Furkan Bey,
Yazınızı büyük bir dikkatle okuyup her noktasına katıldığımı belirtmek isterim. Değerli üniversitemizin, insanların sosyalleşmesi açısından büyük önem taşıyan partilere ayırdığı bütçeler kadar, yine en az onlar kadar önemli olduğunu düşündüğüm bu tarz çok yönlü katkısı olan projelere de bütçe ayırması gerekirken; mevcut durumda böyle faaliyetlere hevesli olan arkadaşlarımızın da hevesini kıracak biçimde davrandığını öğrenmek beni ziyadesiyle hayal kırıklığına uğrattığı gibi, dünya üniversiteler sıralamasında Türkiye’deki üniversiteler arasında birinci olmasıyla övünen bir üniversiteye de yakışmamaktadır. Bunun yanında, fakültemiz dekanı Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesinin ülkenin en iyi hukuk fakültelerinden olan Koç Üniversitesi Hukuk fakültesinden dahi iyi olduğunu nesnel bir değerlendirmeyle ortaya koyarken, aynı dekanlığın fakültemiz kalitesini ve öğrenci donanımını bariz bir biçimde artırmayı hedefleyen bir projeye, ki ülke genelindeki benzeri çalışmaların kaliteyi gerçekten artırdığına dair somut birikimler ortadayken, destek olmasının gerekliliği tartışılmaya dahi lüzum olmayan bir konuyken, sonuca etkisi bakımından köstek olmuş bir vaziyette bulunması ‘Bilkent’ markasına ve rahmetli İhsan Doğramacı’nın eğitim alanındaki hedefleriyle açık bir biçimde çelişmektedir. Bu alanda okulumuzun; ülkenin genelinde yer alan, geliştirmeye yönelik projelere destek olmak yerine köstek olmayı tercih eden çalışma politikasına yaklaşmış olduğunu gözlemlemiş olmaktan duyduğum üzüntüyü belirterek, Bilkent adını ve ülke hukuk ve demokrasisini, her türlü engel olmaya rağmen, sizin gibi hedefleri ve hayalleri sınır tanımayan genç beyinlerin ileriye taşıyacağına olan inancımı hala koruduğumu da ifade etmek istiyorum.
Saygılarımla
Pingback: Tartışma Kültürü ve Münazara – GazeteBilkent