Sevgili gezikolikler!

Dünyanın en hanımefendi, en beyefendi insanlarının yaşadığı, şehirciliğin ve yemek kültürünün ters oranda geliştiği, havası yüzünüzü pek güldürmese de gezilecek yerlerin gezip dolaşmaktan bitap düşebileceğiniz çeşitlilikte olduğu, kraliyet denildi mi akla ilk gelen şehre, Londra’ya hoş geldiniz! İki yazılık Londra turumuz boyunca iki şeyi yanımızdan eksik etmiyoruz; şemsiyemiz ve Oyster Card’ımız.

9 3/4 platformu

9 3/4 platformu

Turumuza İngiltere’nin yine bir diğer güzide şehri Cambridge’ten başlıyoruz (onu da bir başka yazıda gezeceğiz merak etmeyin). Belki demiyorum bile, muhakkak hepiniz izlemişsinizdir Harry Potter’ı, ondandır ki mutlaka meşhur King’s Cross istasyonu size bir yerlerden tanıdık geliyordur, hani şu dokuz üççeyrek peronunun bulunduğu yer. Cambridge’ten başladıysanız turunuza iki şansınız var; ya meşhur King’s Cross’a ya da genellikle ‘Off Peak’ denilen daha ucuz biletlerin gittiği ve tabi ki de bir öğrenci için en akıl kârı istasyon olan London Liverpool Street istasyonuna varıyorsunuz. Londra’ya adımınızı atar atmaz yapmanız gereken ilk iş, Londra’nın seyahat kartı olan bir adet ‘Oyster Card’ edinmek. Beş pounda satılan ve çeşitli yerlerde doldurabileceğiniz bu kartı seyahatiniz sonunda geri iade edip paranızı da geri alabiliyorsunuz.

Şimdi gelelim Türkiye’nin İstanbul ve Ankara gibi şehirleri başta olmak üzere kanayan yarası olan ancak Londra’da hayran kalacağınız ulaşım sistemine. Filmlerde sık sık karşılaştığınız, Londra’nın bir simgesi olmuş çift katlı otobüsler bir yana, bu şehrin en güzel yanı yer altı ulaşımı. Sizi Londra’nın genel havası olan o yağmurda yaşta dışarıya adımınızı attırmadan sizi bir yerden bir yere götüren öyle gelişmiş ve öylesine hızlı bir metrosu var ki, özenmemek elde değil. Aynı zamanda Oyster Card’ınızdan bir gün içerisinde sekiz pounddan fazla para çekilmiyor, sekiz poundluk yolculuktan sonra günün geri kalanında bedava gezebiliyorsunuz.

tumblr_lmkpsn62i41qgrx0i

Covent Garden

Bu teknik bilgilendirmeden sonra, artık turumuza başlayabiliriz. Ben bu yolculuğumuza adını çok duyduğum ve Londra haritalarında oldukça ilginç bir şekilde tabir edilen “Covent Garden” dan başlamak isterim. Covent Garden genellikle turistlerin ilgisini çeken çeşitli müze ve tiyatroların bulunduğu, bir alışveriş ve kültür bölgesi. Eskiden meyve, sebze satılan bir marketken şimdi daha çok turistik eşyaların satıldığı, sokak performanslarının sergilendiği bir yer. Çevresinde St Paul’s Kilisesi, Londra Ulaşım müzesi ve Royal Opera House gibi ziyaret edebileceğiniz ilginç yapılar var. Benim sizlere tavsiyem ise hazır günün bu kadar erken saatlerinde buradayız, Covent’in çeşitli restoran veya kafelerinden birini seçip, belki de ilginç bir sokak orkestrası eşliğinde kahvaltınızı yapmanız olacaktır.

Kahvelerinizi ya da İngiliz usulü sütlü çaylarınızı içtiyseniz artık yola çıkabiliriz, ne de olsa sıra Kraliçeyi ziyaret etmeye geldi. Buckingham Sarayı İngiliz Kraliyet ailesinin Londra’da ikamet ettikleri saraydır. Londra’nın büyük parklarından olan Green Park’ın bir köşesinde, Westminster’da ihtişamlı bir şekilde çılgın ve meraklı turist kalabalığının çekildiği yönde rahatça bulabilirsiniz. Her zaman olmasa da yılın bazı dönemlerinde rehberli turlarla sarayın içini de gezebilirsiniz. Her ne kadar bendeniz denk gelemesem de, önceden saatlerini araştırıp, kraliyet askerlerinin görev değişimini izlemek de ilginç olabilir. Hem kim bilir, şanslıysanız kraliçeyi bile görebilirsiniz.

Buckingham Sarayı

Buckingham Sarayı

Saray ziyaretimiz bittiğine göre biraz daha ihtişamlı yerlere geçelim. Thames Nehri her ne kadar donuk ve kahverengi olsa da, kıyılarını süsleyen harika yapılara ev sahipliği yapıyor. Buckingham’dan çıktıktan sonra karşımıza ilk ‘Westminster Abbey’ geliyor. Burası hanedan üyelerinin yanı sıra, Isaac Newton ve Charles Darwin gibi dâhilerin de defnedildiği gotik bir kilise. Burayı görmeden kesinlikle ayrılmayın Londra’dan.

Westminster Abbey

Westminster Abbey

Westminster Abbey’in karşısında Thames nehri boyunca uzanan, belki birçoğunuzun ‘V for Vendetta’ filminden hatırlayacağı ‘Houses of Parliament’ bulunuyor. Yine Buckingham sarayı gibi belli zamanlarda rehberli turla gezilebilen parlamento binası ‘Westminster Sarayı’ olarak da bilinmekte ve bir UNESCO dünya mirası. Houses of Parliament’in bir köşesinde de meşhur ‘Big Ben’ saat kulesini göreceksiniz. Dünya’nın ikinci en büyük, dört taraflı saat kulesi olan ‘Big Ben’ aynı zamanda dünyanın en çok resmi çekilen saat kulesiymiş (en büyüğü ise 2010 yılında ‘Big Ben’e’ rakip olarak yapılan Mekke’de ki ‘Royal Mekke Clock’, Kâbe’yi paradan ve demirden bir yığın gibi gölgeleyen kule aslında otelin bir uzantısı).

Houses of Parliament ve Big Ben

Houses of Parliament ve Big Ben

Portobello Road

Portobello Road

Bu tarihi turumuzun ardından günü daha modern bir bölgede bitirelim. Notting Hill, Julia Roberts ve Hugh Grant sayesinde mi bu kadar meşhur yoksa daha önce de mi popüler bir bölgeydi bilmiyorum fakat ‘Portobello Road Market’ son zamanlarda sadece hipsterların değil turistlerin de gözdesi olmuş durumda. Rengârenk evleri ve geniş antika eşya seçenekleriyle Londra’da uğramadan geçmemeniz gereken bir yer. Alışverişin yanı sıra Portobello kreplerinden de muhakkak denemelisiniz, nutellayı esirgemediklerini söyleyebilirim.

Portobello Road'ta mutlaka denemeniz gereken lezzetli ve doyurucu krepler

Portobello Road’ta mutlaka denemeniz gereken lezzetli ve doyurucu krepler

 

 

 

Londra bu kadar mı? Tabiî ki de değil. Bir sonraki turumuzda Londra’nın gözdesi London Eye’ı, Shakspeare ustanın tiyatrosu Globe Theatre’ı, ihtişamlı müzelerini ve sürprizlerle dolu parklarını gezeceğiz.

Leave a Reply