66. Cannes Film Festivali’ nin açılışında gösterilen Muhteşem Gatsby’nin (The Great Gatsby), F. Scott Fitzgerald’ın aynı adlı romanından uyarlanan filmin, yönetmeni Romeo ve Juliet, Moulin Rouge! filmleriyle bilinen Baz Luhrmann. Luhrmann filmin senaryosunu da Craig Pearce ile birlikte yazmış.
1925 yılında,
“Gönlü olacaksa var, sırma kaftanlar kuşan;
Ve istiyorsa, yüksel yükselebildiğin kadar,
Ta ki “Sultanım benim, sırma kaftanlım!” diye
Koşsun sana nazlı yar.” ile başlayıp
“O ümitledir ki şimdi sefer etmekteyiz, biz o akıntıya karşı giden tekneler, durmadan geriye, geçmişe çarpılıp atılsak da ne gam…” ile biten (Can Yücel çevirisi) romanın bir yıl sonra ilk filmi çekilmiş, sessiz bir film olarak. Fakat film kayıp ve filmden geriye kalan sadece Amerikan Ulusal Arşivi’nde bulunan fragmanı.
1949’da tekrar sinemaya uyarlanan film de telif hakkı sıkıntılarından dolayı izleyici tarafından kolay ulaşılabilir değil.
1974’teki uyarlama ise en ünlü olanı ve en çok kabul göreni. Jack Clayton tarafından çekilen filmde başrolleri Mia Farrow ve Robert Redford paylaşmış.
2000 yılında TV filmi olarak tekrar çekilen uyarlamanın ise 1974’tekinden sonra pek de etkili olduğu söylenemez.
Bu yıl Baz Luhrmann tarafından çekilen film ise tam anlamıyla bir yönetmen filmi olarak karşımızda. “Fitzgerald’ı mezarında ters döndüren uyarlama” diyecek kadar ileri giden Amerikalı eleştirmen ve seyirciler var hatta işi yönetmenin Avustralyalı oluşuna bağlayanlar bile var. Bizim eleştirmenlerimizin Aşk-ı Memnu, Yaprak Dökümü gibi uyarlama dizilere verdiklerine benzer tepkiler aslında. Diğer yandan Baz Luhrmann’ın filme kattığı kendine has yorumunu ve kullandığı teknikleri beğenenler de mevcut. Aslında 1974 versiyonuna benzer bir film çekse günümüz seyircisi tarafından sıkıcı bulunabilirdi zira 70’ler ile günümüz arasındaki fark ortada.
Eleştirilere rağmen selefi ile karşılaştırmayı bırakıp filmin tadını çıkarmak gerek diye düşünüyorum. Gelişen teknolojinin de etkisiyle, göreselliğin ve işitselliğin etkin kullanıldığı bir film olmuş. 1920’lerde geçen filme eşlik eden günümüz şarkıları özellikle parti sahnelerini günümüz “clubber” kültürüne yakınlaştırmış. 1920’lerin New-York’una kuşbakışı seyir keyfi sunan sahneler, Daisy’nin ‘Borderline’ kişiliğini gözler önüne serişi, Gatsby’nin takıntıya varan ümidi, Carraway’in kişiliğinden dolayı filmdeki sırların hem içinde hem de dışında kalışı,filmin bazı sahnelerinde sadece görüntüler kullanılarak verilen mesajlar( Dr. T. J. Eckleburg’un gözleri ve trompet çalan siyahlar) filmin öne çıkan unsurlarıydı.
Ufak bir dipnot: Ben şahsen kitabını daha önce okumamıştım, filme gitmeden birkaç gün önce okuma fırsatım oldu ve Can Yücel çevirisiyle yayımlanan baskısını tavsiye ederim.